Yaşam Büfesinde “Okullar”

“…Vekillerin maaşlarında ayarlama yapma zamanı gelmişti. Maliye vekili Hasan Fehmi Bey, “Paşam görüşlerini almak istiyoruz” dediğinde Atatürk en yalın ifadeyle “Öğretmen maaşlarından fazla olmasın” demişti…”

Ortaya karışık (Mısır / Çeşme / Çanakkale) / Öğrenme ve Ustalık Yolculuğu (CINOS)

Merhaba

“Bütün Dünya“nın Kasım 2017 sayısında her zaman olduğu gibi tüm konular doğrudan veya dolaylı bir biçimde Atatürk’le ilgiliydi. Her sayısında Atatürk’ü görebilirsiniz. Böyle bir dergiye sahiplik yapan Prof.Haberal‘ı bile mahkum edebilen zihniyet 2017 yılında Anıt Kabir yolcusu görünse de ruhum hâla karanlık ve kızgın. Aklımla alay ettikleri için kızgın. Bu yaklaşımla başta hareketsiz hareketliler grubu olmak üzere pekçok orta yolcuyu kandırabilme gayretindeler. Ne yazık ki; kömür ve makarna grubu da buna inanacak. Bu yönelişte azıcık da olsa gerçekçi olsalardı kahraman kuzu ikilisinden yapacakları seçimde bile “dikkatli olsak iyi olur” diye düşünürlerdi. Buna bile gerek görmeden Atatürk düşmanını başkan yapma kararlarını sürdürüyorlar. Yazımın başlığını bir ara “Soytarılar” diye yazmak istedim ? Kimlere ne demek istedim ?

Yüzyıl öncesinde Atatürk zamanında Beyaz Geceler ülkesinden “Beyaz Zambaklar”la yola çıkan Bay Petrov’un şu satılarına baktım:

“…Aydın kime denir? İnsan yaşadığı ülkenin gelişiminde ne derece sorumluluk sahibidir? Bir ülkenin geleceği nelere/kimlere bağlıdır? Bir ülke/ulus gerçek bağımsızlığını nasıl kazanır? Halk mı kahramanları yaratır, yoksa kahramanlar mı halkı?…”

Bu sözcüklerle bugüne döndüm ve Atatürk’ü paylaşamayan ve herbiri diğerinden masum olmayan halktan uzak halkçılara, adaletten yoksun adaletçilere ve hareketsiz hareket grubuna baktığımda hepsinde samimiyetten uzak ve ikinci masumiyete erişememiş kuklalar, soytarılar gördüm. Korktum. Kırıldım. Yüzüm yine karardı, ensem de. Sonbaharın diğer adı olan “Hazan”ın “Hüznü” bana yansıdı.

Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinde doktora öğrencisi olan Gökhan Karaosmanoğlu, Atatürk’ün askeri okullarda okunması için programa alınmasını istediği kitabı bir pdf sayfasında özetleyerek çok güzel anlatmış bize. Aynen aktarıyorum.

“…Grigoriy Petrov tarafından yazılan ve ilk baskısı 1898 yılında yapılan Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı yapıtta tüm yoksulluklarına, içinde yaşadıkları coğrafyanın elverişsizliğine ve yönetim sorunlarına rağmen Finlandiya’daki birkaç iyi yürekli, çalışkan, azimli, kendini ülkesine adamış insanın -genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle- dayanışma içindeki kalkınma öyküsü anlatılmaktadır. Kitap boyunca bir ülkenin gelişiminde ve dönüşümünde toplumun ne kadar önemli olduğuna tanıklık eden genç okur, gerçek aydının kim olduğunu ve toplumun gelişmesinde hangi sorumluluklara sahip olduğunu düşünme olanağı bulmaktadır. Finlandiya halkının bu dönüşümü yalnızca ekonomik, toplumsal bir dönüşüm değil; aynı zamanda İsveç toplumunun ve iktidarının baskısı altında geçen bir dönemin de sonudur.

Okur, Fin halkının ülkesinin gelişimi için neler yaptığına, nasıl mücadele ettiğine tanık olurken adalet, insan sevgisi, yurt sevgisi, din, sanat, ekonomik yaşam, üretim biçiminin değişmesi gibi konuları da belleğinde tartışmaktadır. Bataklıklar ve kayalıklar ülkesi olarak bilinen Finlandiya’da halkın şu anki refah düzeyine ulaşması insanların birlikte çalışmasıyla, dayanışmasıyla gerçekleşmiştir. Elde edilen başarı belirli kişilerin değil; Fin halkının ortak bir eseridir. Kitapta bulunan kişi-kişi, kişi-toplum, kişi-doğa ve kişinin kendisiyle yaşadığı çatışmalar yapıtın heyecanla okunmasına katkıda bulunmaktadır. Çatışmalar çocuğun sevgi, başarma ve özgürlük gereksinimlerini karşılayacak biçimde geliştirilmiştir. Kitaptaki kahramanlar ve karakterler, içinde bulundukları çatışmaları iletişim kurarak, akıl yürüterek ve çaba harcayarak çözerken genç okurun yaş ve deneyimlerine koşut olarak yaşam ve insan gerçekliğine yönelik yaşantılar edinebilmelerine olanak sağlamaktadır.

Genç okurun dikkatinin her zaman üst seviyede tutulduğu yapıttaki çatışmaların kurgulanmasında abartılmış merak, aşırı duygusallık gibi konuyu zayıflatan özelliklere rastlanmamaktadır. Yapıtta çocuğun özdeşim kurabileceği özellikler taşıyan kahramanlar, ulaştıkları başarıları gerçekten hak etmiştir. Aydınından köylüsüne, öğretmeninden din adamına, askerinden çiftçisine kadar tüm insanların birlikte, dayanışma içinde kalkınmasını anlatan ve çağdaş bir destan  niteliğinde olan yapıt, genç okuru sormaya, sorgulamaya ve içinde yaşadığı toplumla karşılaştırma yapmaya yöneltmektedir. İçinde yaşadıkları siyasî ya da coğrafî koşullar ne olursa olsun birlikte çalışarak ülkelerini bugünlere taşıyan Finlandiya halkının mücadelesi, dünyadaki diğer uluslar için de ilham verici niteliktedir.

Kurtuluş Savaşı’nı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını ve sonrasındaki aydınlanma sürecini de anımsatan yapıt, genç okurun, ülkesinde yaşanan sorunlara çözümler üretmesine katkı sağlamaktadır. 15 yaş ve üstü genç okurun yaşına, gelişim özelliklerine ve gereksinmelerine uygun olan “dayanışma, birlikte çalışma ve sorumluluk” izlekleri, insanların birbirleriyle iletişimlerinde daha duyarlı, daha düşünceli olmalarını ve tüm toplumun yararını gözetir biçimde davranmaları gerektiğini sezdirmektedir.

Genç okurun düş kurarak, düşünerek; duyu algılarını kullanarak yaşantı kazanmasına olanak sağlayan izlek, yaşama ve insana ait durumları duyumsatıcı niteliktedir. İsveç ve Fin kültürlerini gözlemleyen genç okur, kültürlerin birbirine üstünlük kurmaması gerektiği konusunda duyarlık geliştirmekte, insanların eşit bir biçimde yaşamaları gerektiğine inanmakta ve efendi-köle anlayışına karşı çıkmaktadır.

Yapıtta 1800’ler Finlandiya’sının dönüşüm sürecinde kadınların oldukça etkili oldukları, Avrupa’daki pek çok ülkeden daha önce seçme ve seçilme hakkı elde ettikleri görülmektedir. Cinsel roller; çağdaş yaşamın gereklerine uygun olarak kurgulanmış, kadına ve erkeğe yüklenen anlam arasında ayrım yapılmamıştır. Yapıtta cinsiyet ayrımı yapılmaması genç okurda cinsiyet rolleri açısından olumlu duygular oluşmasına katkı sağlamaktadır. Bu durum, kadının ver erkeğin toplumsal yaşamda bir arada olduğunu genç okura sezdirmektedir. Yapıt, her uluslararası sınavdan sonra adını sıklıkla duyduğumuz Suomi/Fin halkının bugünlere gelmesinin bir rastlantı olmadığını kanıtlar niteliktedir. Genç okura duygu, düşünce ve yazınsal kurguyu anlamlandırma sorumluluğu veren yapıt, okuma kültürü edinme sürecinde, “eleştirel okuma” evresinde gençlerle buluşturulması gereken bir kitap olarak değerlendirilebilir. Her çocuğun özgürce okuyabilmesi dileğiyle… (Petrov, G. (2015), Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Çeviren: Elnur Osmanov, Koridor Yayınları; Gökhan Karaosmanoğlu Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Doktora Öğrencisi)…”

Kitaptan aklımda kalan temel etkiler:

* Finlandiya’da özel okul yoktur.

* Tüm okullar aynı düzeyde eğitim verirler; kalite farkı yoktur. Öğrenciler yarıştırılmaz.

* Öğretmenler en az master düzeyinde eğitim görmüş üst düzeyde gelişmiş eğitmenlerdir.

* Öğretmenlerin maaşları üst düzey kamu görevlisi düzeyinde yüksektir. Diğer bir deyişle yazımın girişinde sözünü ettiğim Atatürk’ün önerisini ya da uyarısını Finliler anlamışlar ve uygulamışlardır. Peki ya şimdi ülkemdeki durum nedir ?

Beyaz Zambaklar Ülkesindeki eğitim sistemi ile günümüzde Pisa ile yarıştırılan ve ne yazık ki alt sıralarda yer aldığımız sınav sistemini ele aldığımda bir yazımı da 20 Şubat 2017 de blogumda yayımlamıştım (http://www.copcu.com/2017/02/20/yasam-bufesinde-pisa-vs-pasi/). Yazımda özetle şu sonuca varmıştım:

  • Ülkem bugün aynı görünümde ve demek ki umut var.
  • Layığını bulmanın vebali otoritede değil onu yaratan ve değişime direnen doksan yıl geriye gitmeye bunca istekli milletin kendisinde ve “gönüllü eğitim elçileri” gerekiyorsa da;
  • Bugün her şey iş dünyasının çıkara dayalı sıkı ortaklığına bağlıysa ve bu bağlar bugün ki geri kalmışlığa ve asıl önemlisi geri kalmaya devam etme isteğine bağlı dönüyorsa çarklar bu gidiş, gidiş değil ve
  • Bizim “roller-coaster (rock bottom’a ramak kalmış olan alamet)” dibe vurmadan bu iş düzelmez.

Geçen yüzyılın başlarında, savaştan çıkmış fakir ve özgür bir ülkenin, ülkemin kalkınma gayretlerinde böylesi bir yapıta önem veren Atatürk ve onun bakış açısına değer veren diğer otoritelerin yola çıkışlarından kırk yıl sonra Beyaz Zambaklara benzettiğim “Köy Enstitüleri” aklımın gündemine düşüyor. Bir dakikalık filmle anlatılan gerçek ve yüreğimin yanan bir köşesindeki hazanın yerleşik hüznü. (https://www.youtube.com/watch?v=FrPXWyXI0To). Ya da sabrınız ve zamanınız varsa bir saatlik bir film hem de Kültür Bakanlığı katkısıyla hazırlanmış (https://www.youtube.com/watch?v=xaFpyN8UrYw). Veya Celal Şengör’ün anlatımıyla altı dakikalık bir film (https://www.youtube.com/watch?v=DEhrwmM9PcE). Peki ya rahmetli Uğur Mumcu, rahmetli Aziz Nesin’le yan yana oturduğu paneldeki dokuz dakikalık konuşmasında neler söylüyor ? (https://www.youtube.com/watch?v=7ynyRPB9jHE). Rahmetli Mumcu’ya kulak verirsek birkaç temel mesajı yakalarız:

* Hangi iktidar din sömürüne dayanmışsa mutlaka yıkılmıştır. Kırklı yıllarda okullara din dersini tekrar getiren CHP ellilerde; Ellili yıllarda Sait i Nursi’nin cübbesine sığınan DP altmışa varmadan; Nurcuların, tarikatların sakalını sıvazlayan rahmetli Demirel ve diğerleri gibi ki,

* “Halk Affetmez” diyor Mumcu bu dokuz dakikalık panel filminde. Bakalım 2018 ve 2019 da rahmetli Mumcu’nun haklı çıktığını görebilecek miyiz ?

En çok hoşuma giden de “Yol Ayrımı“na gelip de Batı ile Doğunun karmasında (ki o yıllar için doğru bir seçimdi) yolunu bulmaya çalışan Türk halkı için “Türk vatandaşı kimdir ?” sorusuna verdiği yanıt ki günün koşullarında bir zorunluk sonucu oluşan durumun açık ifadesidir şu sözler:

Türk vatandaşı, İsviçre Medeni Kanununa göre evlenen, İtalyan Ceza Yasasına göre cezalandırılan, Alman Ceza Mahkemeleri Hukukuna göre yargılanan, Fransız İdari Hukukuna göre idare edilen ve İslam Hukukuna göre gömülen kişidir.”

İşte bu gelgitler içinde geçen yüzyılın başlarında Beyaz Zambaklar Ülkesi’nden etkilenip yetmiş beş yıl önce İkinci Dünya Savaşı sırasındaki “Yol Ayrımı”nda “Tonguç Baba”nın eseri olan ve şu sözlerle “eğitim içinde üretim, üretim içinde eğitimi” amaçlayan Köy Enstitülerinden umutlanan ve umutları kısa süren aklım, Hindistan’daki güncel “Yalınayaklar Koleji“nde düşünme molası verip Waldorf Okulları’nın sistemine eleştirel olarak takılı kaldı. Biraz daha fazla bilgi sahibi olduktan sonra WhatsApp Grubumuzdan sevgili Fatoş’un (Prof.Dr.F.Kutay) beklentisi olan görüşlerimi paylaşmaya çalışıyorum.

Günümüze dönelim. “Güneş Nineleri” olarak tanıdım ve belleğime yerleştirdim ben onları. Bizi de davet ettiler. Küçümsedik ve gitmedik. Gitseydik bizim de köylerimizde kendi enerjisini karşılayan, Yalınayaklar Koleji Güneş Mühendisi olacak gurur duyacak ninelerimiz olacaktı. Olmadı. Olamadı. Yetmiş yıl önce Köy Enstitülerini yıkan zihniyet bugün de bu oluşuma, bu gelişime dudak kıvırdı ve “hadi canım sen de…” diyerek daveti geri çağırdı. Bunker Roy’a kulak verebilseydik (https://www.ted.com/talks/bunker_roy?language=tr#t-2874) en azından yaşam gölünde kulaç atarken ya da yaşam büfesinde sıraya girerken yaşamın temel beklentilerini karşılayacak yaşam bilgileri ile donanmış olacaktı çocuklarımız.

Sözün özü; Waldorf Okulları ve günümüz teknolojik yarışının robotlaştırdığı öğrenme süreçlerine kara tahta ve tebeşir yerleştirmek tıpkı 18 Temmuz 2004 de Hürriyet’te yayımlanan “Bir gün dibe vurduğunuzda” başlıklı yazıda olduğu gibi bence,

* Toplumun doygun kesimleri için yaratılmış seçkin azınlığın öğrenme yolculuğu;

* Ne çoğulcul olabilir ne de ülkemin koşullarında süreklilik ve geçerlilik sağlayabilirler.

* İlginç bir ifade de “Waldorf Okullarından mezun olanlar çocuklarını bu okullara göndermiyor” sözleri de beni yine uzunadamgillerin yurt dışında okuyan torunlarını düşündürüyor. Ve…

* Bu okullardaki öğrenme sistemiyle güncel pazar koşullarında başarılı olabilir miydi mezun olan çocuklar eğer ebeveynleri okul dışında onca varlığa sahip olmasalardı …

Neyi özlüyorum biliyor musunuz ? Bu özlemin altında yatan karatahta, tebeşir ya da soluk kara önlük değil (parlak siyah önlüğü zengin çocukları giyerdi) ama özlemim Soma Altıntaş İlkokulu ve öğretmenin Şinasi Bey; İzmir Tilkilik Erkek Ortaokulunu, Atatürk Lisemi ve Halil Cim’le Kroş’u ya da Baklava Kazım’la Kalın’ı özlüyorum. Düzgün sekizgen çizemedi diye tüm sınıfı döven Sururi’yi özlüyorum. Belki de özlediğim aslında sokak çocuğu keyif ile geçen çocukluğum. Hey gidi günler hey !

Bugün (21.11.2017 / 15.00) Teve2 de Prof.Üstün Dökmen vardı konuk olarak ve “Çalış oğlum” demek yerine “CAS Testi”nden söz etti (http://www.idempsikoloji.com/hizmetler/cas-testi/). En azından bizim düzeyimizde yapabileceklerimiz var. Televizyonda kanal değiştirirken bu kez de Sandra Bullock’un “Göl Evi”ni izleme molası verdim kendime (https://www.youtube.com/watch?v=5JMz4gS0XP8). Ve…

Beyin ne ararsa onu bulur” sözüne inanarak bu kez de Göl Evi’nden “Başarı için doğa ile işbirliği şart” sözleri düştü elimdeki kitabın boş bir yerine (ki o kitaptan da Makyavelli’nin “Prens”ine ait mesajlara göz atıyordum. Neden ?).

Neden mi ?

Çünkü şu an ülkemde olan her şey “Prens”te anlatılanlara, dikkat çekilenlere tıpa tıp uyuyor. Birkaç satır aktarayım. Prens’in 17. bölümünde Makyavelli soruyor: “Prens sevilmeli mi yoksa ondan korkulmalı mı ?” ve işte yanıt:

“…Hem korkulan hem de sevilen kişi olmalıdır ama …ikisinden biri tercih edilecekse korkulan kişi olmak sevilen kişi olmaktan çok daha emniyetlidir…” ve devam eder “…İhtiyatlı bir hükümdar eğer çıkarlarına aykırı düşüyorsa vefa göstermemelidir. Yasalar da sözünü yerine getirmediği için mazeret göstermek isteyen bir prensi hiçbir zaman yalnız bırakmamıştır. Çünkü insanlar o kadar basit ve günün gereklerini yerine getirmeye o kadar hazırlardır ki aldatmak isteyen aldatılmaya razı olan birilerini her zaman bulacaktır…

Soner Yalçın’ın “Sarraftan Zarrab’a” diyerek dikkat çektiği gibi eğitim ve öğretim bir yana ülkem her tarafından böylesine kuşatılmışken Kuzeyde Esed’le Putin, Soçi’de (ki biz CINOS’un ilk evresinde Soçi’ye bayi götürürdük sex turizmini promosyon malzemesi yaparak seksenli yıllarda) el sıkışırken ve yarın bu ikiliye katılacak uzun adam tükürdüğünü yalamaya hazırlanırken, katara katar katar götürüp de katardan eli boş dönerken, dolar dört liraya ulaşmaya hazırlanırken kuklalar cirit atacaklar, soytarılar takla atacaklardır. Bu durumda bizim gibi olanlar “gemisini kurtaran kaptan” diyerek çoklukla zorlansalar da sistemin dayattığı seçkin okullarda çocuklarına, torunlarına yer bulmaya çalışacaklardır.

Birgün dibe vurmadıkça; soytarı, hain ve kuklalar sahneden silinmedikçe bu sistem değişmez

Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü