Yaşam Büfesinde “Dört Aşama”

“…Yeni müdür göreve geldiğinde, hepimizden bölümlerimizle ilgili kısa birer konuşma yapmamız istenmişti. Satış miktarları, kâr oranları, gelecek tahminleri ve benzeri bilgiler içeren birçok konuşma birbirinin aynısıydı. Sadece tek bir kişi konuşmasına bir slayt ekleyerek toplantının yıldızı haline gelmişti. Tek yaptığı geçmişte gerçekleştirdiği projlerin listesini çıkarmak olan bu kişi, yeni yöneticiye ek bilgiye ihtiyaç duyduğunda listedeki dilediği dosyayı kendisine gönderebileceğini söylemişti. Bu tarz toplantılarda bizden satış trendleri, fizibilite araştırmaları gibi şeyler istenirdi. Hepimizin dosyalarında bu tür bilgiler duruyordu. Yani, o ekstradan birşey yapmamıştı. Sadece daha düzenliydi ve elinde daha önce yaptığı çalışmaların bir listesi vardı. Ancak yeni yönetici bunları elbette bilmiyordu. Kendisi şu anda bu kişinin hepimizden fazla çalıştığını düşünüyor…”

Merhaba

Yazıma başlarken bu yöne gideceğimi sanmamıştım. Bu yönelişim bugün neden böyle oldu acep ? diye kendimi sorguladım. Son üç gün binbeşyüz kilometre yolu Çeşme’den üç “S”li Ege bölgesi ilçesine yaptım.  Üç gün önce ilk “S”li ilçede, çadır altına alınmış üzümlerde korunmaya çalışılan güzelliklere ve değerlere hayran kaldım. Danışmanlık verdiğim firmanın bu dönemde kullanılan ilacının performansını kullanıcı ve aracıların algısına göre kaydetmeğe çalıştım. Üstelik artık kayıtlarımı video ile daha bir görsel ve audiovisüel kılıyorum. Bir de montajladığımda ortaya çıkan sonucu beğeniyorum. Üzüm örneklerini konu uzmanına bıraktım. Internetten ulaştım. Birgün içinde yanıt aldım. Bağcıya eriştirdim. Kurumumdaki ilgililerle paylaştım. Sonraki adımları onlara bıraktım. Bu gelişimler beni son okuduğum kitaplardan birindeki “özgürlüğün dört aşaması” kavramına götürdü. Buna dalıp gittim. Bu nedenle duygularımla aklım aynı yerde buluşmakta zorluk çekti. Karar verdim ve önce son üç günün kısa öyküsünü yazıp daha sonra o kitaba döneceğim.

İki gün önce de ikinci “S” de Adem’in kullandığı makinanın üzerinden beyazaltına baktım hayranlıkla. On sene önce umutsuzluk girdabında çırpınan üreticinin başka seçenekler arayışına bakarken hüzünlenmiştim. Onun tarımsal kültüründe beyazaltının yeri ayrıydı. Onsuz olması zordu. Bazen giderlerinin nerdeyse yarısına ulaşan işçilik belini büküyordu. Sadece parasal olarak değil üstüne üstlük işçi temini de ayrı bir sorundu. Hatta işci konusunu SSTC öğrenme yolculuklarında “müşterinin satın alma dürtüsü” ne belirlemede en etkili vaka analizi olarak kullanıyordum.  O yıllardan birinde yaklaşık bir trilyonTL lik avansın boşa gitmiş olduğuna iki gün önceki anıların tazelenmesi seansında bir kez daha tanık olmuştum. Şimdi üzerinden seyrettiğim makinayla durum az da olsa düzelmiş, umutlar artmıştı. Tarımın genel kadersizliği içindeki sıkıntılar dışında şimdi beyazaltın yine bir yükseliş seyrine giriyordu Ege’nin bu güzel “S” ovasında.

Ve dün… Üçüncü “S” e üzüntü ile gittim. Genç bir kardeşimizin erken ölümü için bir taziye ziyaretiydi ve hemen ardından geleneksel dualarımı yol boyu sürdürdüm. Yazımın bu paragrafının konu başlığı ve girişiyle pek bir ilgisi yok; ancak yine de bunları yazmazsam aklımı ve duygularımı konunun özüne odaklıyamıyorum diye yazmak istedim. Hoşgörüle.

Yazımın girişini Hünkar Özyaşar ‘ın “İşler Çığrından Çıkınca” isimli kitabından aldım. O satırlar beni iki yıl önce bu günlerde İzmir’de katıldığım benzer bir toplantıdaki görünüme götürdü. Ülkemdeki iş yaşamı oldukça kısa süren yeni müdürü desteklemek ve merkezde olan yeni yapıları paylaşmak için ülkeme gelen iki üst müdüre benzer bir sunum yapılıyordu. Benim de iki slaytımın biri bir ayak tabanıydı. Mesajım kısa, basit ve netti. “Bütünleşik eylemler“. Ben günlerim doldu diye “Bitki Hekimi Mustafa” özgürlük hesapları yaparken belki de bu sunumun sonucu ertesi gün Prag toplantısına katılmam istendi ve bir yıl daha sürdü SZM yaşamım. Şimdi Bay Özyaşar’ın kitabına birazcık değineyim. Satın alırken kitabın bana ilginç gelen yönü, yazarı Türk ve çevirmen olarak da Taner Gezer’in ismini görmek oldu. Bu durum ilgimi artırdı. Yazarın özgeçmişinde şöyle yazıyor “… Bir diplomatın oğlu olan Hünkar Özyaşar, Türkiye, Almanya ve İngiltere’de büyüdü… Londra’da bir süre çalıştı…Uzmanlığa terfi edince New York’a yerleşti...”

Şimdi aynı kitaptaki “özgürlüğün dört aşaması” konusuna dönerek yazımla bir mesaj aktarmak istiyorum.

Patronunuz kimdir ya da patron kimdir ?

Sorusuna farklı yanıtlar gelebilir. Son global birleşme sonrası İngiltere kanadından gelenlerin bir üstlerine “patron” dediklerini gördüğümde açıkcası yadırgamıştım. Bu sözcüğün ardında ne kadar üstlük, ne kadar samimiyet, ne kadar yaptırım var anlamakta hep zorlandım. Hiç de kullanamadım. Bu nedenle buradaki “patron” sözcüğünü herkes kendince varacağı yargıya göre yorumlasın ve bunun için şu ifadeyi unutmayın: “Patron dilediği işi size yaptırma yetkisine sahiptir“. Tıpkı üç yıl önce Nevşehir’de patatesçilerle yaptığımız bir toplantının öğleden sonra farklı bir gruba yinelenmesi öncesinde yaşanılan bir durumun tekrarını önlemek için öğle tatilinde yaptığım uyarıcı beraberliği anımsadım. Görselimdeki soru şuydu “Yönetici size yanıtını bilmediğiniz soru sorar mı ?”. İlk anda anlamakta zorluk çektiler ve yanıtım da aynen şöyleydi: “Yönetici tuttuğunu öper“. Vermek istediğim mesaj da “iş tanımlarınızın sınırları içinde kalırsanız iyi bir devlet memuru olursunuz… Ve özel sektörde keyf sizin, köy patronun…”.Belki oradaki yönetici tanımı en uygunudur bugün bu yazımdaki “patron” yerine. Herneyse.

Patronunuz yaptığınız işin ayrıntılarını çok iyi bilir. Ayrıca sizi her koşulda gözleme olanağına da sahiptir. Sizinle patronunuz arasında bir tampon yoktur. Özgürlüğünüz üzerinde en büyük etkiye sahip olan kişi patronunuzdur. Size ne kadar fazla yetki verirse, yani işlerinize ne kadar az karışırsa, o kadar az verimlilikle ve stresle başa çıkmak zorunda kalırsınız. Deneyiminiz ve kıdeminiz ne olursa olsun bu özgürlük dört aşamada gerçekleşir.

Bu aşamalar hayatın dört aşamasını andırır; çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık. Nasıl ki bir kimse çocukluk ihtiyaçlarını karşılamadan tam anlamıyla yetişkin olamazsa bir yönetici de angaryaları yapabildiğini ve talimatlara harfiyen uyabildiğini kanıtlamadan tam bağımsızlığa kavuşamaz. Şimdi bu dört aşamayı Bay Özyaşar’ın deyimleriyle görelim:

  1. Angarya işler aşaması: Bu aşama herhangi bir işe girdiğiniz an başlar ve aşamayı başarıyla tamamlayabildiğiniz ana kadar sürer. Kimi zaman ömür boyu da aşılamaz. Önemli kararlar alma konusundaki yetersizliğiniz ve patronunuzla sizin aranızdaki güven eksikliği nedeniyle patronunuz sıkıcı işleri acilen birilerine yıkma ihtiyacı duyduğunda ilk akla gelen isim siz olursunuz. Bu aşamaya “şok edici gerçekler aşaması” da diyebilirsiniz.
  2. Dediğimi yap” aşaması: Örneğin bir önceki aşamada patron için konuşmalar hazırlarken belki de içeriğe pek de aldırış etmiyordunuz. Sonuç itibariyle onlar başkalarının fikriydi. Sizden sadece kağıda dökmeniz istenmişti. Şimdi ise bu sözcükleri kendi fikrinizmiş gibi sunmanız gerekecek ve bu fikirlere katılıp katılmadığınız daha fazla önem kazanacak. İşte bu aşamada emirlere uymak size kişiliğinizden taviz vermek gibi geleceği için acı vermeye başlayacak. Bu, genellikle en hassas aşamadır. Bu aşamada yapacağınız en kötü şey patronla zamansız tartışmalara girmektir. Bu aşamadaki anahtar sözcük “sabır“dır.
  3. Dilediğin gibi yap” aşaması: Burada kilit nokta, sürekli iletişim halinde olarak patronunuzun önceliklerini anlamak, bir başka deyişle “zihnini okumak” tır. Örneğin hızlı olunmasını mı ister yoksa işin doğru yapılması uğruna geç kalınmasına razı olur mu ? . Patronunuz kendi kendine “İşi kavradı. Artık en ufak şeyleri bile nasıl yapacağını anlatmama gerek kalmadı.” diye düşünmelidir.
  4. Dilediğini yap” aşaması: Bu esnekliği kazanabilmeniz için gereken zamanın miktarı, şirket kültürüne, patronunuza ve sizin beceri düzeyinize bağlıdır. Yine de acele etmemek önemlidir. Aşırı sorumluluk almaya çalışıp da sizden istenilenleri başaramazsanız, tekrar patronunuzun herşeyi emrettiği birinci aşamaya dönersiniz.

Bu sürecin neresinde bulunduğunuzun kıdeminizle hiçbir ilgisi yoktur. Farkına bile varmadan ilk aşamaya takılıp kalmış olabilirsiniz.

Bu aşamalara farklı bir gözle baktığımda yıllar önce birkaç kez test edildiğim Dr.K.Blanchard ‘ın “situational leadership” ya da geçen sene elimden düşmeyen yine aynı yazarın “liderlikte çıtayı yükseltmek” isimli kitabının özünü oluşturan dört aşamayı anımsadım. Patronun (hadi adı Kerim olsun) liderlik becerisini, çalışanın (tahmin ettiğiniz gibi bizim Tosun) gelişmişlik düzeyine uyumlu kılınması için İngilizce sözcüklerle ve sırasıyla şunları ele alırdık:

  1. Showing (ya da telling ve hatta selling)
  2. Persuading (ya da coaching)
  3. Participating
  4. Delegeting

ve bunları öğrenmek için SSTC ile yaşam büfesinde sıraya geçtikten ve küçük çalıştaylarla sırada kaldığımızı kanıtladıktan belli bir süre sonra LCWS (liderlik ve koçluk çalıştayları) ile sırada öne geçme gayretlerimizi etkili ve verimli kılmaya çalışırdık. Üstelik bu çabaları hissettirebilmek için taklalar atardık. Hiçbir emek boşa gitmedi ve özel sektördeki 25 yılın öğrenme yolculuğunda tenik danışmanlıktan, satış bölge müdürlüğü ve pazarlama müdürlüğü merdivenleri bu aşamalardan geçerek gerçekleşti. Çok şükür ki merdiveni yanlış duvara dayamak gibi bir hayal kırıklığım hiç olmadı ve her zaman açık sözlülükle dile getirdiğim gibi “hem sevdiğim işi yaptım hem de üstüne para verdiler“. Daha ne ister insan. Allah sizlere de aynı sözleri söylemek nasip etsin.

Yaşam büfesinde sıraya girme, sırada kalma ve sırada öne geçme yolculuklarınızın hep aydınlık olması dileklerimle.

 

Öykücü