Yaşam Büfesinde “Değer Çerçevesi”

“…Sahip olduğunuz değerlerin farkına varın. Farkındalığınızı geliştirin. Özgüveninizi yükseltin ve sizi motive eden nedenleri bulun (MC)…Dünyanın her hangi bir ülkesindeki çalışma arkadaşlarımı ziyarete gittiğimde hepsinin başka dillerde konuştuğu, farklı farklı ülkelerde farklı sorunlarla uğraştığı halde hepsinin U…R içinde aynı değerlere sahip olduğuna tanık oluyorum. Bu güven yaratıyor, güven de birlikte çalışmaya olanak sağlıyor. Tasarladığımız herhangi bir sistemde oluşabilecek çatlakları kapatmamıza yardım ediyor. İşte gelişmenin de temeli budur. Bu yüzden güven olmadan gelişme olmaz, güven de doğru değer çerçevesine sahip olmaktan geçer (Paul Polman)…” 

 

Mart MOTES Kapanış; Nasıl başlarsa öyle gider; Sigarayı bırak(ama)mak

Merhaba

Bayramın en güzeli Çeşme’de. Copcuların kimileri Göcek’te Hamam Koyunda beraberliğin keyfini yaşasa da yaz gecelerinin doğal kliması Çeşme’de bir başka güzel. Bugün bayramı yarıladık. Yarın bayram sürse de kimileri için yine bir iş günü. Dönüş başlayacak. Salimen gelişler için dualarımız artacak. Umuyorum ki Haziran sonundan Ağustos başına uzanan sürecimizin ağırlıklı sağlık sorunlarından sonra ister Çeşme’de ister Göcek’te günler yorgunlukların atılmasına yardımcı olacak.

Sayıları artıyor. Korkuları yükseliliyor. Yine de maskesiz yakın mesafeler sürüyor. Bugün Sözcü’ye baktım ve İngiltere ve Hollanda gibi gelişmiş ülkelerde bile sahillerin eski günlerdeki gibi dolu olduğunu görüyorum. Hele bir de Lahey’in Schveningen sahilindeki kalabalıklığı görünce şaşırmadım desem yalan olur. Birkaç yıl önce Nisan ayının sonlarına doğru o sahile gittiğimizde rüzgarlı havada kumsalda at koşturan gençlerin görüntüsüne hayran kalmıştım. Demek ki tehditler söz konusu olsa bile keyifler daha baskın oluyor. Buna bakınca bir zamanlar kendim için kullandığım bir özlü sözü hatırladım (Sanki Sadi’nin sözüydü): “Canı can vererek satın almamışsın ki kıymetini bilesin.” Değerini bilmek gerek; gereğini yapmak gerek ve bu yolda süreklilik için usta olmak gerek ki > Bilmek / Yapmak / Olmak… (HaDoBe ‘den BeDoHa).

Bugün güne başlarken nedense “Değerler” sözcüğü odağıma düşmüştü. İlginçtir; bir süredir sol bacağıma vuran bir ağrının etkisi altındayım. Benzerini 2010 yılında Türkmenistan seyahati öncesinde yaşamıştım. Aynı ağrılar 2006 yılında ayrıca omuzumda ve sağ kolumda da şiddetlenmişti. O ikisinin nedenlerini biliyordum. Bu kez nedeni için sadece “kuvvetle muhtemel” düzeyinde bir açıklamam olabilir. Bunun cevabını da biraz müphem bir şekilde vereyim: “O yana dönder beni, bu yana dönder beni; sol yanımda yare var; sağ yana dönder beni“. On dört yıl önce ise benden uzatma kablosu istediler. Çatıda olabilirdi. Alıp gelmek için çatıya çıktım. Çatının arka kısmında çatı yüksekliği bir metreden az olan depo olarak kullandığım bir kısım vardı (hala var). Orada yere oturup kolinin içinden uzatma kablosu aradım. Buldum. Aldım ve… Alçak tavanlı yerde olduğumu unutup hızla ayağa kalktım. Kafamı tahta tavana hızla çarpıp tekrar yere kıç üstü oturdum. Sersemledim. Neye uğradığımı anlamadım. Acısını hafifletmek aşağıya inmeden önce için biraz bekledim. Acı çektim ama sonrasını tahmin edemedim. Birkaç gün sonra yoğun boyun ve kol ağrısı başladı. Öyle böyle değil. Eray o zaman Aydın’da ADÜ de idi. Ümit Bursa’dan geldi. Arabasının arka koltuğuna yatarak Aydın’a gittik. Arabadan tıp fakültesinin ana binasına kadar yürüyemedim. Güvenlik kulübesine girip bulduğum bir yere uzanıverdim. Sedye ile içeri aldılar. Tahliller, filmler, gözlemler derken “boyun fıtığı” teşhisi kesinleşti. İlaçlar yazıldı. Fizik tedavi yapıldı. Bu arada İsviçre’de SSTC Tazeleme Eğitimine katıldım. Kıvranıyordum. Eğitmen R.Davis bendeki acayip hareketlere bir anlam veremiyordu. İlaçlardan birisi yeşil reçeteli idi. Buna rağmen ağrı kesiciler etkili olmadı. Dönüşte rahmetli Prof.Dr.Nurcan Özdamar hocaya gittim. Ben boyun fıtığı ameliyatına hazırdım; hatta mutlaka olsun istiyordum. Eray’ın hep söylediği gibi Nurcan hoca son raddeye (sınır demek olsa gerek) gelmedikçe cerrahi müdahaleye karşıydı. Nurcan hocanın üç kriteri vardı. Bunlardan ilki görsellerin (filmler) gösterdikleri idi ki ameliyat gerekli diyordu bu dökümanlar. İkincisi beni parmak ucunda, topukta yürütüp diğer tüm hareketlere göre yaptığı değerlendirme idi. Buna göre daha ameliyata zaman vardı. Ameliyatsız iyileşme umudu vardı. Üçüncüsü benim şikayetlerimin şiddetiydi ve bana dönüp “Ne zaman artık ağrılara dayanamıyorum dersen, gel o zaman ameliyat edeyim” dedi. Ve biraz daha sabırla yola devam ettik. Olmadı; ağrılar azalmadı. Hocadan ameliyat günü almaya karar verdik ve ertesi gün…Ne oldu, nasıl oldu, ne yaptım, ne etkiledi bilmiyorum sabah kalktığımda ağrılarımdan eser kalmamıştı. Sanki o dayanılmaz ağrıları ben çekmemiştim. Ve aradan dört yıl geçti.

Canı can vererek satın almamışsın ki kıymetini bilesin” sözünü unutmuş olmalıyım. “Akıllı Büyüyerek Gelişmek” firmasına danışmanlık yapıyordum (2010). Evde temizlik yapılıyordu. “Tut şunun ucunu uzatalım abi” benzeri bir isteğe yanıt olsun için divanın sol köşesini tutup kaldırmaya çalışırken belimde bir şey “çıt” dedi. Sanki “çadırımın üstüne şıp dedi” gibi. Önemsemedim. Hatta ciddi şekilde hissetmedim bile. Aradan birkaç gün geçti belimde ve sağ ayağımda bir ağrı yukarıdan aşağı yayılmaya başladı. Öyle böyle değil. Oturmakta zorluk çekiyorum. Yürürken pek hissetmiyorum. En zoru da yatmak ve ne yöne dönsem ağrıdan kurtulamıyorum. Tıpkı by-pass olduğum 2000 yılının Nisan ayındaki gibi TRT Nağme’yi açıp uykusuz geceleri sabahın körüne kadar evin içinde yürüyerek geçiriyorum. Öyle bir zamana denk geldi ki Şubat ayında ne “Sevgililer Gününü” kutlayabildim ne de Türkmenistan’daki ilk eyaletteki eğitim toplantısına katılabildim. Buna rağmen bir hafta sonra yola koyulacaktım. Uçak biletimi aldım. Kılığımı düzletmek için berbere gittim. Koltuğuna oturmakta zorluk çektim ağrılarımdan dolayı. Uçağa binerken hostese dedim ki “Böyle böyle ağrılarım var. Bana en arkadan boş bir sırada yer ver. Ağrılarım artarsa uzanır kıvranırım ve sakın merak etme”. Beş eyalette Türkmenistan Tarım Bakanlığı yetkilileri ile birlikte keyifli eğitimler yaparken ağrılarımı unuttum. Dönüşte şiddetlendi. Yine Nurcan hocanın yolunu tuttuk. Bu kez de aynı hikaye ve dayanılmaz ağrıları yaşadığım bir günün ertesinde hiç ağrım kalmadı. Normale döndüm. Nasıl döndüğümü bir anlasam da bugün de aynısını yapacağım. Bugün ağrılarım ne zirve yaptı ne de geçti ve merak ediyorum ne zaman geçecek ?

Canı can vererek satın almamışsın ki kıymetini bilesin” ve “hafıza ı beşer nisyan ile malüldur”ün ortak paydasında “ders almamak” var ve her zaman söyleyip de kendimin pek yapmadığı bir uyarıya uymamak var. “En çok değer verdiğiniz ilk üç şey nedir ?” sorusunun yanıtı olan ilk sıradaki “kendine değer vermek” önerisini rutinlerde unutmak var. Nitekim “o yana dönder beni, bu yana dönder beni...” derken yine “kuvvet çarpı kuvvet kolu, yük çarpı yük kolu dengesini” tutturamadığım için olsa gerek sistematik ve sistemik bir ağrıyı on gündür çekiyorum. Gündüz geceye oranla daha iyiyim. Ya günlerin hareketi ya da günlük olayların meşguliyeti ağrıları hafiften hissettiriyor ve rutinlerimi bozmuyor. Gecenin ertesi günden vakit aldığı anlarda çatıda bir belgeyi aramaktan beni alıkoymuyor. Hatta ertesi sabah saat 07.30 olarak randevulaştığım ustayı beklemeden saat 06.00 da bahçede kazı yapmama bile olanak veriyor. Çoktan beri yapmadığım çapalama ile check-valf ve logarı terleyerek bulsam da ağrım artmıyor. Nezuş’un ısrarı ile “NsizFulAdaYürüyüşü” yapark ağrımı azaltırım umudunu korusam da işe yaramıyor. Logarı bulup sorunu çözdükten sonra bu kez Nezuş dezenfekte olma ek faydasını işleyerek denize gitmemde öylesine ısrar ediyor ki “NsizDeniz“in 2020 yılı şiftahını (biz Soma’da “şefte” derdik) yapıyorum. Yine de ağrılar değişmiyor; artmıyor, eksilmiyor. Sol kalçamla bel hizasından başlayan ağrı sol bacağımda ayağıma kadar yayılıyor. Bazen dizde yoğunlaşıyor. Asıl sıkıntı geceleri başlıyor. Yatağa yatınca yavaş yavaş belden ayağa kadar uzanıyor. Başlangıçta hem yayılma hızı düşük oluyor hem de ağrının şiddeti. Daha sonra bir yerde yoğunluk kazanıp şiddetini artırıyor. Yine de şiddeti şimdilik 2010 daki gibi zirve yapıp beni yataktan kaldırmıyor. Eğer yatağa gidişimde uyku baskınlık kazanmışsa ağrı bir yere yoğunlaşmadan uykuya dalıyorum. Uyuyorum. Nereye kadar ? Saatı 01.30 a kadar. Uyku yeterli olmalı ki rahatlık zonuna geçince ağrı kendini hissettirip beni uyandırıyor. Bir süre ne yaparsam, nasıl yatarsam, hangi hareketleri yaparsam, arayışları ile acayip hareketler yapıyorum. Bazen yere yatıp sert zeminde kültür fizik yapıyorum (şınav çekemesem de). Kalkıp dolaşıyorum. Sandalyeye oturup sırtımı sert zemine bastırıyorum. Bunlar için belki toplam yarım saat harcıyorum. Ama bana saatler gibi geliyor. Ne yaparsam yapayım ağrılarım artmıyor, eksilmiyor, yer değiştirmiyor. Sonra bir biçimde uykuya dalıyorum ve aynı işlem saat 04.00 civarında tekrarlanıyor. Sabah olsun diye dua ediyorum. Ağrıyı hissetmemek için düşüncelere baskı yapıyorum. Ve her şeye rağmen sabah oluyor. Bu ağrılara alıştım. Geçse iyi olur ama pek fazla ciddi şikayetim de yok. Şükür ve şükran duymama engel değiller. Gündüz rutinlerimi bozmuyorlar. Ara sıra ağrının arttığı anlarda yüzüm bozulsa da yetmiş beşini aşmış yılların yüzü normal zamanlarda da pek aydınlık görünmüyor yüzüm artık bana. Her sabah tıraş olurken yüzümü inceleyip artık neden gülmeyi unuttuğumu düşünüyorum. Önceki yazımda da bahsettim; evimizde iyi ki Melek var da iyileşme sürecinin kritik anlarında “Kara Melek” olmanın baskınlığı hissedilmiyor (belki bana böyle gelip avunuyorum). Demem o ki sahip olduğumuz değerlerin farkındayız ve şükür ve şükranla, Çeşme’nin güzellikleri ve sosyal mesafeli dostlukların desteği ile yola devam ediyoruz. Nereden nereye…

Yazıma Kevin Murray’ın “Amaç Sahibi İnsanlar” kitabından değerlerle ilgili bir bölümünden alıntı yapmak amacıyla başlamıştım. Yan yollara saptım. Güncelin sağlık sorunlara daldım. Geçen gün EMOT’dan Ata yoluyla Medikalpark’a uzanan süreci öykülendirdim. Sağlık özelinde onca paylaşımdan amacım yaşadıklarımdan daha çok nelerin neleri tetikleyebileceğini ve süreci öğretici köşelerini bir gün birine de yararı olur umudunu taşıyarak yazdım. Bugün “Ağrıları Kabullenme” nin arka bahçesinde “Sabır” sözcüğünü bir kez daha vurgulamak istedim. Böylece bugün Z Kuşağında CD+Y > BC; CD+D > EC ve CD+V > İC ve DC gelişmelerinin DNA’sında “D Serisinin Sevgisi” ile “C Serisinin Sabrını” somutlaştırmaya çalıştım. Yine de  CINOS’un şimdilik son evresindeki “Omurganın Orta Omuru” olan “Amaç ve Değerleri” anımsatarak bay Murray’ın kitabından kısa bir alıntı yapıp yazımı bitireyim.

Önce Netgillerden söz edeyim. Netgillerin ana kolunda (Netdirekt) temel değerleri “4UPs” ile açıklamıştık. Bu dörtlü değeri  “Update (Ud), Upgrate (Ug), Upcreate (Uc) ve Upskill (Us)” açılımlarıyla “4UPs” olarak tanımladık. Biraz daha açarsam; Yapı, Sistem ve İnsan olarak her zaman güncel olmak, gelişmelerle her zaman üst değerlerde yer almak, yaratıcılık için amacımızın ana bileşeni olan “kolaylık” için inisiyatif kullanmalarını teşvik etmek ve yine amacımızın diğer bileşeni olan “kesintisiz“lik için de kişisel yetkinlikleri beceriye dönüştürmek patron, yönetici ve çalışanlarımızdan beklediğimiz temel değerlerdir.

Bay Murray biraz daha sabretsin ve CINOS’un son evresinde 2005/2009 yılları arasında “Amaç ve Değerleri” yazımın girişindeki gibi global olarak aynı algıda yerleştirebilmek için çıktığımız F1 ve F2 öğrenme ve paylaşım yolculuklarından çok kısa söz edeyim. Önce “Eğiticinin Eğitimi” amacıyla Avrupa’da üç merkezde buluşmaya çağrı yapıldı. Ben Paris’i seçtim; sevgili Ajlan Barselona’yı seçti (sanırım TA da Londra’dan yola çıktı). Syngiller şirket amacını çok net olarak ortaya koydu: Bitkideki potansiyeli hayata geçirmek. Mükemmel bir sözdü; slogandan öte…Umuyorum ki bu değerli saptamayı bugün de aynı heyecanla, aynı yüksek inançla sürdürüyorlardır. Bunun için önce seçilmişlerle milli eğiticinin eğitimi programlarımız oldu ( F2 /deep dving seanslarımız oldu üçer günlük). Sonra tüm dünyada 25.000 çalışanın aynı değerleri paylaşmasını sağlamak için F1 toplantılarımız oldu. Ben o günlerden çok yararlandım; özellikle şirket şemsiyesinden çıktıktan sonraki sürecimin benim için doyurucu olmasını sağladığı için son dört seneye (2005/2009) minnettarım.

Ve şimdi Bay Murray’ın “Değer Tipleri

1.Temel değerler: Dürüstlük, bütünlük, saygı ve yenilikçilikten mahrum şirketler ayakta kalabilir mi ?

2.Farklılaştırıcı değerler: İş yapma tarzınız bakımından sizi farklı kılan nedir ?

3.Çalışmak için çok iyi bir yer olma değerleri: Çalışanların sizi tercih etmeleri ve sizinle yola devam etmelerini sağlayan değerler nelerdir ?

4.Yüksek performans değerleri: Yöneticiler yüksek performans kültürü için hangi değerlere önem vermektedir ?

5. Güncel değerler: Büyüdükçe kimi değerler kökleşir. Kurucunun değerleri yerleşip kalır. Hangi değerler güncellenmelidir ?

6.Gelecek değerler: Büyüyüp gelişirken değişip dönüşürken tüm organizasyonda doğru davranışları cesaretlendirmek için hangi inanışları yerleştirmek gerekir ?

7.Çekirdek değerler: Tüm yukarıdaki değerlerden damıtılan ve Güven, İşbirliği ve Yüksek performans getirecek olan “Çekirdek Değerler” belli bir avantaj ya da kısa erimli kazanç uğruna vazgeçilemeyecek dokunulmazlık zırhına bürünmüş olan değerlerdir; bunlar nelerdir ?

Yazım uzadı. Sağlıktan girdim. Değerlerle kapatıyorum. Kişisel değerlerimi yansıtan “misyonumu” bir kez daha anımsatarak bayramınızı kutluyorum:

Misyonum, özümün, ailemin, sevdiklerimin ve iş arkadaşlarımın daha sağlıklı, daha mutlu ve daha başarılı olmaları için kendilerine yardım etmelerine yardımcı olacağım.

Sizce buradaki anahtar sözcük hangisidir ?

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü