Yaşam Büfesinde “Hermafrodit Halojenler”

“…Herkes yaşamda nasıl yavaşlanacağını öğrenmek istiyor ama bunu da hızlıca öğrenmek istiyor. O kadar hızlı bir dünya ki yer çekimi bile çok zaman alıyor. Hız kültürüyle marine olmuş hayatımız için ödediğimiz bedeller korkunç…(27.08.2016) >>…Çocuğun yaş günüymüş. Yaş günü pastası gelmiş. Çocuk kesmiş. Herkese dağıtmış. Kendisi de bir parça alıp yemiş. Bir süre sonra çocuk ağlamaya başlamış. Annesi “Neden ağlıyorsun ?” diye sorunca “Pastamdan yemedim” demiş çocuk. Annesi “Pastanı yedin” diye sözlerini sürdürünce çocuk “Yediğimi hissetmedim ki…” demiş…(12.08.2016) >>>...“…İri yarı boksör elinden tutup getirdiği cılız, sıska, cüce bir adamla karakolun kapısından girer. Komsere “Bu adam beni dövdü” der. Komser bir çelimsiz adama bakar, bir de iri kıyım boksöre ve gülmemek için kendini zor tutarken dayanamaz ve boksöre : “Sen onu neden dövmedin ?” diye sorar. Boksör sakince yanıtlar: “Ben parasız dövüşmem ki…“… >>>>… Geçmiş yüzyıllarda, vadi ve tepelerde dolaşırken bir eşeğe rastladım; öyle ince ve cılızdı ki sağlığı için endişelendim. “Ah, eşek” dedim, “çok zayıfsın, çok üzgün, solgunsun; neden yemek yemiyorsun ? Kör müsün ? Şurada, işte tam şurada solunda bir balya saman var-altın sarısı- ve birkaç adımla, tüm bir balya kolayca senin olacak.” Ben konuşurken, eşeğin gözlerinin sağa sola nasıl kaydığını gördüm…Eşeğin sağ tarafında da bir balya saman vardı ve Buridan’ın Eşeği şaşkındı…

Satışı eğlence yapmak ve Sessizliğin Baskısına dayanabilmek… Hayatta en zor şey

Merhaba

Ağustosun ikinci gününde yakın geçmişin Ağustoslarına bakıp kendimi, düşüncelerimi, dünyaya bakışımda değişen ve değişmeyenleri görmeye çalıştım. Geçen yıl “Karoshi” demiş aklım ve işte o yazımdan birkaç satır:

http://www.copcu.com/2016/08/27/yasam-bufesinde-karoshi/ > (…Bu konuda spor ve jimnastikteki sakatlanmalardan örnekler veren Carl beyin şu benzetmesini sevdim: “bedeni hazır kılmadan amuda kalkmak“. Milan Kundera da 1996 yılında “Yavaşlık” isimli bir kitap yazmış ve kitabında “Olaylar çok hızlı geliştiği zaman kimse ne olduğunu tam olarak anlayamaz ve hatta hiç kimse kendisi de dahil olmak üzere hiçbir şey hakkında emin olamaz…” Bu nedenle Japoncada “İş sebebiyle ölüm” demek olan “Karoshi” yi düşünüp yavaşlamak gerek tıpkı Aborjinlerin yaptığı gibi “Dur dinlen, ruhun sana yetişsin”...).

…ve yine 2016 Ağustosundan bir başka kesit ve bu kez “turna ve zurna” yı buluşturmuş aklım ve yine taşradan birkaç anı. Neden “yine” var cümlemin içinde ? Çünkü şu sıralar ZM68 WhatsApp Grubumuzda “Eşek” çerçeveli ve benim “Taşra Çocuklarına” çekmeye çalıştığım; aksesuarlarla süslediğim ve birazcık “dirty mind” a doğru yön verdiğim bir muhabbet var ki benzerini birkaç gün önce blogumda dillendirmiştim. Geçen yıl 12 Ağustosta neler yansıtmış aklım klavyeye ?

http://www.copcu.com/2016/08/12/yasam-bufesinde-turna-ve-zurna-pesrev/ >> (…İsabel acaba “V Uçuşu” halindeki turnaların hangisini gözünden vurmuştur ? İsabel iyi bir avcı mıdır ? Turna grubunun en arkasında kalan yorgun turnayı mı vurmuştur İsabel ? Turna avlama ustası olan İsabel’in babası acaba zurna çalmasını biliyor muydu ? İşte bu saçma iç sorularımla denizin sakin ufkundaki turnaları ürküten, zurna gibi ses çıkaran yel değirmenlerinin dönen kanatlarına bakarken “Sapiens“in 320 nci sayfasından sonraki on sayfayı soluksuz okudum. Bir daha okudum. Anlatımın sıralı çerçevesine hayran kaldım. Kitabı karaladım. Bu hızlı gelgitlerde “Noel Baba ile SOX Yasası” zihnimde buluştu ve “Ticari Dürüstlük (Basiretli Tacir)” ten “Sabah Baskını (Rekabet Kurulu)” için hazır olma uyarısına ve “Kalk Borusu“na uzandım...)

Bir yıl daha eskitsem aklımı ve 2015 den alıntı yapsam; hangi yazımı seçerdim ve neyi, neden yeğlerdim ? “Meccanen” sözcüğünü yaşadıklarımla özdeşleştirip öykü kılarak anlatmaya çalışıyorum. Demem o ki… (alıntıdan sonra)

http://www.copcu.com/2015/08/10/yasam-bufesinde-meccanen/ >>> (…Biz taşra çocukları (ellili yıllar Türkiye’sindeki Soma’nın taşlı ve tozlu sokaklarında leblebici -tüh Allah kahretsin tam şimdi yazarken duraklayıverince adını unuttum- hadi İrfan olsun; Leblebici İrfan’nın duvarında kafa topu oynarken kırdığım cam geldi aklıma) sanırım biraz sınırların ötesinde deneyimler yaşadık. Çoğu da sokak çocuğu (out doors) olmamızdan ve her dönemde olduğu gibi büyüklerin sözlerinden etkilenmekten olsa gerek. Bugünün çocukları odalarda (in doors) sanal ortamda elektronik oyunlarla tek başlarına akıllarını geliştiriyorlar. Hangimiz daha şanslıyız ? Biz o günlerde sokağın tozu toprağında, tozu dumana katarak ya da tozu dumanı yutarak, yaşayarak öğreniyor ve öğrendiklerimizi kullanıyorduk.  Arkadaşımıza bir meşe ya da boncuk uzatıp “ister misin ?” dediğimizde hemen “bedava mı ?” karşı sorusunu alırdık ve yanıtımız biraz acımasız olurdu. Hoşgörünüze sığınıyorum. Aynen şöyle derdik “anan babana bedava vermiyor; ben neden vereyim ki“. Böylece arkadaşımızı tongaya düşürmüş olmaktan zevk alır ve gülerdik...). İşte o günlerden bugün “GAT Dünyası” kavramını türetip “Ver ki alasın“diyoruz. Hem “meccanen”i seviyoruz ve hem de kendimizi mi kandırıyoruz ? Yoksa biz da adımızın cins ismini “Homo” desek de birer halojen miyiz ? Kırk yıldır bildiğim halojen sayısı dörtten fazla mı ? Halojen olmak, olabilmek, halojenleşmek iyi bir şey midir ?

Demem o ki; bugün herşey öyküsüyle tanıtılıyor; kalıcı kılınıyor ve satılıyor. Reklamlara bakmanız yeter. Her birinde bir öykü var. Öykü satılıyor; öykü sattırıyor. İki ay önce ilk adımı gerçekleştirip öykülerini öğrenmeye çalıştım ve  sadece onlar için, ilk adımda onlara bir görev borcum kaldığını düşündüğüm için ikide bir, “Sessizliğin Gücünü” kullanıp  iletişimi tazeliyorum. Hiçbir respons (yanıt) almasam da ben bunu hep yapıyorum. Biliyorum ki onlar yazmayı, yazılı iletişimi sevmiyorlar. Belki de sevmemenin ötesinde bilgi-beceri-deneyim ve özsaygıları onlara “yazma; çünkü yazarsan fabrika ayarlarına dönersin ve defoların ortaya çıkar” diyor. Bu sözü dinlemekle doğru da yapıyor olabilirler. Ne var ki; bu doğru onların öğrenme ve ustalık yolculuklarını önlüyor. İki gün önce yine de yazdım; yeniden yazdım ve “Bu ekstra için hem hiçbir ücret istemiyorum ve hem de sadece bu çekim için, sadece sizin için, sadece sizi size gösterebilmek için Çeşme’den İzmir’e geleceğim” diye açıklayıp iletime yanıt beklediğimi ortaya koydum; ısrarla… Elektronik postamı okumazlar ya da geç okuyup da beni bekleme sürecinde fıtık ederler diye bir de cepten (WhatsApp) kısa bir mesaj gönderdim ID İkilisine. ID’nin “D” si iki kelime ile yanıtladı: “sen kimsin ?”… Meğer ben bu ilişkinin nerelerinde gezinip neler umuyormuşum bedava döğüşmeyen boksör misali mi görünüyorum gözlerine acep ! Demek ki hem onca zaman verip, hem onca kaynak harcayıp ve hem de onca defa birlikte olup da benim kim olduğumu otomatik olarak gösterecek cep telefonu numaramı cebin arşivine bile katmamış. Bundan nasıl bir anlam çıkaralım ? En iyisi anlam falan çıkarmayalım. ID nin “İ” si ise içten, hızlı ve özürlü bir yanıt verip hem zamanın uygunsuzluğunu ve hem de yaşadığı açmazları dillendirip “benim satışla işim olmaz” sözlerini yineleyerek teşekkür ediyor. Amacım “satış” tan öte “seni, sana, senin gözünden anlatıp ne durumda olduğunu ve yola nasıl çıktığını gösterebilmek” ve teklifim her zaman için baki… “Öğretmen, öğrenci hazır olduğunda gelir” sözünü kendimi avutmak için unutmamalıyım !

Bir yıl daha geriye sarayım zamanı ve Ağustos 2014 den şu alıntıyı yapayım:

http://www.copcu.com/2014/08/29/yasam-bufesinde-erda/ >>>> (…Akıllı insanlar akıl dışı davranırlar. Çünkü hoca da olsalar, balondaki ya da kayıktaki profesör de olsalar D3 olarak istediğimiz “Dedication/ Adanmışlık” eğer din beraberliğinde olursa, “dini ve hayri” işlerde kullanmak için ister yardım dilemek, isterse kucağa oturtmak veya havuz veya ayakkabı kutusu doldurmak olsun fark etmiyor akıldışı görünen adımları atmaları…Bugüne ve ülkeme bakınca; paradigma değişikliği şart (boyu uzatmak olsa da amacım; sadece renk değişikliğine de razı değilim elbette). Keşke olmasaydı diye düşünebiliriz. Eski alışkanlıklarımızı sürdürmek isteyebiliriz. Değişim şart. Değişirken performansı sürdürmek şart. Değişim içimizden gelmeli. Önce bunu hissetmeliyiz. Heves duymalıyız.  Yeni bir oyun için, yeni kurallar koymak, yeni raylar döşememiz gerekiyor ki ancak onu gerçekleştirdiğimiz zaman içinde bulunduğumuz tren doğru yere gidecektir ve bu sadece bizim ellerimizdedir…)

Bu alıntılarla çerçeve çizmeye çalıştığım bu yazımda iki kişiyi tek bir konu etrafında buluşturmaya çalışacağım. Kuşadası toplantımıza katılamayan sınıf arkadaşım sevgili Muhsin’in “Öpülesi İzler” kitabını baştan sona hızlıca taradım. Buna okumak denir mi ? bilinmez. Ne aradı gözlerim ve esasında aklım ? Tam elli yıl önce Menemen’de Stajda “Yerfıstığı Adaptasyon Denemelerinde” rahmetli Lâtif (Prof.Dr.L.Ç.) ve sevgili Yıldırım ile birlikte dörtlüyü oluşturduğumuz Muhsin’in gülümseyen yüzünden bir şeyleri anımsayabilmeyi umdum sözcüklerde. Uygun politik ortamın pragmatik etkilerinde ve de “Genel Sekreter Yardımcısı” görevi ile gezmediği yer kalmamış arkadaşımın. Ne mutlu ! Kitabı dolduran onca seyahatname notlarında sadece kutsal yer ve mekanlar; şehler, yatırlar, kutsal mekanlar var. Görevin gerektirdiği ilişkilerden esinti yok (bu cümleye dikkat) . Üzüldüm. Öykü aradım. Azıcık öykü bulabildim. Bana yetmedi. Ne zaman ki geçen ay sınıf arkadaşım İsmail’den gelen ve adında ortak sözcüğü” doğru” olan üç kitabı tarayınca hiçbir öykü bulamadım; bir yerindeki “İstanbul’daki kızım geçen gün bana telefonda dedi ki “baba son günlerde pek fazla ölümden bahseder oldun”…”sözcükleri dışında. O zaman kitabın boş bir yerine şöyle yazdım: “Bu kitabı yazan İsmail beş yıl okuyup yüksek mühendis oldu. Neden inançlarını mühendislik kurallarıyla öyküleştirip de kabul kapılarını aralamıyor ? Bana bu dünyadaki görevlerimizle öbür dünya için inançlarıma köprü kurmuyor ?”. Cevabını az sonra vereceğim. “Bu kitapları yazan İsmail bir de doktora yapıp, bitki koruma dalında mesleğinin doktoru oldu. Neden tutkulu inançlarını doktora çalışmasının araştırıcı atmosferinde gördükleriyle, öğrendikleriyle bütünleştirip de öykülendirmiyor ? ” ve uzun yıllar Antalya ve çevresi sera pazarında bilgi ve becerisini sorun çözmede, çözümleri etkili kılmada çok etkili kullanan İsmail “Neden deneyimlerle pekiştirdiği, şahsıyla özdeşleştirdiği bilgi ve bulgularını, yer, zaman, kişi ve mekanla somutlaştırıp bu güçlü inançlarını yaymak ve kabullenmesini sağlamak için öykülerle yazılarına güç ve tat katmıyor ?” diye sorular ard arda sıralandı zihnimde. Bu durumda İsmail’in, mühendis İsmail’in, doktor İsmail’in bu verdiği emek, bu yalın ve copy/paste’li yüzyıllardır değişmeyen, günün koşullarına adapte olamayan (ya da oldurulmayan) inanç satırlarının bizim köyün becerikli imamı Ahmet’in yazdığı kitaptan ne farkı var ? O satırlarda kızının kendisine söylediği o kısa telefon görüşmesinden başka hiçbir İsmail izi göremedim. Emeğe üzüldüm. Ortaya konan eserin (!) İsmail’i anlatmadığını üzüldüm. Sıradanlığa üzüldüm. Tee Florida’dan sabırla laf yetiştirmeye çalışan Sam’leşmiş Şükrü’nün “challenge/düello” ettirdiği görüşlere hak veriyor oldum ve bu hak verişime üzüldüm. Yukarıda “bu cümleye dikkat” yazmıştım; şimdi oraya dönüyorum ve ne demek istediğimi anlatmaya çalışıyorum:

“Görevin gerektirdiği ilişkilerden esinti yok” cümlesinde anahtar sözcük “esinti”. Neden ? Biraz önce Sözcü’de Soner Yalçın’ın yazısını okurken satır arasında dikkat çektiği sözcük “Sızıntı” idi. O isimli dergiyi birkaç kez görmüş ve şöyle sayfalarını hızlıca karıştırmıştım. İşte Sözcü’yü okurken gazeteyi elimden bıraktım ve doğrusu gidip bakmazdan önce düşündüm “İsmail’in mail adresi de “Sızıntı” mıydı ?” kuşkusu, belirsizliği düştü yüreğime. Gidip baktım. “Sızıntı” değil “Esinti” imiş ve üzüntülerim içinde azıcık rahatladım. Çok mu önemli Sızıntı ile Esinti farkı ? Belki erbabı için çoktan bile daha önemli olabilir. Benim için önemli olan bizim İsmail, “Sızıntı”lı değilmiş. Şimdilik bu bana yetti.  Muhsin hangi grubun parçasıdır acep ? diye yan yola sapsa da aklım buna yanıt aramaya kalkmadım. Tesellinin böylesi de pek görülmemiştir.

ve…8 yıl öncesinin Ağustos ayından son bir alıntı ile yazımı bitireyim.

http://www.copcu.com/2009/08/21/yasam-bufesinde-ise-koyulmak/ >>>>>(...Eşek’in yemek için açlıktan kaçınmak gibi yeterli bir sebebi var ve bu da hem sağdaki hem de soldaki balyayı yemek için mükemmel ve yeterli bir sebep. Hatası, balyalardan birini seçmek için bir sebebe ihtiyacı olduğunu düşünmesi. Şöyle bir kendimize bakıyorum da eşek olmadığımız halde sebeplerimizin olduğu pekçok durumda bile eylemsiz kaldığımızı görüyorum. Birşeylerin eksik olduğunu görüyorum. Eylemsizliğe iten motivasyonsuzluğumuza takılıyorum. Birkaç yıl önce Elginkan Vakfı’nda katıldığım, motivasyon konulu seminerdeki “motive etmek” ve “motive olmak” sözcüklerinin ayırdına varmaya çalışıyorum. İçimizde yanan ya da yanması gereken ateş mi yoksa dört gözle yoluna baktığımız beyaz atlı prens mi bizi eyleme itecek olan güç diye kendimi sorguluyorum; seçimlerimi sorguluyorum. Bu sorgulama beni Bay Cave’den alıp bu kez Richard Shell‘in “Çıkar Pazarlıkları” isimli kitabındaki bir paragrafa götürüyor...Bu gün bu mesajımı daha açık kılmayacağım. Çünkü bugün gelecek haftaya hazırlık sürecinde, başarının paylaşımı ve otorite figürleri odağında pekçok kişinin huzursuzluk yaşadığına tanık oluyorum; bu sürecin içine çekildiğimi görüyorum ve açıklamanın onlar tarafından yapılmasını bekliyorum…)

Sözün özü; ister Öpülesi İzler”, isterse adında “Doğru” olan üç “Esinti”li kitap olsun onca öğrenme ve ustalık yolculuğundan inançlarınızı zenginleştirecek, inançlarınıza değer katacak, okuyanların kabul kapılarını açacak, yaşanmış kişisel deneyimlerinizden, mesleğinizden, ahirete yardımcı olacak dünya yollarında yardımcı olacak izler taşımıyorsa; sizinle özdeşleşmiyorsa, hep bilinen kalıpların ötesine geçemiyorsa, kısacası bize seni senin öykünle anlatmıyorsa ve bizi modern pazarın büyüme, gelişme, değişme ve dönüşme aşamalarında daha başarılı olmamız için güç vermiyorsa, bizi sürü misali sorgusuz sualsiz biat etmekten öteye götürmüyorsa, bizi kurtarmıyorsa yazık onca emeğe, zamana ve akla… Bence kolaycılıktan öte değil ve bunu bizim caminin imamı Ahmet daha iyi yapar; çünkü imamlık onun mesleği, yaşamı ve yaşanmışlıkları. Ahmet en azından kumsaldaki ayak izleri iki çiftden bir çifte indiğinde bunun ne demek olduğunu bilir ve bu bilinci oluşturduğu şükür ve şükran dolu inancından dolayı yalnızlık değil bilakis güven ve güç hisseder.

Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Yazı bitti; peki başlıktaki “Hermafrodit Halojenler” ne demek oldu ? Yan yollarda kayboldum. Süreyi doldurdum. Sonraki yazıya kalsın. Kalın sağlıcakla.

Öykücü