Yaşam Büfesinde “Enstitülü Olmak”

“…Oldukça hasta olan bir adam tekerlekli sandalye ile cam kenarındaki yatakta yatan başka bir hastanın bulunduğu hastane odasına getirilir. İki hasta arkadaş olduktan sonra, cam kenarında yatan hasta saatlerce pencereden dışarısını seyredip yatalak arkadaşına dış dünyanın canlı tasvirini yapar. Bazı günler hastanenin karşısındaki parkta ağaçların ne kadar güzel göründüğünü ve rüzgarla nasıl dans ettiklerini anlatır. Bazı günler de hastanenin etrafında yürüyen insanların neler yaptıklarını birebir anlatarak arkadaşını eğlendirir. Ancak zaman geçtikçe yatalak hasta, arkadaşının ona anlattığı güzellikleri bizzat kendi göremediğinden dolayı hayal kırıklıkları yaşamaya başlar…”

 

Dr.Kazım Türkoğlu’nun anılarıyla Kerem Copcu’nun paneldeki sözleri (Ne zaman Enstitüye gelse hemen Kazım beyin odasına koşardı; Bir gün Ankara’dan dönen Kazım bey Kerem’e bir kutu şeker getirip üstüne “Büyük adam Kerem’e” diye bir not yazmıştı. O notu hep sakladım ve Kerem bugün iş , aile ve ilişkideki başarısı, sevgi ve saygısıyla Kazım beyin sözlerini haklı çıkaran ve Copculuğu yansıtan yaşam biçimiyle hepimize gurur veriyor)

Merhaba

Bugün (14.11.2020) yazmaya başladım. Çerçevem son bir hafta yaşadığımız sağlık sorunların yarattığı gelgitlerin finalindeki güzelliği dillendirmekti. Kent’e uzanan yolculuğun sabah kahvaltısında üşüyen ayakların getirdiği ekstraları sitemle yükleyip de mesaj gönderince “sahip olduğumuz güzelliklerin yaşama aktarılıp eyleme dönüşmesinin hazzı“nı dillendirecektim. Böylece geçen akşam yemeğinde Çeşme’de yaşadığımız “MEKÜN Beşlisi“nin şükür ve şükranlarını yazıya dökecektim. Bu arada “Geribildirim Kalitesi” ve “İçtenliği“nin sözcüklere dökülmesindeki ilk defa duyduğum ve sözlükte karşılığını bulamadığım “Kardeşbeyliği” ne duyduğum hayranlığı dillendirecektir. Yazımın girişindeki öyküyü güncelime uydurmaya çalışıyordum ki… Ancak bu yola çıkış bu yazımın bu ilk paragrafında kaldı ve Dr.Kâzım Türkoğlu‘nun vefat haberi aklımın, yüreğimin ve klavyeye dokunan ellerimin gündemini değiştirdi.

Müdürlerim ve Dr.Kâzım Türkoğlu

Enstitü müdürümdü. Emekliydi. CINOS‘tan önceki iş yaşamımı oluşturan Bornova Bölge Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü‘deki kariyer yolculuğumun orta dönemindeki yöneticim, aile dostumuz ve değerli meslektaşımdı. Bugün vefat etmiş. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Kendisiyle son beraberliğimiz Bornova’daki bir törenden eve dönüşte aynı arabanın içinde olmaktı. Beraberliğimizin köşe taşlarında neler vardı anılarımı şekillendiren ?

İş yaşamımın resmi başlangıcı olan Enstitü yaşamımda dört müdürle çalıştım. İlki rahmetli Necati Kaşkaloğlu idi. Fakültede hocam olarak tanımıştım ve fakat hiç bir özel ilişkim olmadı. Bu nedenle sevgili Tomris hanımın daha sonra dayısı olduğunu öğrendiğim Mustafa Akuğur‘un yardımlarıyla Enstitüye tayin olduğum 30.09.1970 tarihinde Necati beyden “Benim haberim ve onayım olmadan Enstitüye nasıl tayin yapılır ?” diye kızgınlık belirtisi gösterdiğini anımsarım. Necati beyin müdürlüğünden aklımda kalan iki anıdan biri, resim atölyesinde uzman (usta) olan Tuncer’le (İdari amiri Kürt Süleyman’ın oğlu) geçen konuşmadır. Bunu daha sonra öykülendiririm. Diğeri ise o sıralarda Çınarlı’daki Zirai Mücadele Başkanlığının atölyesindeki telsizle yapılan Ankara görüşmelerinin koridora yansıyan gürültü yapısındaki yüksek seslerdir. Bunu da şimdilik sonraya bırakayım. Necati bey, Enstitünün kurucusu ve ilk müdürü olan rahmetli Nihat İyriboz beyin öğrencisi veya arkadaşıydı. Bu ilişkiler ve ikinci dünya savaşının zor koşulları araştırma çalışmalarında ve araştırıcılarda baskılı bir disiplini olabildiğince sürdürmeyi gerekli kılıyor gibiydi. Belki de değişime direnmenin son günleriydi.

Necati beyin emekli oluşundan sonraki müdürümüz rahmetli Mahmut Karman‘dır. Enstitü içinde büyüyüp gelişen Karı koca Karman’lar hem sosyal hem de bilimsel yönleriyle bizim için birer ekoldü. Mahmut bey Pamuk Zararlıları Lab. Şefliğinden müdürlüğe terfi edince her zaman ki “Mahmut Abi” den öteye bir otorite kur(a)mamış olduğu için her zor anımızdaki sosyal yardımları dışında anılarımda kalan olumlu/olumsuz bir iz bulamıyorum (belki de şu an etkili olan vefat haberinin yarattığı). Sosyal yardım konusuna gelince; yetmişli yılların başta “yan ödemeler” gibi parasal konular olmak üzere sıkıntılı günlerin baskın olduğu günlerdi. Senelik izin alıp yine enstitüye gelirdim. Çünkü tatil yapacak ekstra kaynaklar yetersizdi (en azından benim için). İşte o günlerde enstitü müdürüm rahmetli Mahmut bey 1956 model stationwagon Chevrolet marka arabasıyla bizi evimizden alıp Çeşme’deki yazlık evine götürüp tatil yapmamızı sağlamıştı. Onları için anılarımda yer alan (yine benim için) üst düzey yaşama biçimleriyle her yıl başını Uludağ’da aynı ağacın altında kutluyor olmalarının öyküsüdür. Ayrıca Çiftçi Caddesi‘ndeki köşk yapısındaki evlerinin girişindeki “camlı bölme (limonluk)” ye duyduğum hayranlık da anılarımda bugün gibi canlıdır. Belki de bu nedenle Çeşme’deki evimin camlı bölmesi benim için daha bir fazla özeldir. Mahmut beyi de rahmetle yad ediyorum; mekanı cennettir. Necati ve Mahmut Beyler enstitü kurucusu rahmetli Nihat beyin ekolünü yaşatan son örnekler oldular.

Mahmut beyden sonra müdürüm Kazım beydir. Kendisi genel müdürlükte araştırma daire başkanıyken Ankara’dan İzmir’e gelmiş ve enstitüye müdürümüz olmuştur. Meyve hastalıkları uzmanlık alanıydı ve Elma Karaleke Hastalığı üzerinde doktora yapmıştı. Doktora çalışmasını tamamlayıp İngiltere’den dönen ve Virüs Laboratuvarına atanan sevgili Tomris (Nart) haınla evlendi. Bir oğlu ve bir kızı olan Türkoğlu Ailesi hem enstitü içindeki iş ilişkilerinde ve hem de bunun iş dışına yansıyan grubumuzda uzun yıllar düzenli, aylık aile toplantılarında keyifli günler geçirdik. Her zaman dostumuz oldu. Network (ilişki ağı) zengindi. Gerek genel müdürlükle, gerek üniversitelerle ve gerekse TÜBİTAK ile olan yakın ilişkileriyle enstitünün çalışmalarına destekleri önemliydi. En önemli katkısı zirai mücadele araştırmalarına “Beyaz Kitap“la getirdiği “Proje Disiplini” oldu. Kendinden sonra Dr.Coşkun Saydam‘ın müdür olmasının alt yapısını oluşturdu. Sistem adamıydı. Sağlığına çok düşkündü. Sevgili eşi Tomris hanım da onun sağlığına olan titizliğine her zaman yardımcıydı. Kazım beyin önerisi ve desteği ile TÜBİTAK Teşvik Ödülü’nü almıştım. Umarım bana olan haklarını helal etmiştir. Mekanı cennet olsun. Ruhu şad olsun.

Kazım beyden sonra rahmetli Dr.Coşkun Saydam müdürüm oldu. Coşkun beyle olan beraberliğimiz (16 ıl) konusunu daha sonraya bırakıyorum ve cep telefonumda “WA Enstitü Grubum” daki kimi mesajlardan alıntı yaparak yazımı sonlandırıyorum:

Kısa bir süre enstitüde çalıştıktan sonra EÜZFakültesi’ne geçen Prof.Dr.Benian Eser “Zarif kişiliği ile hatırlayacağımız meslek büyüğümüze rahmet, yakınları ve meslektaşlarına baş sağlığı diliyorum”.

“Gerçek idarecilerdendi ışıklar içinde uyusun…” diye mesajına başlayan Asiye Derin; ve Handan Genç “…sadece iyi bir idareci değildi, babacan tavırlarıyla hepimizi kucaklardı…”; Aydan hanımın sözcükleri de “…her zaman feyz aldığım beyefendi kibar insan…”

Enstitü de Kestane Kanseri üzerinde doktora yaptıktan sonra EÜZF’e transfer olan Prof.Dr.Nafiz Delen mesajında yazıyor ki ” Mesleğimizin kıymetli büyüğü Kazım beyin kaybına çok üzüldüm. Altmışlı yıllardan beri kendilerini yakından tanımaktayım. Mesleğimize çok büyük hizmetleri oldu…”

Sevgili Nebile Kaya da mesajını klişelerin dışında sözcüklendirmiş: “…Çalışma hayatımızdaki yeri çok önemli, enstitülerin altın çağını yaşatan sevgili büyüğümüz…”

Sözün özü; “Hayat kısa. Öyleyse…” Doğduğumuzda kulağımıza okunan ezan öldüğümüzde kılınan namaz içinmiş. Koronalı günlerde geleneklerimizi sürdüremiyoruz. Cenaze törenlerine katılamıyoruz. Eve sığdırmaya çalıştığımız yaşamın sanal olanaklarını kullanıyoruz ve fırsat bulduğumuzda anılarımızı yeniden yeşerterek teselli bulmaya çalışıyoruz.

Başta Tomris hanım ve çocukları olmak üzere Türkoğlu Ailesine sabır ve metanet ve tüm meslektaşlarımızın tekrar baş sağlığı diliyoruz.

Öykücü

NOT: Yazımı bugün yayımlayabilmek için (şu an saat 23.) yazım hataları ve ifade uygunsuzluklarını redakte etmeyi daha sonraya bırakarak ilk yazdığım şekliyle paylaşıyorum. Affola.