Yaşam Büfesinde “Cevherler 1”

“…Kadın aynanın karşısında dudaklarına ruj sürmektedir. Onu seyreden oğlu sorar: “Anne o dudaklarına sürdüğün karın doyurur mu ?”. Annenin yanıtı “Hayır oğlum doyurmaz ama tok gösterir”Gümrük memuru valizini taşımakta güçlük çeken adama sorar “Deklare edilecek eşyanız var mı ?” Adam “Yok” dese de şüphelenen gümrükçü ikinci bir soru sorar “Valizinde ne var ?“. Adam “Kuş yemi” der. Gümrükçü inanmaz ve valizi açtırır. Valiz ağzına kadar kol saati ile doludur. Gümrükçü hiddetle üçüncü soruyu sorar “Bunları kuş yer mi ?“. Adam sakindir “Valla“der ve devam eder “Ben kuşların önüne dökücem yerler mi yemezler mi ? bu onların bileceği şey”…”

DUBLE NET SEP 2017 MOTES (SG kendini sorguladı: 1.Ne yapıyorum (CU…) ? > 2.Ne yapmak istiyorum (WI…) ? > 3.Ne yapabilirim (CA…) ? ve 4.Ne yapmalıyım (MU…) ? Doğruyu buldu:  Sahip olduğu değerlerin farkına vardı. Farkındalığını geliştirdi. Geleceğini şekillendirdi)

Merhaba

Bugün 19 Eylül ve Çeşme’nin havası (40 derece) ve denizi (ılık ve çarşaf gibi) yazı aratmayan gerçek bir Eylül güzelliğinde. Hep böyle oluyor. Ağustos’ta ve bazen Temmuz’da yazlıkçılara kışı yaşatan ve çoklukla kaçıran hava ve deniz, Haziran ve Eylül’de bir başka güzel oluyor. Üstelik okullar açılınca iyice tenhalaşıyor ve bu güzellikler bize kalıyor. Gerçi kendi çocuklarımız ve torunlarımız İzmir’e döndükleri için ve bu güzelliği yalnız doyumsamak azıcık hüzün verse de gerçekten güzel… Hele bir de bizim gibi elekler duvardaysa, yaşam büfesi önünde sıraya girmek, sırada kalmak ve sırada öne geçmek mücadelesi kalmamışsa; üstelik laf aramızda yaşam gölünün karşı kıyısı da görünür olmuşsa bu güzelliği “5Y” ile özümsemek, içselleştirmek ve doya doya yaşamaya çalışmak artık bir borç; gönül borcu; yaşama şükran borcu. Aman nazar değmesin; aklımız geride kalmasın ve biz yarın ne olur ne olmaz yine bir İzmir’e gidip hasret giderelim. Çünkü hayat kısa… ve de üstelik bugün bizim evlilik yıldönümümüz ki; 52 yıl olmuş;dile kolay ve da daha henüz dün gibi (https://www.youtube.com/watch?v=1tU1YMkZdKk). Binlerce şükür. Hem C13 Plus yakın yapımıza ve hem de bizi biz yapan, uzak, yakın dostlarımıza binlerce teşekkür.

Ruj ve Çocuk

Yazımın girişindeki kısa mavili anlatımın bende iki bağlantılı anısı vardır. Bu anıların ilki ellili yılların sonları ve Soma’daki ilk okul yaşamımın final günlerine aittir. Elimde bir kitap vardı: Cemal Nadir Güler‘in tüm karikatürlerinin olduğu ve onu yitirdiğimi hep anımsadığımda yüreğimi sızlatan bir üzüntü duyarım (https://leventerturk1961.wordpress.com/2014/07/04/cemal-nadir-guler/). O kitaptan aklımda kalan ve her detayını dün gibi anımsadığım bir karedir yazımın girişindeki anlatım. Annenin giysileri kırklı yılların zarafetindedir. Fakir bir ev, bir gariban oda görüntüsü içinde kırık bir aynanın önünde oturmaktadır anne. Ayna eski bir konsola takılmıştır. “Konsol” sözcüğü eskilerde kalsa da her seferinde şu türkünün sözlerine alır götürür beni (https://www.youtube.com/watch?v=PoepDqoJPBI) “...süremedim lavantayı konsola koydum…” Rahmetli Cemal Nadir’in o karikatüründe beni asıl etkileyen çocuktur. Altı yedi yaşlarındaki çocuğun ayağında daha sonraları Bermuda denen ve moda olan bir pantolon, şort türü vardır. Çocukluğumda bana da giydirilen ve nefret ettiğim bir giysi türüdür. Ne kısadır, ne uzun. Zaten iyice zayıftım; bir de bu görüntümü hiç sevmezdim. Bu nedenle yazın bile uzun pantolon giymek isterdim. Ya da Soma’ya büyük şehirden gelip de biz “ülen” derken bize “aslanım” diyen şehirli çocukların giydiği diz üstü kısa pantolona (şort) imrenirdim. İşte karikatürdeki o çocukla kendimi özdeşleştirirdim. Bu kadarla da değil. Çocuğun elinde yarısı ısırılmış bir dilim ekmek vardır. Ben de çocukten sokakta elimde ekmekle dolaşmayı, sokakta ekmek yemeği çok severdim. Üstüne salça sürmek yeterdi. Bir detay daha vardı çocuğun görüntüsünde; çocuğun diğer elinde ucuna ip bağlanmış bir tahta araba, oyuncak vardı. Bu da onunla kendimi özdeşleştirmemde bir diğer özellikti. Ben de çocukluğumda tahtadan, telden arabalar yapar oynardım. Bu karikatürle ilgili ikinci anım, annenin verdiği mesajı kullandığım bir öğrenme yolculuğunun finalindeki sözlerimdi. Neler yaşanmıştı da ben bu sözleri kullanmıştım ?

Liderlik ve Koçluk

CINOS’un birinci evresinin son günleriydi (1995). Ülkesel krizin etkilerinde dibe vuran veriler ve duygularla toparlanmaya çalışan şirketin üst ve orta düzey yöneticilerini Alev’le ben, İzmir’de bir haftalık bir öğrenme yolculuğuna çıkarmıştık. Çerçevemizin içine liderlik ve koçluğu yerleştirmiştik. Bir yıl önce (1994) krizin derinleştiği, koşullarda Seferihisar’da Dr.H.P.Hardmeyer’in Alev’le birlikte verdiği eğitimin devamı ve benzeri olarak bu rolü üstlenmiştik. Katılımcılar bu öğrenme yolculuğunun beraberlik havasından memnundular. Ne var ki sahada, sahrada, uygulamada etkili olacağı, işe yarayacağı inançları zayıftı; çünkü hâla krizin etkileriyle push (ittirmek) odaklı satışı artırma telaşındaydılar. Bu nedenle böylesi disiplinli ve süslü eylemlerden beklentileri düşüktü. Biz (en azından ben) “mış gibi yapmalarına” bile razı gibiydik. Öğrenme yolculuğunun son gününde “sakın yapmayın” deseler de gerçek müşteri beraberliğinde “case study/olgu yaratması” nı gerçekleştirdik. Üçer kişilik dört grup oluşturduk. Üst müdürler değerlendirme yapacak, her bir grupta birer izleyeci rolünde kalacaklardı. Orta müdürler (bölge müdürleri) liderlik/koçluk yapacaktı. Gerçek müşterinin gerçek satış elemanına bir senaryo verdik. Böylece satış elemanı hem SSTC Ustalık Becerilerini sergileyecekti hem de bölge müdürü ona koçluk edecekti. Üst müdür de hem koçluğu ve hem de usta satıcılığı değerlendirecekti. Bu senaryonun uygulanmasında en kritik nokta “feedback & reinforcement” konusuydu. Bunu nasıl, ne zaman yapacaktı ? Etkili olmak için anlattığımız  başarının ve uyarının koşulları netti; iyice dikkat çekilmişti. Önemli olan hevesi, inancı ve hatta tutkuyu sergileyebilmekti. Biz eğitmenler (MACK) ofiste onların dönüşünü bekliyorduk. Yarım günlük çalışma sonucunda kapanış değerlendirmesini yaparken bu karikatürü anlatmış ve kuşkularına karşı ana mesaj olarak şunu vurgulamıştım “Bu liderlik ve koçluk gayretlerini uygulamanız satışınızı artırır mı ? diye bir soru aklınıza takılabilir; şunu unutmayın ki arttırmasa da sizi müşteriye karşı güçlü gösterir” benzeri bir değerlendirme yapmıştım. Kimi zamanlar disipline edilmiş gayretlerin beklenen etkileri zaman ve mekanda birbirinden uzak olabilir. Yeter ki siz inançla yolunuza devam edin. Neden mavi ile kırmızılı iki öyküyü aynı yazıma giriş konusu yaptım ?

“2P” > Sabır ve Sebat (Kuş Yemi)

Yanıtı bana net; size de net olarak aktarabilecek miyim ? bakalım ve görelim. Ortak yer, ortak mesaj şu bütünleşik ifadede. Sizi tok gösterecek eylemler bir süre sonra alışkanlığınız olur; etkinizi artırır ve müşterinin sizi algılayış biçimini oluşturur ki ben buna “kurum kültürü” diyorum. Kuş yemlerine gelince; hazırlıklarınız, eylemleriniz, sunumlarınız, önerileriniz, “yer misin, yemez misin ?” ya da “valla ben yaptım oldu; ötesi sizin bileceğiniz iş” olmamalıdır. Valizinizde, bohçanızda, heybenizde, sadağınızda, alet çantanızda gerçek kuş yemleri olsun ve inatla, inançla, sabır ve sebatla yapacağınız disiplinli eylemler ilk anlarda sadece görsel boyutta kalıyor gibi görünse de azimli olun; görünenin altını doldurun.

Hiçbir emek boşa gitmeyecektir. Gerçek birgün mutlaka hakim olacaktır. Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü