Yaşam Büfesinde “Hollandalı LockLick”

“…Soğuk bir kış günüydü. Günlerden pazardı. On altı yıl önceydi. Mavişehir’de camlı balkonda televizyon izliyordum. Televizyonda Prof.Ü.Dökmen “Küçük Şeyler” programı yapıyordu. İlk okul çağındaki çocuklara iki soru soruyordu. Bunlardan biri “Bir bilgisayar olsaydın hangi parçası olmak isterdin ?” idi. Kimi monitor, kimi güç kaynağı, kimi ana kart olmak istiyordu. Bilinç altı bir seçim yapıyordu. Üstün Bey, bilinçaltını bir süre dinlenmeye bırakıyor ve sonlara doğru bu seçim için “Neden ?” diye soruyordu. Bilinç yaptığı seçime bir kılıf uydurmak için uğraşıyordu. İçerideki odada, “Tank Fabrikası Bekçisi LockLick“e talimat veren ve  “deve kervanlarını” yola sokmaya çalışan BC nin yanına gittim ve ona: “Bilgisayarda bir parça olsaydın hangi parça olmak isterdin ?” diye aynı soruyu sordum. Hiç düşünmeden “Delete tuşu olmak isterdim” dedi. Vay canına ! Hiç kimsenin seçimi olamaz bu parça diye düşünsem de “Neden ?” diye sormaktan kendimi alamadım. Yanıtı “az sonra” (Reha Muhtar ne yapıyordur acep ?)…”

 

LockLick’ten Hollanda’ya uzanan 21 yılın mesajları: BE

Merhaba

Çeşme’de günler özlenen yağmurun bereketiyle sürüyor. Korona kısıtlarında MEMAT konusunda gösterdiğimiz özen eksilmeden sürüyor. Kimi dostlarımızın bereketli ziyaretlerinde özellikle sosyal mesafe konusunda hepimiz çok daha dikkatliyiz. Aşı sıramızı beklerken aşlarından ve işlerinden olanların acı gerçekleriyle her gün ekranlarda yüzleşmekte kızgınlığımızı ve çaresizliğimizi yaşarken “Kör Hüseyin“in izlerini düşünüyorum.

Milenyumun ilk ayıydı. Bursa’ya gitmiştik. Eli kulağındaydı. Kar yolları tıkamıştı. Gecenin bir vaktinde doğum sancıları başlamıştı. Hastane evimizi beş yüz metre uzaktaydı. Doktorumuz hazırdı. İki araba yola çıktık. Kar yarım metre vardı. Önümdeki otomatik vitesli BMW gidemedi. Uludağ yolunda “Doktor Amca“nın köşesinde yolda kaldık. Telaşlandık. Araba değiştirdik. Salimen hastaneye vardık. Sağlıklı bir erkek bebek dünyaya geldi. Hoşgeldin bebek. Kimilerine göre benden bir gün önce, esasında benden iki gün sonra dünyaya geldi. Aradaki 55 yılın pek fazla önemi yok kişiliklerimizi yapılandırmada “C13 İç Dinamikleri” bu denli güçlü olunca. Aynı burcun içindeyiz. “Oğlak”ız ve ben alçalan yükselen burç nedir bilmem. O, bugün 21 yaşında ve Hollandalı. “Zaman gelip geçiyor, dur demek kolay değil“…

Arşivimi taradım. Bulabildiklerimle “LockLick” ten Hollandalıya uzanan süreci tanımlayacak karelerle bir zaman tünelini görselleştirmeye çalıştım. Çok yerlerini kırptım. Kısa olmalı ki izlenebilsin istedim. Yine de on dakikaya sığdıramadım; yarım saate yakın oldu. Kimileri montajın montajı olduğu için fondaki yüksek sesli müziği silemedim. Bu nedenle “Bu dünyadaki en mutlu kişi” diyen küçük üsteğmenin sesi bastırılmış oldu. Olmasaydı daha güzel olacaktı.

O da Duru gibi, İrem ve hatta Eren gibi “Çatının Çiçekleri“nden biri oldu. Ben CINOS‘un üçüncü evresinde “Rekabet Yasası” öğrenme yolculuklarına öncülük etmeyi etkinleştirmek için ilk defa “producer programı” ile slaytları filme çevirmeye çalışırken o da çatıda yanımdaydı. Kendi deve kervanları ile hayallerinin hazzını yaşıyordu. Henüz beş yaşındaydı. Daha sonra anladım ki ben “Yatay Anlaşmalar” kısmını görselleştirirken aklına bir soru takılmış. Verandaya ( o zamanlar camlı bölme değildi; pergolanın altıydı; pergolayı da babasıyla bir günde yapmıştık) inince bana döndü ve “Yatay anlaşmalar oluyor da dikey anlaşmalar, çapraz anlaşmalar olmuyor mu ?” diye sordu.  Wooow ! Bu soruda ki güzellik vardı. İlki farkındalık, ikincisi açılım. Bu iki özellik daha sonra onu kimi düzeyli tartışmalarda üst düzeyde inatçı kişiliğini ortaya çıkaracaktı. Ne var ki Hollandalı olduğunun ilk yurda dönüşünü kutladığımız bir yemekte değişimin düzeyini de ifadesinde görecektim. Özetle diyordu ki; “Uluslararası ilişkiler okumaya başlayınca anladım ki; her tartışmaya girmek zorunda değildim; hele bir de tartışma konusunda yeteri kadar bilgim yoksa girmem. Çünkü bu durumda tartışma konusu olan mesajdan daha çok mesajı ortaya koyan kişi tartışılır oluyor“. Buna da bir “wooow !” çekerim ben. Fanustan çıkıp da gurbet ellerde üniversite okumak kısa sürede bu kadar olgunlaştırır mı insanı ?

Beş yaşındayken (2005) ve ben CINOS‘un üçüncü evresinde uzatmaları yaşarken Çerçeve Çalışmalarının hazzı içindeyken sorduğu soru gerçekten güzeldi. Evet, Rekabet Yasası temel uyarılarında dikey anlaşmalar da vardı. Öte yandan “Çapraz Anlaşmalar” ne ola ki diye düşünmemiştim; çünkü o sırada ben de “Çapraz Fonksiyonlu Ekipler” üzerinde çalışıyordum. “Çapraz” sözcüğü arada kaynayıp gitti.

Onun develeri vardı. Tank fabrikası vardı. Tank fabrikasındaki LockLick gece bekçisiydi. O sırada Niğde’li Kör Hüseyin komşu sitemizin bekçiliğinden emekli olup memleketine dönmek üzere bize vedaya gelmişti. Ondan Kör Hüseyin’i “LockLick” yerine tank fabrikasına bekçi olarak almasını istedim. Israr ettim. Kabul etmedi ve aradan geçen 16 yıl sonra Hollandalı LockLick genç bir delikanlı oldu.

Bursa’da TED’te okurken dile getirilen “İzmir Amerikan Kolej“li olma hayali gerçekleşti. Uykusuz gecelerini süsleyen dijital ortamın olumlu etkisiyle hepimizden çok daha iyi bir yabancı dili oldu. İngilizcesindeki güzelliği sayın Baybars bizi davet ettiği öğle yemeğinde içtenlikle söylemişti. “Başarıda Tanrı Parçacığı” kitabından beş adet alıp bayram harçlıklarını kitapla birlikte vermiştim torunlarıma (2013). İki yıl sonra bir okul ödevini gerçekleştirmek için Ankara’ya gittik birlikte. Randevumuz vardı kitabın yazarıyla (Baybars Altuntaş). Bir gün birlikte olacaklardı. Baybars beyin programını bilmiyorduk. Sürpriz bir şekilde Amerikan Büyük Elçiliği’ne gittiler. Ben otelin lobisinde bekledim. İki saat sonra geldiler. Bay Altuntaş ikimiz ailesiyle birlikte yiyeceği öğle yemeğine davet etti. Keyifli bir yemek oldu. Paylaşımlı bir zaman dilimiydi. Lego konusunun ortak hobi olduğu görüldü. Ne büyük bir şanstır ki Baybars beye İzmir’den lego getirmişti hediye olarak. İşte tam bu gelişmedir ki benim “Keşke !” dediğim. Çok büyük bir olanak kapısı açılmıştı. “Keşke !”…Hiç bir zaman geç değildir. Yarının nelere gebe olduğunu kimse bilemez.

Ablası ile birlikte “AB” (farsçada “su” demek) oldu. Büyük amcasından kuzeni Eren’le “BE” oldu. Küçük amcasından kuzenleriyle “BİD” oldu ve “Z Kuşağımızın Copcuları” olarak “ABİDE” beşlisini oluşturan ilk erkek oldu. Yirmi bir yıldan bulabildiğim kayıtlarımdan oluşturduğum filmi izleme sabrı olanlar büyümenin barındırdığı adım adım olgunlaşmayı göreceklerdir.

Bu yazım bu kadarla kalsın ve sevgili torunum Barış’ın Üstün beyin sorusuna verdiği yanıtın “Delete tuşu” olmasının altında yatan neden “Korkulu rüyaların silinmesiymiş” ki korona sonrasında inşallah Hollanda’dan öteye uzanacak başarılarla daha nice yılları olur tüm sevdikleriyle birlikte.

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü