Yaşam Büfesinde “Dinle(me)mek”

“…Bir ağzımız varken iki kulağa sahip olmamızın nedeni konuşmaktan çok dinlememiz gerektiğidir” Bu sözün sahibi olan Kıbrıslı Zenon’a göre en büyük ilke doğaya uygun davranmaktır. Doğa, eş deyişle her şey tanrıdır (vahdet-i vücut). Doğaya uygun davranmak, usa uygun davranmak ve dolayısıyla insanın kendi kendisine uygunluğu demektir. En doğru seçen, sabırla katlanan, en ölçülü ve en adaletli üleştirici doğadır (Zenon’un dört ana erdemi: 1.Doğru seçme, 2. Sabırla katlanma, 3.Ölçülü olma, 4.Adaletle üleştirme). Mutluluk bilgeliktedir ve bilgelik doğaya uygun davranmaktır. … Bilgeliğe teorik ve pratik erdemi elde ederek varılır. Teorik erdem, nesnelerin kendiliği üstünde doğru bilgi edinmektir. Pratik erdem, usa uygun davranmaktır. Bu iki erdem birbirlerine sıkıca bağlıdırlar. Bilge, kendi kendine yeterlidir. Doğalaşan bilge bir kaya parçasının mutluluğuna erişmiştir, artık onu hiçbir şey sarsamaz ve yıkamaz. Tasarımlardan ve sanılardan (doxa) kurtulmuş bir akıl, açık seçik doğa bilgisini (episteme) edinebilir. Açık seçik doğa bilgisi de insana yaşamak ve mutlu olmak için en doğru ölçüyü verecektir…”

Merhaba

(Bu yazım 17 Haziranda seçimden önce ve seçim atmosferi içinde yazılmış ve “taslak” olarak arşivde kalmıştır. Bugün yeniden okuyarak yayımlayacağım)

Şunun şurasında tam bir hafta kaldı. Kim mutludur, kim daha mutludur ? Uzun adam mı ? Uzun adamın stepnesi mi ? Uzun adam ve şürekasında (!) Zenon’un dört kriterinden hangileri vardır ? “Hiç biri mi ?” gerçekten mi ? Emin misiniz ? Son kararınız mı ? Bu kararınız bir hafta sonrasına yansıyacak mı ? Yoksa uzun yoldan gelen ince, ak ve karanın demir gibi duruşlarına güvenenler mi ? Mahalle başkanlarına seslenişe bakıyorum; yüzlerden yok olan nuru arayan gözlerle ve endişeyle soruyorum “Nereye kadar ? Ne olacak bu işin sonu ?” ve altmışlı (!) yıllardaki rahmetli Bölükbaşı’na atfedilen konuşmayı anımsıyorum. İktidar sırf onun yoluna taş koymak için Kırşehir’i ilçe yapmıştı. Bölükbaşı’nın partisinin adı “Millet Partisi” idi; kendi isimleriyle kıraathaneleri yoktu ama parti amblemleri kartaldı, kuştu. Rivayet olunur ki Bölükbaşı meydanlarda yaptığı konuşmasını şu etkili mesajla sonlandırırdı: “Millet partisinin işareti kuştur; mührü kuşa basmayan puşttur“. Rahmetli asla böyle demezdi bana göre; bunu diline almayacak kadar kaliteliydi. Henüz bugünlerin ahlaken savrulmuşluğu yaşanmıyordu. Burada önemli olan kek gibi, kıraathane gibi, puşt gibi basit ama etkili mesajların siyasi arenada verilmesidir. Yoksa aklıma beceriksizlik örnekleri olarak takılıp kalan apolet ve borcam değildir kararsızları etkileyecek olan. Sorun kemiksiz olan dilde mi; yoksa bu dili yönetemeyen beyinde mi ? Bu sorularla “dinlemek” amaçlı kitapçığa bakarken aklım yine Stoacılara gitti ve kurucularından olan Kıbrıslı Zenon (Xenon)un ağız ve kulak bağıntısı ile yazıma giriş yapmaya çalıştım. Ya beni saran gerçek hava !

İki gündür bahar yağmuru gibi güzel yağmur yağıyor Çeşme’ye ki kimi zaman kararan gökyüzüne bakınca ve kulakları zorlayan gök gürültüsünü dinleyince bir hafta sonrasını hayal ediyorum. CB imzasıyla, kırmızı mührüyle, MİT’e yazılmış belge mi doğru; yoksa bunu yalanlayan açıklama mı doğru ? bilemiyorum. Artık böylesi kirli bir medyada doğru ile eğriyi ayırt edemiyorum. Bu beceriksizliği gösteren sadece ben ve benim gibiler mi yoksa herkes mi ? Bu gidiş, gidiş değil. Bu işin sonu kötü. Biz cambaza bakarken el oğlu malı götürüyor. Yağmur zarar vermiş mi ? düşüncesiyle çatıya çıktım. Şükür bir zarar görmedim. Kitaplığıma baktım. Son NET-MOTES Plus taki ana fikrimi düşündüm. Aradım ve buldum. Yirmi yıl önce (Temmuz 1998) HBR dan bir makalenin özenle sakladığım yayını elime alıp aşağı indim. Bu makalenin orjinial tanıtım linki ve kısa açıklaması aşağıda (https://hbr.org/product/yo-listen-up-a-brief-hearing-on-the-most-neglected-communication-skill/U9807D-PDF-ENG; https://hbr.org/search?term=David+Stauffer )

In today’s team environments, good listening skills are perhaps more vital than ever for effective management. However, listening is the least-taught communication skill, and the one in which practically all of us could use a refresher course. Not only are poor listening skills considered bad form, but the inability to listen can be costly to your business when you fail to hear and comprehend what your team members, boss, and customers have to say. This article offers portrayals of the typical “bad listener” and the ideal “good listener” and provides five suggestions on how to become a better, more active, listener.

Bırakalım İngilizce tanıtımını da biz sadede gelelim. Yazısına “Dinlemek, en çok ihmal edilen iletişim becerisi” olarak başlık atan  David Stauffer‘in makalesi her nasılsa “gizlilik” notu ile 2009 yayımlanan David Smith’in “360 derece geribildirim” çerçeveli raporuna da referans olmuş. Bay David (!) by bay David (!) in makalesini özetlerken “iyi dinleyici olmanın beş kuralı“na dikkat çekmiş. Ben de 07.1998 tarihine ait makalenin (ki HBR kaynağında iki sayfa olarak belirtilen anlatım benim kitaplığıma 8 sayfa olarak girmiş. İkinci Netgiller olup da hızlı büyüme, sıçrama gösteren ve bunun için genç, dinamik, bilgili ve atak SİGD olan sevgili Ali’ye verilen (daha doğrusu Ali’nin kendiliğinde verip taahhüt ettiği) iki temel hedef için (ciro ve kârlılık) bence en önemli konu “dinleme becerisini geliştirmek” olacaktır ki böylece;

1.İkna becerisi artsın,

2.Etkili zaman kullanımı gerçekleşsin,

3.Söylenenlerin ötesine erişip fırsatlar daha iyi değerlendirilsin,

4.Dinleyenlerin heyecanları ve dinleme hevesleri sürsün,

5.Hedefe uzanan sürecin adımları daha net irdelenebilsin ki,

6.Yıl sonunda sürprizler yaşanmasın,

7.Etkili geribildirim verilebilsin, alınabilsin, istenebilsin.

Daha yirmi yıl önce devrimize “kayıp enformasyon çağı” demiş birisi (ben tanımam ve önemini de pek anlamam bunu söyleyen Bay Bill McKibben‘in). İnşallah geçen 20 yıl içinde yöneticiler ağızlarından çıkan sözlerle, kulaklarına giren sözler arasındaki dengeyi tutturmayı öğrenmişlerdir. Bu konuda umutlu muyum ? Hayır. Yirmi yıl öncesi (1998) benim CINOS‘un ikinci evresindeki (NOlaştığımız dört yıl süren ve global birleşmenin kimyasının “dinleme(me)” nedeniyle oluşmadığı kısa dönem) kritik dönemimde de dinleme önemsenmiyordu; aradan geçen on yıl sonra 2008 de de… Ki bu arada CINOS’un üçüncü evresi olan Synleşme döneminde gerek Çerçeve Çalışmalarının zorlayıcı çerçevesi içinde, gerek Amerikalı SEC’in önderliğinde 32 küçük beceri ile adım adım gelişmenin zorlandığı gönüllülük sürecinde dinleme en önemli olan konu olmasına rağmen oğlum Eray’a : “Seçilmiş yıldız oyuncuları ya CCL’e ya İNSEAD’a gönderiyorlar. Eğitimin en üst düzeyinde öğrenme şansı yaratıyorlar ve bize dinlemenin önemini ısrarla anlatırlarken acaba onlara özellikle “dinlememe eğitimi” mi veriyorlar ?” diye sormaktan kendimi alamamıştım. İlk bakışta SSTC Ustalık Yolculuğunun ikinci ana mesajı olan “pick-up positive, ignore negative (Olumluyu yakala ve kullan, olumsuzu duymazdan gel)” sözlerine uygun görünse de bu işin de sınırı 2 veya en fazla 3 defa duymazdan gelmektir. Bizim profesyoneller kıçını yırtsan duymaz oluyorlardı ki sadece olumsuzları değil… Daha fazla üstlerine giderse ellerini masaya vurup “Bizi yönetici yaptılarsa biz doğrusunu biliriz” bile diyebiliyorlardı. Evet doğrusunu biliyorlardı Fırat kenarında sahte timsah gözyaşları akıtırken ve fazla sürmedi Boğazın serin sularına bakarak güvertede şampanya patlatmayı yazılı mesajlarına konu edenlerin saltanatı. Bu dünya CINOS’taki sultan süleymanlara da kalmadı; inşallah haftaya güncel siyasi arenanın süleymanlarına da kalmayacak. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.

Bu yazıma 17 Haziranda başlamışım. Her ne olduysa; ne değişti ya da değiştirdiyse “taslak” olarak kalmış. Silmeye kıyamadım diye yayımlayıverecektim ki;  de içime bir kurt düştü ve yayımlamazdan hemen önce aradan geçen dört ayda nelerin değiştiğine bakarak revize, redakte etmenin şart olduğunu düşündüm.

İnşallah bir mesaj verir. Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü