Yaşam Büfesinde “Keçiboynuzu”

“…Aksak Timur (Timurlenk) hamamda Nasrettin Hoca ile sohbet etmektedir. Hocaya “Söyle hoca ben kaç paralık adamım ?” diye sorar (aslında tam böyle sormamıştır ama bugünün bunaklık düzeyini düşünebilseydi bence aynen böyle sorardı). Hoca lafını esirgemez ve “Üç paralık adamsın” der (can ciğer kuzu sarması iki arkadaş mesleki ömürleri birlikte geçmesine, aynı site içindeki komşu yazlıklarında tüm özellerini paylaşmalarına rağmen biri diğeri için “kaç paralık adam ki oturup onunla toplantı yapacağım ?” diyebiliyorsa…). Timur morarsa da hamamın loşluğunda kimse görmediği için bozuntuya vermeden: “Ne yaptın be hocam…” diye sözünü sürdürür ve “Üstümdeki şu peştemal üç akçe eder” der. Hoca “Ben de zaten ona değer biçmiştim” diye konuya son noktayı koyarken bugünün bunaklarına yıllar öncesinden gönderme yapar…”

 

Merhaba

Bugünlerde sahne alan bunakların sözlerine son noktayı koyacak bir hoca çıkar mı ? Malatyalı fırıldak korkudan mı yoksa fıtratından mı sözünü yalarken espri yapmıştım diyerek keyif çayını yudumlarken kaç paralık adam olduğunu düşünüyor mudur ? Neden “Keçiboynuzu” ? Fakülte ikinci sınıfta en korkulan derslerden biri “Ağaçlandırma” idi ve hepimiz dersin hocası Ercüment beyden korkardık. Liseden hiç bir temelimiz olmadan Latince bitki isimlerini ezberlerdik. Bunlardan kibrit yapımında kullanılan kavak için “İzmir’in kavakları”nı ya da Telli Kavak (Populus tremula) ı bir yana bırakıp “Amerikan Kavakları”na kafayı takmıştım. Henüz “Cins (genus)” ve “Tür (species)” sözcüklerinin Latincede ve sistematikte ayırdına bile varmamıştım. Düz yazı içinde Latince sözcüklerin ya italik ya da altı çizgili yazılacağını bilmiyordum. Çamın Latincesinin cinsini sevmiştim: Pinus ve tür olarak da “Fıstık Çamı” için Pinus pinea‘yı kendime daha yakın bulurken Sarı Çamın (Pinus silvestris) hem bilmem kaç dereceli enlemin altında olmayacağını (veya olacağını) ezberlemeye çalışırdım hem de gerçekten de koruma altında olduğunu öğrenmek için Çeşme’deki çamlarımla cebelleşirken yıllar sonra öğrenecektim. Çocukluğumdan kalan sevgisi ve bu sevginin sapan yapmada dallanmasının en uygun bitki oluşuna dayanması ile Vitex agnus-castus ile “Hayıt”ı, Türkçesine kimi yerlerde “Cehennem Çiçeği” deseler de Nerium oleander adıyla “Zakkum”u hiç unutmadım. Ağaç formundaki bitkilerden ikisi ise hiç birbirinden ayrılmadan zihnimde yerini aldı: Ceratonia siliqua ve Cercis siliquastrum. Türkçe isimleri de sırasıyla “Keçiboynuzu ve Ergüvan“. İkisi de Somalı çocukluğumun anılarında, Akpınar’daki zeytinliğimizin sınırlarındaki çit bitkisi olarak yerini alır. Neden yazımın başlığı günün koşullarında “Keçiboynuzu” ?

Aslında keçiboynuzuna haksızlık edildiğini düşünüyorum. Onu bir gram şeker uğruna çiğneme, yeme zahmetine değmeyen bir odun gibi tanımladılar bana bugüne kadar. Bugünün gerçek odunlarına bakınca keçiboynuzu adına üzülüyorum. Yazıma ilk anda “Mihenk taşı” sözcüklerini başlık yaptım. Sonra “değer ölçmeye yarayan” mihenk taşı kavramı beni Keçiboynuzuna itti. Nedeni de “Karat” oldu. Birkaç yıl önceydi güneşli bir gündü. Nezuş’la birlikte, Efes’e gittik. Kahve keyfi yanında Erkan’ın gösterdiği güzelliklere dalınca Nezuş, benim İş Bankası Kültür Yayınlarına doğru uzandığımın farkına bile varmadı. Kitap raflarını incelemeye başladım. Birini seçip aldım. Satın almamda iki neden vardı: İlki yazarı (Nükhet Vardar); ikincisi ise kitabın ismi: Marka Fotoğrafları. Nükhet hanım yine fakülteden en korkulu hocalardan olan Prof.Dr.Yusuf Vardar‘ın kızıydı. Fakültenin birinci sınıfında baraj vardı; sınıfta kalmak vardı. Üç fakülte (Tıp, Fen ve Ziraat) adına “FKB” dediğimiz üçlü ders grubunu “Fizik / Kimya / Biyoloji (Botanik ve Zooloji)” ortak alırdık. Bu nedenle birinci sınıfın sonunda isteyen fakülte değiştirebilirdi. Örneğin Manisalı Ömer ziraatı bırakıp tıpa geçmişti (yıllar sonra CINOS‘luların son iki evresinde fabrika doktorumuz oldu). Rahmetli Vefik Ataç da yine ziraattan Fen’e transfer olmuştu. Rahmetli Yusuf hoca Botanik dersinin sınavında ter döktürür ve özellikle İran ve Irak’tan gelen yabancı öğrencilerden hiç haz etmezdi. Bu nedenle ben ve rahmetli Lâtif İranlı Ahmet Faiz Şaar‘a ve Iraklı Mehmet Rıza Veli‘ye Botanik dersi verirdik. Bunca anıdan sonra söz konusu kitabı bulabilir miyim diye çatıya çıktım. Buldum. Kitabı 2012 yılının 17 Nisan gibi almışım ve ilk sayfasına iki not düşmüşüm:

1.Neden bilmem Nisan ayında 9 kitap almışım ?

2.Kitabın 157 nci sayfasında “Keçiboynuzu ve Karat” ilişkisini görüp hemen Efes’e dönüşte kuyumcu Erkan’a bu ilişkiyi okumuşum.

“…Keçiboynuzu çekirdeği, doğada ağırlığı değişmeyen bir tohumdur. Tohumlu bitkiler içinde yalnızca keçiboynuzu, uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebiliyor. Yani keçiboynuzunun içine su alma olasılığı çok az ve çok da uzun bir zamana bağlı. Meyvesinden çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını alıyor. Bu nedenle keçiboynuzu tohumu, Araplar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmış. Bu nedenle keçiboynuzu tohumu, Araplar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmış. Keçiboynuzu tohumu yüzyıllar boyunca elmas ölçmek için kullanılmış. Elmaslar keçiboynuzu tohumu ile tartılarak satılmış. Bu yüzden keçiboynuzu, kırat ya da karat denilen ölçüye adını vermiş. Son olarak, aynı zamanda “iki dirhem bir çekirdek” deyiminin de buradan geldiğini biliyor muydunuz? Keçiboynuzu çekirdeğinin dört tanesi bir dirhem eder, ki bu da 3 gr. ağırlığa denk geliyor. https://www.facebook.com/dekuyumcular/posts/870883089967186/…” 

Ve 8 yıl sonra yine aynı konu: Keçiboynuzu ve Karat. Bu ikisini buluşturan aslında beynin aradığını bulması yolunda bir örnek olarak bu ikilinin “Mihenk Taşı“nın türevleri olması. Tiksinerek ekranları izlerken Timurun üstündeki peştemal kadar bile değerleri yok bunakları kıçının kılı ağarmış seçilmişlerin nasıl olup da hâla alkışladıklarına akıl erdiremiyorum. Ve bu ruh halim beni 2001 yılındaki bir görüşmeye götürüyor:

Üç yıl içinde (1996/1999) global birleşmelerin yıkıcı etkisi altında ne olduğunu şaşıran CINOSgiller “Syn’le Sin Farkı”nın ayırdına varmada zorluk çekiyorlardı. “Kuvvetlerin Ayrılığı Prensibi” cazip gelmişti. Hemen herkes kendi bölümünde kendini kral sanıyordu. Hemen herkeste bir “Özgür Adam” havası oluşmuştu. Faydasından çok “Ben senden daha önemliyim” tavrı ve davranışıyla zararlı olmuştu. Halbuki “Syn“leşmeden önceki yılların 1850 den 2000 e uzanan yılların alışılmış yapısında genel müdür yardımcısı konumundaki “Pazarlama Müdürü” her bölümün üst patronuydu. Genel müdürün iki yardımcısı var görünürdü onaylanmış yapıdaki krokide görünmese de; biri pazarlama müdürü diğeri finans müdürüydü. ve…

Tam bu satırlara geldiğimde cuma ezanı okundu ve bizim Çeşme’de Tokmak Hasan‘da randevumuzu anımsayıp yazmayı bıraktım. Laptopu kapattım. Yola koyulduk. Göksugillerle keyifli bir öğle yemeği sonrası çarşıda kısa bir yürüyüş yapıp arabalarımıza döndük. Ayrıldık. Onlar arabalarına bindi. Biz arabamıza geldiğimizde her zaman alışveriş yaptığımız Relax’ın vitrinindeki eşoftman takımı beğenen Nezuş içeri girdi. Ben kapının önündeki banka henüz oturmuştum ki abicim bir deprem başladı. Sormayın gitsin. Kaldırımdan birkaç adım aşağı yola inip arabama yaslandım ve Relax’ın büyük camları ne zaman kırılıp dökülecek, ayağımın altındaki yer ne zaman yarılacak diye düşünürken içerdeki Nezuş’a yardım edememenin çaresizliğini yaşadım. Uzun sürdü. Durmak bilmedi. Dükkanın içindeki herkes salimen dışarı çıktı. Hemen telefonlara sarıldık. Keremgiller İzmir’de; Mestgiller Bornova ve Güzelbahçe’de, Ümitgiller Karşıyaka ve Kemalpaşa’da ve öğrendik ki hepimiz iyiyiz. A Haber’den dinlemeye başladık. Seferihisar odaklıymış (!); 6.6 şiddetindeymiş ve Bayraklı tarafında yıkılan evler varmış. Korktuk. Korkumuz sürüyor. Bu nedenle şimdilik “Keçiboynuzu” bu noktada kalsın ve “Kuvvetlerin Ayrılığı Prensibi” ile “Sen kaç paralık adamsın !” yargısını daha sonraya erteleyeyim.

Sağlık ve esenlik dileklerimle, Koronanın sıkıntılarına eklenen yeni korkuları açık ve aydınlık yollarda salimen atlamak için dualarımla Allah’a emanet olun.

Öykücü

NOT: Uygun görseli bulamadığım için bu seferlik “sade” olsun.