Yaşam Büfesinde “Nankörler”

 

“…Çingeneyi padişah yapmışlar, önce babasını asmış…Keşke Yunan galip gelseydi diyebilen meczubu baş tacı edenlerin Hakk’a şükür ve şükranla, vatanı ve milleti adına kendini feda edenle mihnet ve rahmetle işleri olmaz; olmuyor…G*t kısmetten çıkınca uçkur kırk yerinden kopuyor…Yüreğim sıkıştı; sanki kalp krizi geçiriyordum. Ayağa kalktım ve titreye titreye, sap sarı olarak “bir kere diyemedi, bir kere diyemedi” diye yüksek sesle söylenerek çıkıp gittim. Halbuki Ahmet Hocayı sevmiş, müdavimi olmuş ve herkesten önce ilk sıranın en solunda yerimi almıştım; Ahmet Hoca ile umutlanmıştım…” 

Amerikalılar Filmi (1992) / Temel’in Namazı (Sol omzundaki melek) / Behzat Ç (4.Sezon/6.Bölüm) > Dinden imandan çıkarken çeneyi kapalı tutabil(eme)mek

Merhaba

Bugün güne iyi başladığımı sanıyordum. Deniz kenarında elimdeki Barış’ın armağanı olan kitabı bitirdim. Çevre temizliğinde topladıklarımı büyücek bir nylon torbaya Ali Hoca ile birlikte sıkıştırdım. Biriyle paylaşınca çevre temizliğinden daha bir keyif alıyorum. Çöp toplamanın neresinde keyif olabilir ki ? atanlara küfretmekten başka diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Kızmıyorum; küfretmiyorum. Sadece içimdeki seslerin gürültüsünden dış dünyaya karşı daha bir fazla sessiz oluyorum.Bu sessizlik de yüzümü daha karartıyor ve her sabah tıraş olurken aynadaki yüzümü gün geçtikçe daha fazla sevmez oluyorum. Kendi kendime kendime dönük yarattığım sevgisizlik de dışa mutlaka bir biçimde yansıyor ve tepkilerim kontrolümden çıkıyor; etki ile tepki arasındaki özgürlük alanımda pek doğru davranamıyorum.  Bugün de öyle oldu.

Sabah hava da güzeldi deniz de. Ortaokuldaki (yoksa lise miydi ?) İngilizce ders kitabımın okuma konusu geldi aklıma. Gatenby’in kitabını okuyorduk. “Browns family went to sea side. The sea was calm…” cümleleri belleğimde. Geçmiş zamanı öğrenmeye çalışıyorduk. “Tenses” dediğimiz zamana bağlı cümle yapısındaki değişikleri iyi bilmek gerekiyordu İngilizce konuşmayı bilmesek de. Böylece özellikle İngilizin kendisinin bile kullanmadığı “Perfect Tense” leri gelmişi geçmişi ve geleceği ile çok iyi biliyor ama dilsiz duruyorduk. Bugün de öğle vakti çevrem dilsiz şeytanlarla doluydu. Bu durumdan yakınmayı, bizden çok uzaklardaki ve ana dili gibi İngilizce bilmeleri gereken Güney Doğu Asya’dan haber veren SPIN Selling‘in yazarı Neil Rackham’dan da yabancı dil öğrenmedeki başarısızlığın itirafı olarak duyabilirsiniz. Yanlışta o gün , altmış yıl önce ısrar edenler bugün varlığımızın nedeni olan şükür ve şükranla anarak gönülden, yürekten kutlamak gereken “Zafer Bayramı” neşemi yok eden hainler, nankörler yüzünden kahroluyorum elimdeki pembe fısfısla daha fazla tıkanmamak için. Bu nedenle gramerden en yüksek notu alsak da benzincide adres soran turiste karşı aval aval bakıyorduk öküzün trene baktığı gibi. Bugün de cemaat bir kişinin yüksek sesle karşı çıkmasına yandaş olup da bir mesajı yerine ulaştırmak şansına öküz gibi bakıyordu ben camiyi terk ederken. Temmuz ayında da gerilmişti sinirlerim yine bir cuma hutbesinde Ahmet hoca üç kere “Mustafa Kemal” dedikten sonra bir kere olsun, Allah rızası için olsun “Atatürk” demedi diye. Kendimi tutamayıp Ahmet hocanın cuma mesajına karşılık olarak sitemimi aynı şu cümlelerle paylaşmıştım WhatsApp’tan:

…12.07.2019/14.58…Merhaba Ahmet hoca, bugün ne dikkatimi çekti ? paylaşmak istiyorum. Siz hemen her cumanın son duasına “Gazi Mustafa Kemal” adını ekliyorsunuz; çok güzel. O an “Acaba ATATÜRK’ü de ekleyecek mi ? diye merakla bekliyorum. Bu hafta Çeşme Müftüsü her nasıl olduysa sözlerinden alıntı da yaparak “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” ismini tam olarak ve dört defa dillendirdi. Çok mutlu oldum. Ve de çok umutlandım içinde bulunduğumuz “Kaos eşiğinde Yaşama”dan başarıyla, bir yol kazasına uğramadan çıkabilmek için. Sağlık ve esenlik dileklerimle açık ve aydınlık yollarda her gün umutla öğrenmelerle selam ve sevgilerimle…

… ve Ahmet Hoca görevli olarak hac/umre yolundayken (veya fındık toplamaya gitmişken) yine ilk sıranın sol başına oturup vaazı dinlemeye başladım. Bu kez “iman ve inanç için evde örnek olunmalı ve namaz kılmayı 7 yaşında emredip 10 yaşında mecbur etmeli. Ağaç yaşken eğilir. Daha sonra namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek zor gelir...” çerçevesinde fazla tedirgin etmeden orta yollu olarak sürüyordu vaaz. Çeşme Müftüsü değildi. Sesi cüppeliye benzemiyordu. Daha bir helal süt emmiş gibi geldi bana. İç huzurum yerindeydi. Cami ve bahçesi dolmuştu. Kendimi birden ilk sıranın soldan üçüncüsü olarak buldum. Sol cenahtan iki kişi sırayı sıkıştırmıştı. Yine de aralardaki boşluklar dolunca dirsek temasıyla fazla rahatsız olmadan (rahatsız oluyorsan evinde kal, gelme) cumanın sünnetini kıldım. Hoca hutbe için merdivenleri tırmandı. Baktım eskilerden tanıdığım ve her zaman mülayim biri olarak algıladığım tanıdık bir hocaydı Ahmet hocanın yokluğunda cemaate imamlık edecek. Caminin hem fiziksel ve hem de ruhsal havası güzeldi. Her şey yerli yerine oturuyordu. Hutbe her zaman olduğu ve internette yayımlandığı gibi merkezden derlenmişti. Mehmet Akif Ersoy’un mısralarından copy/paste ile yapılandırılmıştı. Bugün 30 Ağustostu ve hutbenin içinde Mohaç ve Malazgirt vardı ama 1922 den eser yoktu; Mustafa Kemal Atatürk yoktu. Yüreğim sıkıştı. İsyanıma dur diyemiyordum. Suskunluğumla kalp krizi geçirme aşamasına geldim. Cemaattan biri “Hoca Allah için bir defa olsun Atatürk de” dedi. Cemaatten hiç bir destek yoktu. Çeşme’de makarna ve kömür işlemezdi. Hutbeyi okuyan hoca Allah rızası için Ahmet Hocanın yerine vekalet eden emekli bir zattı. Sözlerinin arasına Atatürk koysaydı kimse onu dövmezdi; işinden atılmaz, maaşı kesilmez, çocukları evde aç kalmazdı. Tek sese hiç bir destek olmadı. Söylene söylene yerimden kalktım. Hoca merdivenlerde donup kalmıştı. Henüz vatana, millete Türkçe dua ettireceği yere gelmek üzereydi. Ancak şaşkındı. Ayağa kalktım tüm cemaatin arasından tek kişi olarak “Bir defa olsun Atatürk diyemedi, diyemedi adam…” diye söylene söylene, sap sarı bir yüzle ve titreye titreye camiyi terk ettim. Caminin avlusu doluydu. Herkes içeride bir şeyler olduğunu duyuyordu ve tek gördükleri camiyi terk eden bendim. Neler düşündüler, arkamdan neler söylediler bilmiyorum. Hemen Ahmet Hocaya veda ve helallik isteme mesajı yazdım uzunca bir açıklamayla. Eve bu kadar erken dönüşümden ve yüzümün renginden, titreyişimden Nezuş korktu. Ona anlattım. C13 grubuna ve ZM68 grubuma anlattım. Hemen geribildirimler aldım. Aradan beş saat geçti ve hala düzelmedim. Klavyenin tuşlarına daha sert ve daha titrek basıyorum. Bu kadar nankörlüğü kaldıramıyorum; hazmedemiyorum. Eve gelince yatak odasına çıktım. Nezuş’un her sabah namazı için saat beşte kalkıp da iki saat şükür ve şükranla dua ettiği seccadeyi yere serdim. Cumanın iki rekat farzını ve sonraki dört rekatını kılıp camideki ritüeli aynen gerçekleştirdim. Bundan böyle cenaze ve bayram namazları dışında camiye gitmeyeceğim. Her cumayı evimde ve Nezuş’la birlikte daha içten, daha inançlı ve kirlilikten arınmış yakarışları birlikte yapacağım. Böylece evimde iki kişilik cemaatin imamı da olurum. “Evde cuma namazı kılınmaz ki; kadınlar cuma namazı kılmaz ki…” diyenlerin canı cehenneme (aralarında sevdiklerim de olabilir, onların da “canı sağ olsun” der geçerim; camide koyun sürüsü gibi dayatılan sözleri dinlemektense). Camiden çıkarken bir ses de “Hoca ne yapsın eline verileni okuyor” ve bir diğeri de “camiye siyaset sokmayın” diyordu ki ikisi de sadece koyun olmanın “meee” sesleriydi. Ve bu sesler Çeşme gibi en gelişmiş anlayışların, hoşgörünün coğrafyasından geliyorsa Anadoludaki makarna ve kömüre oryente halkımın tepkisizliğini ya da linç etme tepkisini hayal bile edemiyorum. Bu nedenle “ne Şamın şekeri ne arabın yüzü” veya “sevaba gireyim derken günaha girmektense” veya “I wish I could, diye çaresizliği yaşamaktansa” evde cumalanmak evladır. Bu düşüncelerle birden bire Temel’in namazıyla ve Amerikalılar Filminin neden beynimde aynı potada buluştuğunu ve o sırada yanlarına neden “Behzat Ç.” nin dördüncü sezon, altıncı bölümünden “Deist ve 3 Tas” metaforunu yanlarına aldıklarını anlamakta zorlanmadım (yazımın girişindeki görsel ve film). Zorlanmadım; çünkü Amerikalılar filmini “Satışın ABC’si “Always Be Closing” ve “AIDA” ana mesajlarıyla yirmi senedir öğrenme yolculuklarımda kullanıyorum. “Behzat Ç” nin ise ağzının bu denli bozuk olduğunu bilmiyordum sansürsüz izlediğimde gördüm, öğrendim ve “çıkar artık ağzından şu baklayı” deme noktasına gelince suskun kalınamayacağını daha iyi anladım. Peki ya Temel’in namazı ne alaka ?

“…Temel namaz kılıyormuş; ancak namazın sonundaki başını sağa çevirip “esselamünaleyküm ve rahmetullah” dediğini ve daha sonra sola çevirip aynı selamı neden tekrarladığının anlamını bilmiyormuş, merak ediyormuş. Hocaya gidip sormuş. Hoca sakince açıklamış: “Evladım Temel, namazın sonunda sağ omzunun üstünde duran ve senin sevaplarını yazan meleğe, daha sonra sol omzunun üstünde duran ve senin günahlarını yazan meleğe selam veriyorsun” demiş. Temel anlamış, kabul etmiş ve daha sonra kıldığı namaz biterken başını sağa çevirip “esselamünaleyküm ve rahmetullah” demiş; daha sonra başını sola çevirmiş “ha s*ktir” demiş…”

Ben bunun Türkçe mealini kayınbiraderimden öğrendiğim bir özlü sözle kullanır oldum: “Eşeğe eşek demezsen eşek seni eşek sanır”. Sabrın sınırına dayandığım anlarda, ipin kopmasını göze aldığım olgularda yetmiş beşe az kala geçen günlerimde en fazla üç defa olsun bunu demişimdir. Bugün içim bunu bu sözlerle dillendirmeye elvermiyor ve daha fazla günaha girip pişmanlık duymamak adına bu sözleri kullanmıyor isem de Behzat’ın ağzından, Amerikalılar filminde Alec Baldwin’in sesinden ve Temelin “adamına göre muamele” örneğinden yola çıkarak bugün veda ediyorum; eve dönüyorum.

Sağlık ve esenlik dileklerimle daha fazla şükür ve şükran dolu 30 Ağustoslarda Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını minnetle duayla anıyorum. Ruhları şad olsun. Mekanları cennet olsun. Nur içinde yatsınlar. Allah onlardan razı olsun. Kadir kıymet bilmez, bizi Allah’la, Kur’an’la, dinle aldatan hainlerin, nankörlerin canı cehenneme. Geçen hafta verdikleri örnekle 100 kişiyi katleden caniyi koydukları cennetlerinden, onlardan uzak kalacağım bir dünyada sağlık ve esenlik dileklerimle; bir gün mutlaka devranın döneceği ve hesaplaşmanın öbür dünyaya kalmayacağı umuduyla bayramımızı kutluyorum.

Öykücü