Yaşam Büfesinde “Standart Hata”

“…Tükürük bezlerimiz çalışmaya başladığında daha az disiplinli oluruz…Sadece ihtiyacımız olduğunda alışveriş ediyor olsaydık marketler batardı…Saat yönünün tersinden giden alış veriş arabaları ve sağ ile sol elin fonksiyonları…Bütün reyonları gezmeniz gerekir süt alabilmek için…Peki bütçelerimizi aşmadan alışveriş yapmasını nasıl öğreneceğiz ?…”

Bu dünya “GAT Dünyası” ve “Denge”yi kurabilmek için, akılcı ve mutlu olabilmek için ne yapmalı ?

Merhaba

Dün Bursa’dan döndük (MNÜC). Program dışı bir seyahat oldu. Güzel de oldu. Nice zamandır bir Bursa özlemi olmuştu içimizde. Bir zamanlar sık giderdik. Ümitgiller Pakistan ve Tacikistan görevleri öncesinde yirmi yılı aşkın süredir Bursa’da otururken Bursa yolculukları bazen özlem gidermek için, çokça da bir görev, bir kutlama için gündeme gelirdi. Hele bir de ben CINOS sürecini yaşarken daha kolay ve keyifli olurdu Bursa yolculukları. “Mutlaka” denebilecek sıklıkta Yörsan’da mola verirdik hem gidişte ve hem de dönüşte. Amaç biraz soluklanmak olsa da daha çok iyi demlenmiş taze çay eşliğinde Susurluk Tostu ile laf aramızda omlet olurdu menümüzde. Tost esmer ekmekli ve kekikli olsun, ama yağ sürülmesin ve iyi kızarsın uyarısı ile zararı minimize edecek ek önlemlerle şekillenirdi. Omlet ise “aman ha zeytinyağlı olsun” ile hazırlanırdı. Üç gün önce Pazartesi sabahı saat 06.30 da yola çıktığımızda da özlemimiz buydu. Aynen öyle oldu. Üç kişiydik ve altı çaydan sonra iki sade Türk Kahvesi ile mideler hazım gayretine başlayarak yola devam ettik. Bunun dışında sevgili Ümit’in şaka yollu yoldan çıkarma önerilerini hep gülerek geçiştirdik. Ne ünlü köftecide durduk; ne de Kemalpaşa’nın hep aldığımız tatlıcısına uğradık. Böylece İzmir-Bursa-İzmir yolculuğumuzun ekonomik verilerinde ortalama, ortanca, standart sapma ve standart hata değerlerinin ne olmuş olabileceği aklıma takılarak bu yazıma başladım. Ne alaka ?

Geçen yazılarımdan birinde “ortanca (medyan)” sözcüğünün anımsattıklarından bir anımı paylaşmıştım. Otuz iki yıl önce (Ekim 1986) ilk öğrenme yolculuğum olan Les Barges (Montrö-İsviçre) daki iki haftamda belleğime kazımaya çalıştıklarımı anlattım. İki haftada gördüklerimi CINOS öncesi BZAE’de yaşadığım on altı yılda öğrenememiştim. Böylesi uygun, uzun ve uzman dolu ortamda neden öğrenme becerim düşük kalmıştı ?

Öncelikle neyin ihtiyacı içinde olduğumun farkında değildim. Var olanlar yetiyordu. Ne kişiler, ne koşullar daha fazlası için zorlayıcı değildi. Bildiklerimle idare ediyordum. Daha sonraları “Okul ne size öğretiyor ?” sorusuna beklediğim yanıtla kendi hatalarımı da dillendiriyordum. Örneğin istatistik bilgilerimi ele alırsam neler yaşamıştım adım adım gelişirken ? Daha fakültenin ilk yıllarında Macar asıllı Dr.Atanasiu‘nun anlattıklarıyla yetinmiştim. İlerleyen sınıflarda Prof.Dr.Orhan Düzgüneş hocanın anlattıklarından teoriden öteye pek bir şey kalmamıştı aklımda. “Teori” ve ” Pratik” bana daha güncel bir öğrenme pasajına uğrattı beni. Nerede ve ne zaman ?

Altmış sekizli ziraat mühendisleri (ZM68) grubumuza yaptığım bir buluşma çağrıma sadece (ben dahil) sekiz kişi yanıt vermişti. Sevgililer gününü de buna vesile kılıp bir taşla iki kuş vurmuştuk. Mahalle arkadaşım Muzaffer’in iş arkadaşım Hasan gelmeyince Gülter ve Muzaffer ikili olmuşlardı. Bunlara Alev’le Fatoş ve Ersin’le sevgili eşi katılınca Adabeyi’nde çok keyifli anlar su gibi geçivermişti. Sohbetin ilerleyen bir anında sevgili Ersin, cep telefonundan bir Almanca mesajı Türkçeye çevirip belleğime yeni bilgiler ekledi. Buna göre “Teoride herkes bilir, hiçbir şey çalışmaz; pratikte her şey çalışır hiç kimse bilmez; bizim şirketimizde ise hiçbir şey çalışmaz ve neden çalışmadığını hiç kimse bilmez“. “Herkes, her şey, hiçbir şey, hiç kimse…” nasıl da güzel bir araya gelmiş…

Tekrar istatistik öğrenme yolculuğuma ve Enstitüye gelirsem, önce rahmetli ve çok sevdiğim Prof.Dr.Oğuz Manas hocamın asistanlarının yönettiği “Fortran Delikli Kart” eğitimiyle ilk defa elektronik ortamda istatistiği temelleriyle tanışmıştım. Ne var ki on altı yıllık Enstitü-Araştırma-Deneme-Verilerin Analizi-Tartışma ve Kanı adımlarında esas rehberim Orhan Ulu ve Altekin Özkut‘un Enstitü iç eğitim programında düzenli ve disiplinli olarak öğrettikleri oldu. Bu iki meslektaşım Prof.Manas’ın rahle-i tedrisatından geçmiş ve “Train The Trainer / “3T” / Eğiticinin Eğitimi” ustalık yolculuklarını tamamlayarak bize rehber olmuşlardı. Onlarla öğrendim ortalamanın standart sapmasını ve standart hatasını ve çok kullandım. Kullanırken elektronik ortamdaki gelişmelerin modası içinde temelsiz yola çıkışlardan sıyrıldım. Ben yine “Çok Sesli Facit’i” elimden bırakmadım. Cep tipi elektronik hesap makinalarının ezberimi bozan ve olası hataları görmemi engelleyen kolaylıklarından bir süre uzak durdum. Verilere baktım, Fark var mı, varsa önemli mi vb ? soruların yanıtlarını analizler öncesi varsayımlarla, ön yargılarla şekillendirmeye kalkmadım. Başkaları farklı mı yaptı ?

Vakti zamanında, zamanın behrinde ilaç firmaları henüz gelişmesini tamamlamamış ilaçları bile Enstitüme denemek için gönderirdi. Bu doğaldı. Bunu hiç kimse yadırgamazdı. Bunlar gelişme sürecinin gelişme adımları olarak görülürdü. Böylece kendi geliştirme masraflarının önemli bir kısmını kamu kaynaklarına yüklerlerdi, üstelik sadece iki yüz elli lira gibi bir ruhsat harcı ile. Zaten kıt olan kaynaklarımız (başta benzin olmak üzere) bu yolla tüketirken öyle bir an geldi ki biz de ruhsatlandırma çalışmalarına önem verme değerimizi yitirdik. Örneğin “Hadi canım sende alt tarafı bir RİD değil mi ?” dedik ve hatta “Biz değil, Başkanlıklardaki elemanlar yapsın” diyecek kadar da hoyratça düşündük; yapılması gerekenleri tam olarak yapmadık. İlacı attık, böceği saydık. “Abbott Formülü ve/veya Tilton-Henderson Formülü” ile hesaplayıp etkileri verdik ve hesabı kapattık. Verim ne olmuş; faydalılar ne olmuş ? sorularının yanıtları bir başka bahara kaldı.  İşte bunlar iş yaşamındaki araştırma ortamındaki verilerin “standart sapmaları” gibiydiler. Ben elimde Facit’le “F Kontrolu” ile veriler arasındaki farkların istatistiksel olarak önemli olup olmadığını analiz ederek yola çıkarken Fortran Modasının etkisindeki Dr.SE yaptığı hatalı analizin sonucunu “Ben bunu OM1 e göre yaptım” diyerek eleştiriyi kabullenmiyor ve hatayı savunabiliyordu. İşte onun denemesine konu olan Elma Karaleke Hastalığının ilaçlı savaşımda yeni bir çözüm geliştirme aşamasına harcadığı emek, zaman ve paranın konusu olan kimyasalın kodu “Hoe…” idi. Ne demek bu ? Henüz ticari isim alacak kadar gelişmemiş bir preparat elimize verilmişti. Tamam Dr.SE hatalı istatistik analiz yapmıştı ama esas konu gözden kaçıyordu. Sadece o mu ? Bize verilmiş Truck UT 687 kodlu ilaç da aynı şekilde gelişme sürecini tamamlamamıştı. O gün (seksenli yıllarda) öyle olan durum bugün farklı mı ? Mutlaka farklı da yeni yeni boşluklar yok mu ?

Yaşamın amaca göre gruplanmış varyantlarında ortalamayı tutturmanın yeri ve önemi; varyantların “modu”, ortalamadan sapmaların yaygınlığı ve beklenen hataların dağılımı hep bizim yaşam kalitemizi etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Bir yanda Bursa yolculuğumun özlemi içinde Güzelyalı-Burgaz-Mudanya (Montana Otel) yürüyüşümde üşüyen başım; diğer yanda her kime sorduysak “15 dakikalık mesafe” dese de ancak dördüncü çeyrek saatten sonra varabildiğimiz sabah yürüyüşünden sonra fazlaca üşüyerek varabildik. Son sorduğumuzda aldığım yanıt bana çok bilinen şu fıkrayı anımsattı.

“…Temel Akçaköy’e gidiyormuş. Yolda rastladığı Dursun’a sormuş: “Akçaköy’e kaç saatte varırım ? Dursun cevap vermemiş. Temel söylenerek yoluna devam etmiş. Dursun arkasından: “Dört saatte varırsın” diye seslenmiş. Dursun dönüp “Neden biraz önce söylemedin  ?” diye sorunca Dursun “Senin yürüyüşünü görmeden nereden bileyim ne kadar zamanda varacağını ?” demiş… Böylesi akıllı yanıtlar Temel-Dursun ikilisine uygun gibi görünmese de içindeki ince nükte tam onlara göre bence. Bizim yürüşümüz de tam o hesap. Son sorduğumuz kişiler koşarcasına yürüyüş yapan genç iki çift idi ve sorumuza yanıtları “Bizim yürüyüşümüzle on beş dakika, sizin yürüyüşünüzle yarım saatte varırsınız” oldu. Demek ki Pazartesi günü Burgaz’dan Montana’ya deniz kenarında yürüyüş yapanların ortalama süreleri 30 dakika olsa da biz örneklemenin içine girince 45 dakikaya çıktı ve biz yetmişi aşmış olanların, yorgun ayakları ortalamanın standart sapmasını artırdı. Ne önemi var ki ?

Yürüyüşde hem yorulduk, hem üşüdük hem de acıktık ve ilk balık restoranına girdik. Ortalama yediklerimizi zorlayan, standart sapmayı artıran keyifli bir öğle yemeği yedik. Ardından bitmiş olan tansiyon ilacını almak için gittiğimiz eczanedeki tipik eczacı kıyafetindeki zarif beyefendinin şeker ve kolonya ikramını görüp de kabul etmeyince içimizde balıktan sonra tatlı yeme krizi depreşti. Kravatlı, tertemiz, zarif ve altmışı aşmış eczacının tarifi ve tavsiyesi üzerine gittiğimiz Hacı Amcanın bir dilim şöbiyesi ve yarım dilim kadayıfı ile tatlanan ağzımızın keyfi ile kırk beş dakika minibüs beklememiz hep yaşamın gelgitlerindeki beslenme rejimimizin gurbet ellerdeki standart sapmalarımızdı. Tercih bizimdi. Keyif de…Güzelyalı’da Arslankale’nin dupleks camlı bölmesinde Marmara Denizinin hafif dalgalarına bakarken yetmiş üçü aşan yılların öğrettiği istatistiksel sonuçları düşünüp durdum. Geçen üç günde Bursa’da ve yolculukta gezdiğimiz AVMlerde kendime bakınca neler gördüm beni alışverişin Sherlock Holmes’i olan Paco Underhill’in şu linkteki anlattıklarından seçmelerle yazımı  yönlendiren (http://www.optimistkitap.com/videolar-detay.php?videoId=54#.Wo8k1KjOVPY) ?

Bursa’nın Koza Hanı ve iki tanıdık satıcının etkisindeki alışveriş; diğeri de dönüşte kahve molası verdiğimiz Susurluk’taki ünlü markaların mekanı olan AVM’deki tükenmişliğin görüntüsü. İlkinde ihtiyaç odaklı (!) sayılabilecek birkaç yerel ipekli ürünlerin hediye amaçlı alım ve esas olarak bahçede içilen gevrekle çay; ikincisinde ise %50 indirimle 1.170 TL dan yarıya düşmüş (585 TL) bir yeleğe bakıp da kızgınlıkla boş çıkılan, boş mekanlar. Sözün özü ne ola ki ?

Yazımın konusu olan Bursa yolculuğunun karmaşık etkilerinde, henüz keyfini yitirmediğim BZMAE deki konuşmamın ana mesajı olan “GAT Dünyası-Denge” konusundaki “Kendinizi sorgulayın” sözlerimin odağında alış veriş etmek ya da etmemek izlenimlerimdeki sapmalar, hatalar ile anılar arasındaki bağlantımı netleştiremesem de bir anıyı kalıcı kılmak ve süslemek, zenginleştirmek için zaman yolculuğu yapma hevesim olduğu kesin. Bu bir şey öğretir mi ?

Dr.Maslow’u anımsıyorum: Yaşamda hergün eğitim, herkes öğretmen ve her birimiz sürekli öğrenciyiz. Nice keyifli öğrenmeleriniz aydınlık yollarda artarak sürsün; yolunuz açık, yönünüz net olsun. Sağlıcakla kalın.

Öykücü