Yaşam Büfesinde “Sıkıldık* ama/ve…”

“…Azrail yanına stajyer meleğini de alıp yeryüzüne iner. Önce bir zenginin evine uğrar. “Biz Tanrı misafiriyiz; bu gece sizde konaklamak istiyoruz” der. Zengin yüz vermez. Önlerine kuru bir ekmekle bir tas su kor ve onları yerde, kuru tahtada yatırır. Ertesi sabah Azrail yola çıkmadan yerde gördüğü kırık tahtayı onarır. Stajyer melek bunu görür ve bir anlam veremez. Ertesi akşam fakir, yaşlı bir karı kocanın evine misafir olurlar. Yaşlı çift ne yapacağını bilemez. Ellerindeki bir tas yoğurda iki yumurta kırıp çılbır yapıp misafirlerine ikram ederler ve evlerindeki tek yatak olan kendi yataklarını onlara verirler. Ertesi sabah ayrılırken Azrail yaşlı çiftin tek geçim kaynağı olan ineklerinin canını alıp evden ayrılır. Stajyer melek bunu da görür ve dayanamaz ve sorar: “Efendim” der “Anlamakta zorluk çekiyorum; bize kötü davranan zengin adamın tabanındaki tahtayı onardın; bıraksaydın da o tahta kırılıp adam aşağı düşsün ve ölsün. Neden müdahale ettin ? Ya fakirler için yaptığın ?” diye sözlerini biraz hayret biraz da kızgınlıkla sürdürür: “Yaşlılar bize her şeylerini verdi. İnekleri tek varlıklarıydı. Neden ineğin canını aldın ?“. Azrail şöyle cevap verir:….”

(Yayımladıktan hemen sonra filmi uygun görmedim ve kaldırdım. Hoş görüle)

Sallanan anneler arasında şaşkın kalan ikizlerin bakışı tıpkı benim seçim sonrası şaşkınlığım gibi

Merhaba

Azrail’in cevabını yazmayacağım. Çok bilinen bir fıkradır. Daha önce blogumdaki bir yazımda kullandım. Bu öyküde “kıssadan hisse” diğer bir deyişle çıkarılacak ders: Hiç bir şey göründüğü gibi değildir. Bu fıkra bana aynı zamanda Brütüs’ün Sezar’a söylediği son sözleri de anımsatır: “Hiç bir dost göründüğü kadar gerçek dost değildir Sezar” demiştir Brütüs. Yazımın girişindeki mavili anlatımın ana fikri de “Hiç bir şey göründüğü gibi değildir”. Neden bugün ve bu mesaj ?

“Sıkıldık ama/ve…>Zorluklar”

Eski tas eski hamam; yorgun da olsa da iki tellak da usta ve umarım önlerindeki uzun dönem için artık hidayete ermişlerdir. Dörtlüyü kendimce sıralayınca “İDEA” sözcüğüne ulaştım. O ya da bu seçim sonrası yaşanacak sıkıntılar için fark etmezdi bence. Aklın yolu birse ve gelir gideri karşılamıyorsa, saraylar bahçeler işe yaramıyorsa, satılacak fabrika kalmamışsa, borç verecek tüccarların bize güveni kalmamışsa, lobiler çoğalmış ve bunlara bir de espri de olsa soğan ve patates de eklenmişse, kızgın padişahın cezası karşısında gülmeye devam eden adam “geriden gelen patlıcancının halini hayal ederek” kendi durumunun vehametini anlamıyorsa Yılmaz’ın dediği gibi sazı soksan az. Ben hemen gidip aracımın deposunu doldurayım. Bu frenlenmiş artışlar akşama kalmaz serbest kalır ve mazot 5,72 de durmaz. Ne değişir ? Sadece bir depoda kurtaracağım üç beş lira. Değer mi ?

“Sıkıldık ama/ve…>Dönüştürmedik”

Değişim zordur. Çünkü insan beyninde “Rasyonel Akıl (RA)” -ki uzun vadeli geri dönüşleri sever (lokumunu erken yemez)-ile “Duygusal Akıl (DA)” -ki anlık ödüllerden hoşlanır (hemen karnı doysun ister)- arasında daima bir gerilim vardır. Bir şeyleri değiştirmek için, dönüştürmek için beyninizin her iki yönüne de, her iki akla da ilginç gelecek bir yol bulmalısınız. IDEAgillerin benzer, rutin, ilginç olmayan söylemlerinde bu yoktu (“E” hariç). O, hem kırda yuvarlanmayı ve hem de kahvede keklemeyi her iki aklın ortak alanında buluşturdu. Bu konuya dalınca sekiz yıl önce Ekim ayında kitaplığımda yer bulan Heath Kardeşlerin “Dönüştürme” isimli kitabının özeti girdi ilgi alanıma. Diyorlar ki;

*RA: Genellikle değişimi sever ve onu iyi anlar.

*DA: Değişimle mücadele eder; çünkü aynı kalmak çok kolaydır. Bu durumda ne yapmalı ?

1.RA’ı devreye sokun ve olması gereken için kristal berraklığında bir yön verin (kırda yuvarlanmak ve kahvede keklemek gibi);

2.DA’ı motive edin; bir kez değiştiğinde ne hissedeceğine dair bir tat duygusu oluşturun (kırda yuvarlanmak ve kahvede keklemek gibi) ve

3.Önünüzdeki yolu detaylı olarak tasarlayın; çevrenizin istediğiniz değişimi kolaylaştırmasını sağlayın (kırda yuvarlanmak ve kahvede keklemek gibi)

ve onlar bunu yaptılar. Biz dönüştüremedik. Man adasından kafalanan milyon dolarlarla mankafa edecek bir dönüşüm ivmesi oluşturamadık. Ya yarınlarda…!

“Sıkıldık ama/ve…>Keyifler” 

Onsekiz yıl önce de ajandalarımdaki notlarımda en çok yer bulan ifade “Bugünlerde hiç keyfim yok” idi. Bugün de öyle. O yıllarda bu notu yazdıktan kısa bir süre sonra by-pass olmuştum. Şimdilerde by-pass bile değil keyfimi kaçıran. Sabah erkenden kendimi yollara vurdum. Gece uyku tutmadı. Ne soğanın yedi liralık fiyatı, ne doların beş liraya ulaşma gayreti ne de %20 leri aşan faizin derde deva olmadığını görmemin umutsuzlukları cumhura yansımadı; milleti iteklemedi ve yine aynı şey oldu. Saray şimdi bahçeli ve donuk gözler, asık suratlar yine bizim kaderimiz. Nereye kadar ? Biz kurtuluşu görecek miyiz ? Çocuklarımız için, ülkem için kurtuluş olacak mı ? Bilmiyorum. Hiç keyfim yok gerçekten.

“Sıkıldık ama/ve…>MUHTEREMS”

Umutvar oyuncular devre dışı kaldı. Muhteremler artık saha dışında. Kemal, İnce’den kurtuldu (demek istemese de yorgun gönlüm). Temel’i sevmiştim gider ayak. Meral için “Vah be ! Erkek kadınmış” dedi umutlarım dün akşama kadar. Selahattin sevimli delikanlıydı (!). İşte bunlar aklımda “MUHTEREMS” sözcüğünü yapılandırdı. İnce’nin “MUH”u; Temel’in “TE” si; Meral’in hanım olduğu için tersten “REM” i ve Selahattin’in “S” beni “Muhteremler=MUHTEREMS” olarak yorgun yüreğimin arka bahçesinde tarihe gömdü. Tekrar filizlenip bir işe yararlar mı ? Bilmiyorum.

“Sıkıldık ama/ve…>Utanmaz Adam

Internette “Utanmaz Adam” yazınca ilk karşıma çıkanın Oğuz Aral’ın “Gırgır”daki ünlü karakterinin olacağını umuyordum ama öyle olmadı ve ilk sıradaki bilginin ilk paragrafında şunlar yazılıydı:

“…Türkiye’nin, “batılılaşırken” Avrupa kültüründen ne kadar besleneceği ve Avrupai tarzın gündelik hayata uyarlanmasında sınırın nerede çizilmesi gerektiği, yıllardır tartışılan bir konu. Sanat, ahlak, aile, ticaret gibi konulara getirilen yeni yorumların toplumun tüm kesimlerince aynı şekilde anlaşılması beklenemezdi şüphesiz. Bu nedenle sanatı ahlaksızlıktan, ticareti sadece fırsatçılıktan ibaret sayanlar da oldu….”

Bu kısa anlatım Hüseyin Rahmi Gürğınar!ın “Utanmaz Adam” isimli kitabının tanıtım sözcükleri ki “sınırın nerede çizilmesi” ilgi alanımda kendine yer buldu. Halbuki amacım “Valla nasıl oldu ben de anlayamadım !” diye şaşkınlığını ifade eden bakanı yadırgayan zihnime dur diyebilmekti. Bu sözleri duyunca “Abicim seni neyi anladın ki !”. Dünkü yazısında Ege Bey bile “Öküzün nereye sıçtığını” köşesine konu yaparken konunun sorumlusu olan bakan daha birkaç gün önce “Şeyimde değil!” diyebiliyordu ki “Şeyinde olmazsa anlayamazsın ki …” dedi yüreğim sızlanarak. Boşuna sızlamış yüreğim; çünkü bin lira seçim rüşvetini alınca yaşlı kesim soğanın yedi liralık acısını hissedemedi ve gidip mührü kuşa bastı. Böylece tüketici desteği sağlandı. Oldu mu sana +2 puan. Yetmedi. Soğan ve patatesini daha düne kadar bir liradan satarken sızlanan üretici (!) yedi lirayı görünce “Oh be !” diyerek vurdu mührü kuşa. Oldu mu sana +2 puan da üreticiden. Böylece bahçespor beklentileri aşıp 11 puan olunca yandaşını yarının üstüne taşıdı. Kırda yuvarlanmayı, kahvede keklemeyi de ekleyince pornodaki döküntülere erişme umudu canlanan kararsız takım verdi mi sana +2 puan daha. İşte şeyini şey ettiğimin şeyi deyip de anasını da birlikte gönderengiller rahata erdiler; ülkem kaos eşiğinde yaşamayı sürdürürken. Ne diyelim; kaderde varsa düzülmek neye yarar (b)üzülmek, sözleri acı bir hakikatmış. Şimdi “çok şeyinde olmayanlara” bakıp da içimden geçen “utanmaz adam” arayışıma “yöneten/yönetilen” veya “düzen/düzülen” olarak baktığımda şu gerçeği bir kez daha anlıyorum:

Birinci sınıf yöneticiler birinci sınıf yardımcılarla yola çıkarmış. İkinci sınıf yöneticiler ise üçüncü sınıflarla”. Ya bizdeki durum seçilmiş ıskartalarla, vitrin süsleriyle, ya da güdümlü hainlerle yola revan oluyorlar ki işte bu son iki sözcük de 1994 yılı krizinde ajandama yerleşen “hüsn ü ricat” tarzı şiirin temsilcisi olan … (tam  buraya gelince şairin aklımdaki ismi uçup gidiverdi; daha sonra yazarım >> TAMAM şimdi buldum “Vehbi”) in şu ikilisini anımsadım:

Kulaklarından tutam dibine kadar sokam / Sahtiyandan çizmeyi olasın yola revan” ki 1968 yılında Fakültenin son sınıfında boykot yapıp yollara döküldüğümüzde “Dağdaş istifa” diye bağırıyorduk. Bunların yanında rahmetli Bahri bey nur alemmiş. Ne günlere kaldık Allahım. Hemen hepsi Hardy beyin kitabının adı gibi: Boş yağmurluk ki kaos eşiğinden sonra bora, fırtına, tornado, kasırga ortalığı kavurmaya başladığında seyredin siz gümbürtüyü.

“Sıkıldık ama/ve…>Eşeklik”.

Sözcü’ye baktım: “Atı alan yine Üsküdar’ı geçti” diye başlık atmış. Ne zaman ki bir at geçse gözümün önünden hemen aklıma Bor’a doğru sürülen eşek gelir. Kimi zaman altından palan vurulmaya çalışılsa da daha çok taşranın yaramaz çocuklarının yaramaz fıkralarındaki ayna, elma ve kaplumbağa aksesuarının esbab-ı mucibesi yüzümü kızartır. Asıl güzel olanı da Fuzuli’nin ünlü dörtlüğüdür. Bugünlere de uyar. Aynen şöyle demiş bay Fuzuli:

“Mey biter saki kalır, / Her renk solar haki kalır, / Diploma insanın cehlini alsa da; / Hamurunda varsa eşeklik, baki kalır.”

İnşallah bu kez kalmaz. Artık diploma tartışma konusu olamaz; kedilerin de suçundan söz edilemez. Asıl eşeklik bizde olsa gerek ki burnumuzu b*ktan çıkarmayan kılavuzu inatla, ısrarla, tutkuyla seçmeye devam ediyoruz. Allah encamımızı hayreylesin.

Bugüne uyanmak için dün gecenin ilerleyen saatlerine kadar Beyler Köyünden bir düğündeydik. Bir tek kare kaldı aklımda cep telefonumla kayda aldığım. Sallanan kalçalar arasında ortada kalmış ikiz iki küçük çocuğun şaşkın bakışları. Ben de aynı abondone durumdaydım; dün hava kararmaya başlarken gelen ilk sonuçlarla.

Azrail’in cevabı gibi: “Hiç bir şey göründüğü gibi değildir” ve bugünün sıkıntıları yarının umutlarına erişmek için gerekli hazırlıkları daha iyi yapmaya neden olur. Belki de bitmeyen çilemiz gecenin karanlığından sabahın aydınlığına erişmek için biraz daha sabır, inat ve inanç gerektiriyordur. Belki de denge gücünün tarihten silinip gitmemesi için böylesi bir yapılandırma süreci oluşturur. Yoksa bahçesarayın savurganlıklarıyla ulaşılan çıkmaz sokakta incegiller gelseydi yok olup gideceklerdi. Çünkü halkın umudu ve beklentisi sıkılan kemerin yarınlar için neler getireceğinin hesabından çok kahvedeki bedava kek ve çaydaydı. Kırklı yıllarda sıkılan kemer, sakınılan savaşın öngörüleri ve Köy Enstitülerine yapılan uzun vadeli eğitim yatırımının köye getirdiği günlük sıkıntıların CHP e yüklediği vebal (babamın yol vergisini verememesi nedeniyle yol yapımında ırgat gibi çalıştırılması örneği gibi) ellili yıllarda Marhsal Yardımıyla DP Hükümetine sağladığı güdümlü yardımla yok sayılınca CHP bir daha belini doğrultumadı. Aynısı onaltı yıl önce de yaşandı ve Amerikalı Derviş’in acı reçetesini sunan sol kesim tarihten silinip meyvelerini derlemek akgillere nasip oldu. Bu nedenle belki de Azrail’in dediği gibi “Hiç bir şey göründüğü gibi değildir”. Neden olmasın ? Ki İnce’nin konuşmasını çok sevdim: “Adam kazandı. Fark on milyon. Yola devam”. Helal olsun. Farklı bir tip. İnşallah gelecek sefere ki çarkın dişleri arasında ezilmezse…

Daha fazla dua etsem işe yarar mı ?

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü

———————————————————-

*: Bu sözcüğün İngilizce klavyede küçük harflerle yazıldığını düşündüm de…