Yaşam Büfesinde “THE WHY (Neden)”

“….Ulus devlet iki arada bir derede; büyük sorunlarda etkili olamadığı kadar küçük, küçük sorunlarda etkili olamadığı kadar büyük (varlık ya da yokluk kuyruklarının önündeki çadırdaki soğanlar da; kiralanan tank fabrikası da gözleri yaşartıyor). Şimdi dünyayı şirketler yönetiyor. Önce yapıları kurup şekil veriyoruz, daha sonra yapılar bize şekil veriyor. Enformasyon çölünde şirketlerin sözü geçiyor ve enformasyon ormanında internet mahallesi kuruluyor. Enformasyon komisyoncularıyla kendi kendini dilimleyen bireylere dönüşüyoruz. Hepimiz geride izler bırakan herkes oluyoruz. Eski yeniye yer açarken otoriteye meydan okuyor ve kazanmak için vermeye hazır duruyoruz. Dünya bir sahne ve hepimiz rollerimizi oynuyoruz.  Anlıyoruz ki; korkuyla yönetim öldü (yanlış anlaşılmasın devletten değil şirketlerden söz ediyorum; devlette hâla Makyavelli’nin Prens’i var) daha insancıl olmalıyız. Görev öldü, daha fazla esnek olmalıyız. Kariyer yerine yaşam elde etmeliyiz. Geleceğe temelde yanıtlardan çok sorular yön veriyor. Oyunda öne geçmek için zekice ve herkesten hızlı sorular sormalıyız derken Henry Bey diyor ki “yanıtlarıma göre sorusu olan var mı ?”…”

GAT / MAS / RAW ve “Neden / Nasıl / Ne” Sorgulama “THE WHY-OKRs”

Merhaba

Bir elimde “Delifişek” diğer elimde “Yükseltilmiş Çıta” ve tansiyonun gelgitlerinde avunmaya çalışıyorum. Hava bazen kışa bazen bahara dönse de henüz yüreğime cemre düşmedi. Yoksa hava güzel olunca biz böyle eve kapanıp kalmazdık ki ! Çeşme şimdi bir başka güzeldir. Çimleri kaplayan baklagil türü yaban otlarının sarı, mor çiçekleri açmıştır. Sarı ile mor ne zaman bir araya gelse hemen İzmir Atatürk Lisesi (İAL) düşer aklıma ve an gelir 184 Tuna Tekeli‘yi özlerim. Nerededir, nasıldır, ne yapıyordur ? diye özlemim yoğunlaşır. Ben Tilkilik Ortaokulundan Tuna ise Karataş Ortaokulundan gelmiştir İAL’ne. Karataş Lisesinden gelenler daha az disiplinden ve fakat daha gelişmiş kültürlü bir semtten gelmişlerdir. Ya da bunun temsilcisi olan Tuna’nın yapısı nedeniyle Karataş Liseliler daha naiftir benim gözümde. Internetten iletişim kurmayı denedim bulabildiğim linklerle ve umarım gerçekleşir. Yazıma başlarken amacım bu değildi ama yan ürün bazen daha da keyifli oluyor.

Hava güzel olunca” diye yazınca yukarıda aklıma ellili yılların başındaki iki okuma kitabı geldi. İlki rahmetli ablama aitti. Benden yedi yaş büyük olan ablam ben doğduğumda (1945) ilk okula başlamıştı. Aradan geçen yedi yılda değişen okuma kitaplarının kağıt yapısını ve konu içeriklerini anımsamaya çalışıyorum. Benimkinden son sayfadaki “Karga ile Tilki” öyküsünü unutmuyorum. Okumaya söken ilk okul öğrencisinden ilk (ya da tek ve son) La Fontaine‘den kurnaz olmak ve peyniri kapmak anlatılıyordu. Yıllar geçince rahmetli Özal’ın genç köşe dönmeci prensleri de bunu yapıyorlardı ellerindeki MBA diplomalarıyla. Tıpkı geçen gün bir partilinin dediği gibi “Hırsızsa bizim hırsızımız; biz ona oy veririz”. Böylesi ortamlarda geleceği şekillendirecek hangi sorular işe yarayabilir ki ? Yine Özal dönemindeki bir mahkeme salonu ve bir mafya babası rüşvetle birlikte anılıyor. Hakim soruyor “Belgesi var mı ?“. Baba kendinden emin ve “Rüşvetin belgesi mi olur ?” sözlerinin arkasına rivayet olunur ki bir de “…mi olur ? Pez**nk” ekliyor. Olsa ne olur, olmasa ne olur ? Öyle bir dönem geçiriyoruz ki “patlıcanlar acımış kırağı çalmıyor ve hiç kimse hain kurttan korkmuyor. Prens sevgi yerine korkuyu tercih edince hainler, bekalar, çeteler, zillet ve illet düşüklükleri gırla gidiyor…” Bu gidiş gidiş değil ve bakalım roller-coaster dibe vurunca yine yukarı çıkabilecek mi ?

Hava güzel olunca” nın anımsattığı iki okuma kitabının aklımdan kalan izleriydi ve bana ait olanı aklımı yine rayından çıkardı. Aslında benden yedi yıl önce, ikinci dünya savaşının karneye bağlanmış yokluk (yokluktan daha çok idare etme önleyici tedbirleri demek daha doğru olur) yıllarında daha kaliteli bir okuma kitabına, ablamın kitabına dikkat çekmek istemiştim. Diğer bir deyişle benim kitabımda Ali top atıp top tutarken ablamın kitabı, konularıyla daha çok aklımda kalmıştı. Dört konuyu çok net anımsıyorum: “Cimri Hamit” kavanozun içine koyduğu peyniri sadece dışından koklatıyordu çocuklarına. Birgün çocuklar kavanozun kapağını açıp da peyniri koklayınca baba Hamit çok kızmıştı. O günlerde (ellili yılların başları) baban tütüncüydü ve bizim evde bu zor, zahmetli işin izlerinde yine de kısıtlayıcı bir şey anımsamıyorum. İkinci konu elektrik tellerine asılmış çamaşırları işleyen konu ile tehlikeye dikkat çekiliyor ve ceryana (!) çarpılan birini kurtarmak için kolundan tutup asılmak yerine doğru yol anlatılıyordu. Üçüncüsünde ise denizdeki kayıklardı. Biri yeni ve kayıkçı yaşlıydı; diğeri eski ve kayıkçı gençti. Üçüncüsü kıyıdan biraz uzakta demirlemiş yeni ve tenteli bir kayıktı. Burada da çoğu zaman tercih yapmak zorunda kalacağımız işleniyordu. Dördüncü okuma konusu bu paragrafı yazmama neden oldu. Ev hayvanlarını, kümes hayvanlarını işleyen bu okuma konusunun ilk cümlesi olsa gerekti zihnimde kazılı duran: “Hava güzel olunca biz bahçeye çıkarız”. Ve geçen haftanın birkaç günü tam bir bahardı ve biz Çeşme’ye gidemedik, aklımız orada olsa da. Her şey nasip meselesi… Rahmetli annem sağ olsaydı şöyle derdi “Günler çuvala mı girdi ? Haftaya gidersiniz…” Haklı. Haftaya gideriz.

Yazıma eklediğim bir film var, biraz uzunca. Bir görüşme yaptım. Bir TED konuşması izledim (John Doerr). Daha önce izlediğim bir başka TED konuşması ile bütünleştirdim (Simon Sinek). Geçen sene yaptığım bir konuşmaya eklediğim aynı mesajı düşündüm. Akıl yorgunluklarımla sürdüremediğim “empati” yi düşündüm. SSTC (Soru Sorarak Tabiiki Canım) öğrenme yolculuklarındaki “Soru Sorma Becerilerini” anımsadım. “Neden” sorusundan çekingelerimi irdeledim. Hommer Smith‘in çok sevdiğim kitabında “Sorularla Satmak” bölümünün başına aldığı “Rudyar Kipling” in altı yardımcısını düşündüm. Uydurduğum üç temel kısaltma (GAT/MAS/RAW) ile “Neden / Nasıl / Ne” sorularının sıralamasını değiştirip birbirine karşıt durmalarını sağladım. Bu akıl oyunlarıyla “Neden” sorusunun John Doerr’de gördüğüm “THE WHY” ile çerçeveledim. Omurgalı Liderlik modelimizin ortasındaki “Amaçlar ve Değerler” ile “Pusula” nın kuzey ve güneyindeki “Yön ve Sonuç” geçişlerinde “THE WHY” ı daha fazla özümsemeye çalıştım.

Fazla söze gerek yok. Filmi izleyince ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır umudundayım. Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü