Yaşam Büfesinde “Eski ve Yeni”

…Öğrencilerden çokça duymaya alıştığımız sorulardan bir tanesidir; “Öğretmenim bu ne/nerede işimize yarayacak?” Sanırım Dick Forsbury bunu öğretmenine hiç sormamış olacak ki, biraz düşünerek engel tanımaz bir atlayış gerçekleştirdi. Bu atlayışı ile de olimpiyat oyunlarında bir çığır açtı. Atlayışı ise oldukça basit bir fizik kuralı ile gerçekleşiyor. , sırıkla yüksek atlama yapan bir sporcu. Bu yüksek atlama çeşidinde sporcular belli bir mesafedeki engelin üzerinden yan bir şekilde atlarlardı. Böylece vücutlarının  engele çok yakın ama engelin üstünde olurdu. Engelin üzerinde olan  de sporcunun engele çarpmadan geçmesine neden olurdu. Fosbury ise ağırlık merkezini engel ile aynı olacak şekilde ama kendisi daha yukarıda olacak şekilde ayarladı. Hatta bazı zamanlar  engelin altında bile olabiliyordu. Peki, değişen neydi? Sadece Fosbury’nin vücut şekli. Bu da onun daha yükseğe çıkmasına neden oldu…”

ZM68-2018 Sohbet Gecesi / Duble Metin > Topla dağıt; bitsin ağıt (Bilginin zekatı)

Merhaba

Fosburry eskide inat etseydi yükselen çıtanın üstünden geçemezdi. Ne yaptı ?

Rahmetli babamın son günleriydi (1986). Henüz Tepecik’ten Karşıyaka’ya taşınmamıştık. Başlamaya yetecek birikime ve daha çok emeğe dayalı Çeşme yazlığımızı yapmaya başlamıştık. Ucuz olsun diye Çiğli (İzmir) den Çeşme’ye getirdiğimiz karoları kamyondan kendimiz indirmeye kalkınca şimdi çekilen omuz ağrılarına yol açmıştık. Üstelik kamyon inşaatın önündeki çamurlu yola batmıştı. Çıkamayınca rahmetli Turgut Enişteye gidip traktörle çekmesini istemiştik. Ustalar çalışsınlar diye bizim ünlü kuru fasulyeden yapmış ve hatta arabanın içinde yatmıştık. Böylece en zor koşullarda bile evimizi altı ay gibi bir sürede oturulabilir kılmıştık. Her aşaması ayrı bir öykü. İlk ruhsat başvurusunda sözde özel ilgi gösteren belediye başkanından Çeşme çarşısının orta yerine şov malzemesi yapılmamız da ayrı bir anı. İşte o günlerde yarı felçli olan babamı eskilerden koparmak çok zordu. Bir yıl sonra Karşıyaka’lı olduğumuzda ve daha konforlu bir yaşama başlamamıza rağmen “evim de evim” diyerek eskiye, anılarına dönme gayreti bir hayli güçlüydü. Hatta ölümünden üç gün önce yine evim diye tutturmuştu. Zeytinlik’teki ilk evine, ablamın oturduğu eve gitmek istemiştik. Çeşme dönüşü oraya gittik. Eniştem istemedi. İyi ki istememiş. Ya kalsaydı; ya onca beraberliğimizden sonra son üç gününü orada geçirip de orada ölseydi… İşte bunun adı “Gölge Etkisi” olurdu. Allah’ın sevgili kuluymuşuz ki kalmadı. Üç gün sonra Karşıyaka’da yanımızda vefat etti. Üç nesil bir arada yaşayınca (babam, Ben ve Çocuklarım), zorluklar paylaşılınca (her gece takılan sonda için dörtlü ekip oluşumuz) yaşam daha iyi değerlendirilebiliyor. Hele bir de bu günlerin keyiflerine bakınca, Yine ve yeniden şükür ve şükranlarımla. Seksenli yıllarda ve daha sonrasındaki özel sektör yaşamımda öyle ki çoklukla ben seyahatte olduğum için Nezuş’un babamı evde tutması gün geçtikçe zorlaşıyordu. Seksenlerin dört senesi (1984 annemin ölümü /1987 babamın ölümü) evimizde beş erkek ve bir hanımla yaşamın dengelerini kurmak, hanım adına (Nezuş) bir hayli zor oluyordu. Zorluk eskilerde miydi; yoksa yenilere geçişin sancılarında mıydı ? şimdi düşününce ayırdına varamıyorum. Aynı zamanda devletten özel sektöre kırkından sonra geçmenin uyum sıkıntılarını da yaşıyordum. Birkaç gündür Çeşme’de sezon temizliği için gelmiş olan büyük oğlum Ümit’in emeklilik sonrası yüzündeki rahatlamış olmanın, stresten uzak kalma etkisinin huzurunu yakından görünce farkına varmadığımız “Gizli Stresler”in ne denli yıpratıcı olduğunu daha iyi anlıyorum. Eskiler ve Yeniler… Nerede buluşuyorlar ? Aralarında kesin bir sınır var mı ? Ani geçişliler mi yoksa yavaş yavaş geçerken hissettirmiyorlar mı ? Bu geçişin belirgin kılmak kimin elinde ? Ya da belirgin kılınmalı mı ? Bir ay kadar sonra tercihlerin sonuçları bizi ar’sız, huy’suz, nur’suz, hır’sız, soy’suzların etki alanından çıkaracak mı ? Bugün yine aynada sevmediğim kendi yüzümü Haziran’da kutlayacağımız doğum gününden sonra daha sevimli görebilecek miyim ? Kaderimiz artık keder olmayacak mı ? Tünelin ucundaki ışık parlak güneş mi, aydınlık günler mi ? Kerem küçük çocukken rahmetli babam “haydi oyna bakalım sana para takacağım” derdi. Kerem de oynardı ve oynamazdan önce sorardı: “Eski usul mü olsun yoksa yeni usul mü ?”. “Usul” sözcüğü tee o zamanlardan beri gündemimdeydi. Daha sonra “Amasyalı Mehmet’in Usulü” nü öğrendim. Oğulun babasına “Sus baba; karışma bu benim usulüm” deyişini ve ne yazık ki aynı usulü uygulamaya çalışan babanın eşini yani oğlunun anasını nasıl elinden düşürüp de ölümüne neden olduğunu düşündüm. Bu nedenle eski ya da yeni usul konusuna önem verdim. Bu nedenle “Başarı Formülüm”ün çıktısı olan eşitliğin sağındaki “10S” in ilk iki “S” ni “Self Style/Özgün Tarzınız” olarak usule ayırdım.

Yazıma ZM68-2018 Sohbet Gecesi kayıtlarımdan iki Metin’e ait olan görüntüleri ekledim. Özellikle Mertyürek olan Metin, ZM68 WhatsApp Grubumuzda da açık ve özgün görüşlerini hepimizle paylaşan donanımlı bir arkadaşımız. Elli yıl önceki mezuniyet albümüne bakınca onun sınıf genelinden iki üç yaş daha deneyimli olduğunu anladım. Albümde onun için neler görüyorum ?

“…Gözünü budaktan sözünü dudaktan ayırmayan mert bir Anadolu çocuğudur. Onda mangal gibi yürek vardır. Bu nedenle asıl soyadının Mangalyürek olduğunu bunun bir kelime mutasyonu ile Mertyürek’e dönüştüğü söylenir. Bu yaz (1967 ?) stajının üç aylık kısmını İngiltere’de yapmış, üç valiz dolusu eşantiyon, bir sürü hatıra ve şahane bir İngilizce ile yurda dönmüştür. Eğlenceden hoşlanan Metin, dostlarında ciddiyet ve samimiyet arar. Gaziantep’in her şeyini, bu arada baharatlı yemekleri sever. Başkalarının şahsiyetiyle oynanmasına ve lüzumsuz şakalara tahammülü yoktur…”

Geçen hafta Kuşadası’nda gördüm ki yıllar Metin’de tüm olumlu özellikleri (meziyet) pekiştirmiş ve yukarıda bir parça esprilendirilmiş anlatımın doğruluğunu göstermiştir. Metin’lerin sözlerinin odağında “sevgi” vardır. Her zaman iş yeri ilişkilerinde de söylerim; iş yeri gazisi olmamak için faydasına dikkat çekerim ve birbirleriyle çatışan, takışan, bütünleşmekte zorluk çekenlere derim ki “Birbirinizi sevmeniz şart değil; ancak severseniz işiniz kolaylaşır”. Çoğu zaman Leo Buscaglia’ya ve görüşlerine inananlar “sevgi dokunmaktır” diyerek daha çok birbirleriyle kaynaşırlar. Bazen de bu yönde yazdığım bir iletimi bana geri gönderip “Bu bana yanlışlıkla gelmiş olmalı” diyerek sevgi göstermenin önemine değinen mesajı bile sevgisizlikle ret ederler. Ne diyeyim ? Allah ıslah etsin. Sevgisiz yaşamak zor ve filmde değindiğim gibi insanın dört temel ihtiyacından biridir sevgi (L1:Live/Yaşamak; L2:Love/Sevmek; L3:Learn/Öğrenmek ve L4:Legacy / Miras… Leave A Legacy:Bir miras bırakmak). Metin’den altı sayfa sonra bir başka arkadaşıma takıldı gözüm albümde. Rahmetlinin yüzü, tavrı, boyu posu canlandı gözümde: Tarık Arda. Mekanı cennet olsun. Neler, neden onu intihara sürükledi bilmiyorum. Bakın daha o zamanlar nasıl yazılmış albümde rahmetli Tarık:

“…Aslen Aydınlı olan arkadaşımızı “gören cennetlik”tir… diye başlayan sözün hikmetine bakar mısınız ? Tarık kaderin kendine çizdiği yolda cennete uzanan yolları çabuk katetmeyi daha o günlerde görmüş müydü acaba ? Şöyle devam ediyor “…Kendine has duruşu ve gülümseyerek soruları cevaplandırışı karakteristiktir… Ekseri gamlanır. Gamlanınca efkar dindirmek için Kamberin Meyhanesi veya başka bir yerde soluğu alır.Ondan sonra da neşesine diyecek yoktur artık. Güler, konuşması açılır, bol bol şakalaşır. Her bakımdan samimiyet timsali olan arkadaşımıza…” diye dilekler devam ediyor elli yıl önce 1968 yazında beş yıllık beraberliğimizi tamamlayıp meslek için yaşamın içine balıklama dalarken her birimiz.

Kimimiz Ege’den çıkmadık; demir attık Ege’ye… Ben gibi, rahmetli Lâtif gibi ve Yıldırım gibi. Sevgili Yıldırım ve eşi Asiye’ye ait kareleri ZM68 için derlediğim tüm bu filmlerin başına ve sonuna dörtlü görüntümüz olarak ekledim. Yıldırım’la beraberliğimiz ellili yılların sonlarında Tilkilik Erkek Ortaokulu ile başlar; İzmir Atatürk Lisesi ile devam eder ve öğretim dönemimiz EÜZF deki beş yılla perçinlenir. Bu da yetmez; hemen fakülteden sonra Polatlı Topçu Okulunda birlikte oluruz (95 nci dönem; son 24 aylık askerlik). Bu beraberlik burada da sonlanmaz ve daha sonraki 18 ayımızı Erzurum’da 29ncu Tümendeki yedek subaylığımızda sağlamlaşır. Öyle ki yine beş erkek Nezuş’un kapısında kapılanırız Erzurum’da. Ben ve oğullarım Ümit (3 yaş) ve Eray (iki aylık) yanında Yıldırım ve bir de Gaziantepli can dostumuz, hâla dostumuz sevgili Aydınçelebi ile birlikte beş erkek ve bir hanım şen şakrak günler geçirdik. Talebeyken evlenen, en tasarruflu yaşam biçiminde ebeveynlerle birlikte yaşamı sürdürüp iş güç sahibi olmadan iki çocuk sahibi olan bizler (Nezuş ve Musto) için Erzurum -26 derece olsa da bir tek küçük tüple yemek yapılsa da gerçek bir balayı yaşamı idi. Yıldırım ve Aydınçelebi de bu balayı yaşamının bonuslarıydı. Binlerce şükür.

Her zaman derim; hayat her an gülümser, ona içten gülene / mutlu olmak zor değil olmasını bilene. Kalın sağlıcakla, açık ve aydınlık yollarda keyifle sürsün ömür boyu öğrenme yolculuklarınız ve sevgiyle bezensin günleriniz. Bugün hem 19 Mayıs Bayramı hem de beş torunumun “ABİDE (Aslıhan / Barış / İrem / Duru / Eren)” olabilmesinin ilk adımı olan ve ailemizin sessiz meleği olan sevgili Aslıhan’ın 25 nci yaş günü. Hep yüksek sesle söylediğim gibi “Beraberliklerimizin ve sevgilerimizin korunması için, istediklerimizden hak ettiklerimize ve bizim için hayırlı olacak olanlara kavuşmak için, sabır ve cesaret arasındaki dengeyi kurup da olgunlaşmak için, safraları (teferruatları) atıp da yaşamı sadeleştirip mükemmelliğe yönelmek için” dua ediyorum; şükür ve şükranlarımla.

Öykücü