Yaşam Büfesinde “İkinci Masumiyet”

“…Yaşlı adam yolun kenarında oturuyordu. Gözleri kapalıydı. Bağdaş kurmuştu. Elleri kucağındaydı. Derin düşüncelere dalmıştı. Birden bir savaşçı kızgınlıklıkla karşısında belirdi ve sert bir sesle “Yaşlı adam, bana Cennet ve Cehennemi anlat” dedi. Yaşlı adam, önce duymamışçasına yanıtsız bıraktı bu sesi. Sonra yavaş yavaş gözlerini açtı. Savaşçı gittikçe sabırsızlandı ve yaşlı adam sessizliğini sürdürürken dudaklarının kenarında küçümseyici bir gülümseme belirdi. “Cennet ve Cehennemi mi öğrenmek istiyorsun ?” diye istihzayla sordu ve devam etti “Sen” dedi “Sen, üstü başı pejmürde olan sen, elleri ayakları kir içinde olan sen, nefesi kokan, kılıcı paslı olan sen, çirkin ve annesinin ne olduğu belli olmayan sen, bana cennet ve cehennemi soruyorsun ha ! Kimsin sen ?“. Savaşçı birden küfretti. Kılıcını çekti. Yaşlı adamın başını gövdesinden ayırmak üzereyken yüzü morardı. Boynundaki damaları kabardı. Tam kılıcı indirecekken yaşlı adam “İşte bu Cehennem” dedi. Savaşçı biraz korku, biraz şaşkınlık, biraz sevgi ve saygı ile şefkat içinde yaşamını kendine birşey öğretmek için feda etmeyi göze alan adama baktı. Kılıcını yere indirdi ve gözleri yaşla doldu. “İşte bu da Cennet” dedi yaşlı adam…”

Nezuş’un sofrası; Çeşme geceleri; Veda yemeği (08.07.2017)

Merhaba

Bakmak istemesem de akşam üzeri olup da saat ondokuza gelince aptal kutusunun önüne oturuyorum. Aylardan Temmuz olunca her kanalda hep onlar ve avanesi var. Ayran düşkünü, ayran budalası yüzlere baktıkça gözüme giren ve sürekli cehennemi yaşayan hainlerden ruhum karardı. Halbuki 5 Temmuz tarihi ile 1966 dan bu yana Copculaşma Öğrenme ve Ustalık yolculuğunda ilk gözağrımız, ilk kutlama durağımız oldu Temmuz ayı. Ta ki 2016 dan bu yana bu keyfimize limon sıktılar. Bir yanda anlamsız yere yiten canlar; diğer yanda danışıklı döğüşün hep cehennemi yaşayan ve yaşatmak için masumiyetlerini feda eden oyuncuları. Onların ortak özelliği meymeneti gitmiş, hain yüzler. Traş olurken aynaya nasıl bakıyorlar, kendilerine nasıl katlanıyorlar bunu anlmakta zorluk çekiyorum. Allahım onları ıslah et bize de sabır ver. Ne demiş Yılmaz bugünkü yazısının son cümlesinde ?

Siz hâla Fetö ile mi mücadele ediyorlar sanıyorsunuz ?” Wooow ! Gel de bu söz üzerine ayran iç; ben ya Tekirdağ yöresinden gelen lezzete ya da “Ustaların Karması”ndan medet umuyorum. Ayran içenlerin ya da ayran budalası olanların akla mantığa sığmayacak, terbiye sınırlarını aşan sözlerini duydukça içtikçe içesim geliyor. Ne çare ki yetmişinden sonra istiab haddim (yük kaldırma kapasitem) sadece bir kadeh. Bu da bana yetiyor. Adamın yüzüne bakıyorsun gerçekten şakuli kaymış, nuru gitmiş, meymenetsiz ve bir de utanmazca söz söylüyor. Otuz sene Tepecik’te oturdum (1958-1987) böylesi yakışıksız sözler duymadım. Bundan utanmıyor; yüzü kızarmıyor. Ne günlere kaldık yarabbim ? Öte yandan Kekoyla Mücadele Derneği kurmuşlar ve başına da baş Kekoculardan birini koymuşlar. Adam da araya parça film eklemiş ki yandaşlarını altmışlı yıllardaki Zerrin’in parça filmlerindeki gibi yandaşlarını keyiflendiriyor. Utanma kalmamış ben-i ademde güpe gündüz öpüyorlar hepimizi Acıbademde (artık her yer Acıbadem). Nereye varacak bu aymazlığın, bu hainliğin sonu ?

Allah hepimize doğuştan ilk masumiyeti veriyor. Bunu sürdürmek ve korumak pek uzun sürmüyor. Allah ikinci masumiyeti yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla kazanmamızı istiyor. Bunun için ya yolları, kapıları kapatıyor ve bizden kendi ayak izlerimiz için “patikalar” açmamızı bekliyor. Ya kapıları açıyor ve gözümüzü açıp da buradan girebilmek için şifreyi çözmemizi istiyor. Kimileri çocukluklarını yaşamıyorlar ve sevgisiz ortamlarda büyüyünce ayakkabılarının topuğuna basıyor; Empoaska gibi yan yan yürüyor; direksiyona yan oturuyor ve afralarından tafralarından geçilmiyor. İkinci masumiyeti bulamadıkları gibi, yokluğunu da hissetmiyorlar. Akılları fikirleri katar katar katır yükleriyle bir de kahraman kesilip bir yerlerinde ağaran kıllardan olsun utanmıyorlar. Ağızlarının ayarı kaçıyor (belki de hiç ayar nedir bilmiyorlar). Mahkemeye gelen İngilizce “kahraman” demek olan “hero”dan ürküyorlar; kendi isimlerinin eklentisine bakmadan terbiyesizlikten keyif alıyorlar. Baş Kekocular ortadayken benim anlamakta zorluk çektiğim onca yolu yürüyenler nasıl oluyor da kendi karşı raporlarıyla asıl Kekocuların üstüne üstüne gitmiyorlar… Onları da bir gocundukları yer mi var acep ?

İşte aklıma ziyan bu görüntülerden sıyrılmak için Çeşme’nin yeşil çimlerinde başlayan sohbet Bülent’in kucağındaki bebek gibi Nezuş’un sofrasına taşınıyor yazıma eklediğim filmin bir sahnesinde. Şimdi Ümit ve Pınar Tacikistan’da, Barış ise ABD de Boston’da Harvard Hukuk Fakültesinin yaz okulunda. Yakın planda sahip olduğumuz bunca güzellik için binlerce şükür doluyuz ve zaman zaman içsel ya da dışsal etkenlerle kararmış yüzler görsek de “beraberliklerimiz, sevgilerimiz ve birbirimize desteklerimiz” için şükür ve şükran doluyuz. Ortanca kızımız Dr.Özgen nöbetçi olunca, Eren de programını önceden yapınca Çeşme’nin gelenekselleşen Temmuz Bahçelerinde Eray’dan yoksun ve Bülent’le “Plus”lanmış güzel bir gece geçirdik geçen hafta Cumartesi akşamı. Bunun kimi sahneleriyle bir film yapıp yazıma ekledim. Allah daha nicelerini nasip etsin ve emekle yoğurduğumuz, alın teri ile kavuştuğumuz, sevgi ile içselleştirdiğimiz ikinci masumiyetimizin Tekirdağ’lı ya da Karma Ustalı yolculuklarının C13 Plus beraberliğinde hep açık ve aydınlık yollarda keyifli geçmesi, öğretici ve eğitici olması dilek ve dualarıyla sağ ve esen kalınız.

Öykücü