Yaşam Büfesinde “Sam Hope”

“…Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın (1), kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı; sonra onları tüm içtenliğiyle evine davet etti (2): “Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız” dedi . “Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlıyayım” Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam başını iki yana salladı: “Eşiniz evde değilse biz de davetinizi kabul edemeyiz” dedi (3). Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. “Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler” dedi. Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince kadının eşi üzüldü “Bir bakıversene dışarı” dedi. “Hâla oradalarsa şimdi davet edebilirsin eve.” Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. “Eşim geldi, şimdi evde” dedi ve onlara davetini yineledi. “Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize ?“. Kadının davetine yaşlılardan biri cevap verdi “Biz hiç bir eve üçümüz birlikte gitmeyiz” dedi ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı…”

Merhaba

Bugün Mart ayının üçte biri tamamlandı ve dün hava sanki bahardı. Özel konuğumuz İrem’le birlikte Çeşme’ye gittik. Çatıda hem ders çalıştık hem biraz oynadık. Papatya topladık. Ildırı’da balık yedik. Fatmagül bitti, gitti ama Ildırı’ya turistik tur olanağı sağlayan bir iz bıraktı. Ildırı kalabalıktı.Yıl sonu tiyatrosuna hazırlık yapan İrem’in “Karbeyaz & Maviş” diyaloguna ait sahnelerin provasını birlikte yaptık ve ben Karbeyaz oldum…

Bu ikilinin (Sam ve Hope) öyküsü bana zaman ve zeminde buluşmayan birbirine benzer ve fakat çok farklı yönleri olan iki olguyu, iki yaşanmışlığı bir potaya koyarak düşünmeye itti. Bunları “Sam” ve “Hope” diye betimledim ve bir araya getirdim. Yazımın girişindeki kısa öykünün başındaki kadının dışarı çıkmaktaki amacı alışveriş yapmaktı (1). Büyük olasılıkla kadın orta yaşlardaydı. Yaşanmışlıkları onu olgunlaştırmıştı. Kuşkusuz kredi kartı da kullanmıyordu. Sam da kullanmıyordu yetmişli yılların başında batıya doğru yola çıktığında. Hatta o, o anda Sam bile değildi. Daha bir yereldi. Daha bir RAW (Cevher)dı; işlenmeyi bekleyen ve kader onu “self servis”lerde becerilerini kendi iradesiyle  geliştirmeye itti. Her neyse dağıtmayalım ve konunun odağını kaçırmayalım.

Kadın yola çıktığında karşı kaldırıma bakmış ve üç sakallıyı görmüştü. Ben de bir ay önce “BB Seri“sine başladığımda benzer üç sakallıdan birini görmüştüm tıpkı bu öyküdeki gibi. O, “MA“dı. Taaa uzaklardan ilk yanıtları veren, hevesini sözcüklere yansıtan Sam ise sakallı değil ama sakal yakışırdı bence ve bilgisayar programı olan photoshop’u bilseydim eğer onu da bu öyküde sakallandırıp görsellerimin baş köşesine kordum. Benim bu öyküye yakıştırdığım ikinci sakallı ise “AK” dır ki her halde ona ait uygun bir fotoğraf bulurum arşivimden. Güncel fotoğraflarını görmedim ama 10 Mayısta Antalya’da buluşacağımız Rİ, FE, AT ve diğer dostlardan mutlaka bu öyküye uyan üçüncü bir sakallı bulunuyordur.  Her neyse ! Kadın yola çıkınca karşı kaldırımda üç sakallı görmüştü ya, bizim Sam de yola çıkıp Dijon’da nefeslenirken benzer sakallılardan görmüş müdür acep ? diye bir soru takıldı aklıma. Kadın yaşlıydı; Sam gençti, toydu ve sakallıları o günlerde görse bile yaklaşır mıydı ? Korkar mıydı ? Farkında varmadan gelip geçtikten sonra geriye dönüp bakar mıydı ? Kimbilir !!!

Geçen gün bir anıyı paylaşırken elli yıl önceye dönüp “…keşke o günlerde benim önüme de senin gibi bir Musto Dede çıksaydı...” özleminden etkilendim. Aynı sınıftanız; aynı kuşağız ama birden rollerimiz sanki iki kuşak farkıyla etkileşime dönüştü. Sanki kendimi Sam’in dedesi gibi görüp bir başka haz duyar gibi oldum. Belli ki bu özlemden, bu içten geribildirimden kendime bir övünç nedeni yaratıp ayrıca mutlu oldum. Belki de Dijon’da bağlar arasında dolaşırken, Bordo’nun oluşumuna tanık olurken nice Musto Dedeler vardı çevresinde ama ona bakacak, görecek akıl gözü o an açık mıydı ? Etkin miydi ? bilinmez. O günlerde Sam yalnızdı. Sam kaçıyordu. Sam keşfe çıkıyordu. Sam’in hayalleri vardı. Sam hayallerini “TOMBUL“laştırıp “Hedef” haline getirebilmiş miydi ? Sam’in hayalleri onu “Tatmin” ediyor muydu ? Sam’in hayalleri “Ortak alınmış” bir karar mıydı ? diyeceğim ama anladığım kadarıyla “yaşam gölü“ndeki bu çırpınışlarda “ortaklık” kuracak birisi yoktu. İşte tam bu noktada giriştteki öyküde sakallının sorduğu “eşin evde mi ?” sorusunun esbab-ı mucibesinin (nedeni) “ortak karar alma” gerekliliği olduğunu anlıyorum. Bu nedenle Sam ilk soluklandığı gurbet elde (düzeltme geldi ve doğrusu Dijon’muş ki yazımın başka yerlerinde Lyon geçerse lütfen Dijon olarak düşünün)  üç sakallıyı evine davet edecek konumda değildi görünüşe göre. Şimdi Sam’in kırk yıl önce batıya yaptığı bu yolculuğu burada bırakıp bugüne ve “Hope” a dönelim.

Yazımın başlığı olan “Yaşam Büfesinde Sam Hope” tıpkı yıllar önce komedi filmlerini zevkle izlediğimiz “Bob Hope” gibi oldu. Ne var ki, burada öyküleştirmeye çalıştığım “dün ve bugün”, “batı ve doğru”, “sıkıntıları aşmak/kurtuluş arayışı ile zirvedeyken yeni ufuklar arayışı” nın zıt görüntülerinde bir komedi filminin eğlenceli vakit geçirme havası yok

Şimdi karşılaştırmaları sürdüreyim. Sam’in yıllar önce çıktığı yol “dikenli”ydi; zordu; öğreticiydi ve öğrenmenin bedeli ağırdı. Hope’un bugün çıktığı doğu yolculuğunda bir çerçeve var, bilinenler daha çok; hedefler daha net. Türkiye koşullarına göre sıkıntılı olduğu gerçek ve bizden otuz sene geride görünen bir ülkede bir proje çerçevesinde yapacağı iyileştirme çalışmasının kariyer yolculuğunda ustalığına katacakları çok

Sam kırk yıl önce çok daha özgürdü. Tıpkı R.Bach‘ın “Martı“sındaki martı Jonathan gibi “sınamazsan gücünün sınırlarını bilemezsin; yaşıyorsan bitmemiştir” inanışıyla adım adım yükselen pike dalışlarını yapabiliyordu. Bence yaptı da… “Mutluluk” tanımımda olduğu gibi “beklenen-elde edilen” farkının yarattığı doyumların sözcüklerinde yazdığı gibi mi, Antalya’ya geldiğinde yüzdeki izler gibi mi olduğunu inşallah “konuşma halkası“nda öğreneceğiz. Önerim doğuya giden bay Hope’ a da bugün “Fair Process / Adil süreç-Prosedür adaleti” adına örneğin her cumartesi basit bir konuyu ele alarak bir “konuşma halkası” seansı düzenlemesidir.  Hope’un sponsorları vardır; işi daha kolaydır. Hope’un yeni bir ülkede kendi sektörü dışından yardımcı olabilecek dostları da olacaktır büyük olasılıkla. Bunlara karşı da kültürel farkların yarattığı etkilerden sakınmak adına dikkatli olması gerekecektir. Çünkü Hope, kırk yıl sonra zirevedeyken yeni ufuklara açılarak üç önemli tehditin (Kültür, Dil; İş alışkanlıkları)  etkisi altında ölçülebilir beklentileri gerçekleştirmek durumundadır.

Şimdi SSTC prensipleri içinde kırk yıl önce Sam’in ve bugün Hope’un “satın alma dürtü“lerine baktığımda ilkinde “kazanç sağlamak /to make a gain“, ikincisinde ise “kaybetme korkusu/fear of the lost” ya da en azında “dertten sakınmak/to avoid a pain” olduğunu görebiliyorum. Bu nedenle dualarımızı “… Allah’ım başladıklarını keyifle başaranlardan, hedefine gururla ulaşanlardan eyle… ” ekleyip zenginleştirerek daha bir fazla eder olduk bu günlerde. Yaş yetmişe doğru giderken doğal bence; binlerce şükür.

Dün Sam’e bugün Hope’a baktığımda yargılarımın şekillendirilmesinde ilkinde “giden” olarak içe bakışın, ikincisinde ise “gidenin ardından” dıştan bakışın etkilerini, yargılarını ve hatta ön yargılarını görüyorum. Bu da doğal. Tam bunları yazarken Skype’ın zili çaldı; Hope beni görüşmeye çağırdı. Yirmi yıllık deneyimle, disipline olmuş öğrenmelerle, pratiğe indirgenmiş teorilerin etkinliğiyle bugün yaptıklarını anlatınca yüreğim gururla kabardı. Bir de duvara yazdığı yazının “acta non verba/laf değil eylem” olduğunu gösterince “Musto Dede” olmanın hazzını ister “Sam“in özleminde ister “Hope“un umutlarında olsun bir iz bırakmış olmanın keyfini yaşadım. Daha ne ister insan. Binlerce şükür. Şimdi yazımın girişindeki öyküyü tamamlayıp fotoğraf arşivimden öyküye uyan (ya da uymasa, sünnetçinin vitrinindeki çalar saat gibi duracak da olsa)  üç beyaz sakallı bulup  görsellerimi de oluşturmalıyım..

…Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın (1), kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı; sonra onları tüm içtenliğiyle evine davet etti (2): “Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız” dedi . “Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlıyayım” Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam başını iki yana salladı: “Eşiniz evde değilse biz de davetinizi kabul edemeyiz” dedi. Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. “Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler” dedi. Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince kadının eşi üzüldü “Bir bakıversene dışarı” dedi. “Hâla oradalarsa şimdi davet edebilirsin eve.” Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. “Eşim geldi, şimdi evde” dedi ve onlara davetini yineledi. “Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize ?“. Kadının davetine yaşlılardan biri cevap verdi “Biz hiç bir eve üçümüz birlikte gitmeyiz” dedi ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı.

Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, zenginliktir. Bu yanımda oturan arkadaşın adı başarı, benim adım ise sevgidir“. Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu: “Şimdi evinize gidin ve eşinizle baş başa verip, bir karara varın” dedi. “İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin; sonra gelin kararınızı bize bildirin“.

Kadın, sevginin önerisini eşine anlattığında, adam sevinçten göklere fırladı “Aman ne güzel ! Ne güzel ! “dedi. “Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de, içlerinden zenginliği davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur“. 

Eşinin kararı kadının hiç de hoşuna gitmedi. “Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız kocacığım ?“dedi.

Kayın validesi ile kayın pederinin bu konuşmasına içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi: “En doğru karar sevgiyi davet etmek değil midir ?” dedi. “Düşünsenize ! Evimiz bir anda sevgiye kavuşacak“.

Gelinin bu önerisi kayın pederin de kayın validenin de hoşlarına gitti.”Tamam, en doğru karar bu olacak” dediler. “Sevgiyi davet edelim“.

Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu: “İçinizde hanginiz sevgiydi ? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun”.

Sevgi ayağa kalktı ve eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa kalktılar ve onlar da sevginin arkasından eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde zenginlikle başarıya sordu: “Siz niçin geliyorsunuz ? Ben yalnız sevgiyi davet etmiştim“.

Kadının bu sorusuna üç yaşlı birlikte cevap verdiler: “Eğer içimizden yalnız zenginliği ya da başarıyı davet emiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize” ve kadının niçin diye sormasını beklemeden, zenginlik ve başarı sözlerini şöyle sürdürdüler : ” Çünkü sevginin olduğu her yerde biz zenginlik ve başarı da her zaman onun yanında bulunuruz“…”

Bunu tüm yaşamımızda biz COPCUlar olarak hep gördük; hep inandık ve bundan her zaman mutluluk duyduk, kıvanç duyduk. Eminim ki kırk yıl önce batıya uzanan serüveninde Sam, sevgiyle güçlendirilmiş bir desteğe sahip olsaydı bugün bambaşka öyküler anlatacaktı bize. Yine de bu öyküden ders alıp, sevgimizi koruyup geliştirerek Sam’leşme eleştirilerilerinden uzak ve sadece sevgiyle dinlersek “Sam Story“i Antalya’daki konuşma halkasında dağarcığımızda artan izlerle döneriz ömür gölünün güncel kulaçlarına. Bu da sadece bizim ellerimizde; yeter ki biz isteyelim.

Tıpkı “Martı” da R.Bach‘ın dediği gibi “sana hiçbir dilek verilmemiştir ki gerçekleştirmek için gerekli güç de beraberinde verilmemiş olsun”. Daha ne ister insan.

Nice “Sam”leşen “Hope”larla doğu ya da batıya çıkacağınız serüvenlerde yollarınızın hep aydınlık olması dileklerimle.

Öykücü