Yaşam Büfesinde “Kader ve Keder”

“…Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında; sevdalanmış onun deli dalgalarına. Hırçın, hırçın kayalara vuruşuna, yüreğindeki duruluğa…demiş ki suya: “Gel sevdalım ol, hayatıma anlam veren mucizem ol…” Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa “Al” demiş “Yüreğim sana armağan…” Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca , kopmamacasına…Zamanla su, buhar olmaya; ateş kül olmaya başlamış. Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı… Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de alıp gitmiş uzak diyarlara su…Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları…Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu; birgün gelmiş, suya varmış yolu. Bakmış o duru gözlerine suyun, biraz kırgın, biraz hırçın. Ve anlamış aşkın bazen gitmek olduğunu. Ama gitmenin yitirmek olmadığını…Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla…”

ABİDE’mizin 2017 günlerinden bir kesit ve bugün genç kızımız olan İrem’in 10 yıl önceki güzelliği

“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar…”

 

Merhaba

“…Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla… İşte o zamandan beridir ki; ateş sudan, su ateşten kaçar olmuş. Ateşin yüreğini sadece su, suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş” (https://1000kitap.com/yazar/Nuvide-Gultunca-Tulgar)

Bu kadar çok şey almaya ihtiyacınız yok;
Bu kadar fazla alana ihtiyacınız yok;
Daha büyük bir eve ihtiyacınız yok;
Daha fazla zamanınız ve enerjiniz var.
Mücadeleyi azaltıp yaşamla dans edebilirsiniz!

(http://haleninharesi.blogspot.com.tr/2012/12/kendi-kutup-yildizini-bul.html)

Mutluluğun nedenleri:
Kardeşimle her gün kavga ediyorsam, bir kardeşim var demektir.
Yığınla yıkanacak ve ütülenecek çamaşırım varsa, yığınla giyeceğim var demektir.
Çalar saatim sabahın köründe çalıyorsa, yaşıyorum demektir.
Akşamları kendimi çok yorgun hissediyor, ve bacaklarım ağrıyorsa, o gün çalışmışım demektir.
Hayatta iki şık vardır: ya hayatı toza dumana katarsın ya da hayat boyu tozu dumanı yutarsın.

Yedi yıl önce Ekim ayının 22 sinde almıştım Nüvide Gültunca Tulgar’ın kitabını Çeşme D&R dan. Özellikle “Kumsaldaki Ayak İzleri” öyküsünü çok sevmiş ve dört tane daha alıp başta Köyümüzdeki, komşumuz caminin aydın imamı “Ahmet Hoca”ya ve kayınbiraderlerim olmak üzere yakınlarıma hediye etmiştim. Hediye ederken adamına göre ilgi çekecek öyküleri işaretleyip kitabın ilk sayfasına kişiye özel bir not da yazmıştım. Bu dört seçilmiş kişiden sadece Fatih’in babası aydın adam, yüzünde gülümseme eksik olmayan Ahmet Hoca iki şekilde geribildirim vermişti. Kendisi için seçtiğim öykü “Kumsaldaki Ayak İzleri; Tanrı ve İnsan; Zor Günlerde Bir Çift Görünen İzler” idi. mesaj tam yerine, “Cuk Oturmuş”tu. İlk geribildirimi Cuma Namazı öncesi gelip teşekkür etmesi oldu. İkincisi de hutbe (yoksa vaaz mı demek daha doğru ?) verirken hem isim vermeden “Cemaatten (cami halkı demek) Biri” olarak kitap armağını aldığını söylemiş ve hem de seçtiğim öyküyü cemaate anlatmıştı. Hem seçimimden (kitap ve kişi) ve hem de geribildirim alışımdan çok mutlu olmuştum. Hep derim ya; “Geribildirim şampiyonların sabah kahvaltısıdır”. Aynı görüşte misiniz ?

Yaşam soğana benzer; kat kat soyarken zaman zaman ağlatır (Sayfa 207). İnsan yaşlandıkça anlıyor ki kendi kayığını kendin çekmezsen…(Sayfa 282). 

Yazımın başlığını önce kendimi düşünüp, sınırlarımı, kurallarımı ve sessiz baskılarımı düşünüp, 1977-1985 yılları arasında kullandığım 1968 Anadol’umun verdiği haz ve mutluluğun gelgitlerinden etkilenip “Külüstür” koydum; sonra sildim. Daha sonra “Ateş ve Su” koydum. Onu da sildim. Hem öykünün içinde geçtiği için ve hem de dün yaşadığım gelgitlerin etkisinde “Kader ve Keder“i damarlarımda hissettiğim için daha çok sevip yazıma “sername” yaptım. Sanırım Lise 2 idi (1962) ve İzmir Atatürk Lisesinin Fen Bölümünde olduğum halde Rahmetli Kalın’ın (Behçet hoca) etkisiyle ve de Nezuş’la flörtümün zirve yapmasıyla edebiyatı da daha bir çok sever olmuştum. “Sername” yine sanırım Kaptanpaşa’nın bir şiirinde geçiyordu: “Sername-i muhabbeti canane yazmışım/ Hasret risalesin varak-ı cana yazmışım…” diyordu şair sevgilisine yazdığı mektubun başlığını ve ilk mısraını şiirselleştirirken… Dün her ikisini de gördüm; yaşadım.  Dün neler oldu ?

Dün uzun bir gündü. Fazla uzundu. Biraz da uzamasının suçlusu biziz; çektikçe uzadı gün ve gece gündüze karıştı. Dün benim için “26 Saat” sürdü. Yirmialtı saat bana fazla geldi. Ildırı’da masanın üzerine ceplerimizdekileri dökünce hem Ümit’den ve hem de benden iki “Kırmızı Şişe” ortaya çıktı. Benimkinin miadı 2014 yılında dolmuş; yine de son günlerde cebimden eksik değil. Çünkü ölçmeye çalıştıkta birşeyler tepiyor ve beni geriyordu. Nitrogliserinin masum görüntüsü olan kırmızı şişedeki kırmızı sıvı gerekli olacak hissimi güçlendiriyordu. Daha üç gün önce “68 TL lık Mazot” görüş ve anlayış farkının gereksiz yere gerdiği ortamda keyfim kaçmıştı. Cebime yerleşen ekstra kredi kartı gurur verse de bazen gereksiz yere yüreğim acıyordu. Yaşlanıyorum vesselam. “Vesselam” güzel bir sözcük ve ne zaman ki sâla okunsa evimize yakın olan camide, Ezandan farkını anlayan Duru bana soruyor: “Ne demek ?” diye bende “vesselam” sözünden esinlenip “birisi ölmüş, haberimiz olsun diye duyuru yapıyor ve yaşayıp öldü gitti vesselam diyor” diye kestirip atıyorum. Yaş yetmişi aşınca, ev camiye yakın olunca hemen her gün bir ve hatta çoklukla iki (bazı günler daha bereketli olup beşi aştığı bile oluyor) sâla okunduğunu duyup dikkat kesiliyoruz: “Kim acep ?“.  Çocukluğumda okuduğum Mayk (Mike) Hammer polisiyle kitaplarından birinin adının “Sıra Sende Yosma” olduğunu anımsıyorum ve sıralı çağrılara hazır duruyorum. Hem de öyle bir hazırım ki “Hz.Musa’nın öyküsündeki ve sevgili UN’nun dün kü mesajında değindiği gibi Hendekler de Hazır olarak”... Bu saatten sonra düğün, dernek çağrıları pek değil kulağımıza düşen sesler (hoş onun için de nasip olursa pazar günü yine İzmir yolcusu olacağız ya …). Çağrıların güncel olanları gözümüzü korkutuyor mu ? Hayır; bilakis alışkanlık kazandırıyor ve en azından düşüncede hazır kılıyor. Fena mı ?

“Dün sabaha karşı kendimle konuştum / Ben hep kendime çıkan bir yokuştum / Yokuşun başında bir düşman vardı / Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum (Özdemir Asaf)”.

Dün ve bu sabah yürüyüş yap(a)madık. Özel bir gündü. Aslında güzel bir gündü. Kader ağlarını örmüştü. Fatoş’un İtalya’dan gelmesini beklemişti annesi ve onu üzmeden bu dünyadan ayrılmıştı. Dün öğleden sonra cenaze töreninde idik. Sınıf arkadaşım sevgili Yalçın Dağgüden‘i ve Fahrettin Macit (Prof.Dr. / Öğrenciliğimizin en kritik son döneminde, 1967 yılı Menemen DÜÇiftliğinde 6 aylık staj ki hem yokluklar içinde bol sivrisinekli ve hem de hapishane yaşamı gibi bazen elde gemici feneri ile yollara düştüğümüz / bizi bırakıp Amerika’ya giden / Enstitü yıllarımda Verticillium dahliea ile patlıcanda solgunluğa dayanıklılık testlerimizde EÜZF adına bizimle işbirliği yapan ve özel sektör günlerimde “Altın Tohum”la başını alıp giden) hocamı görmekten mutlu oldum. Yalçın’ın hayali var, projesi var, ne güzel. Dün “Düğün ve Cenaze” gibiydi yaşamımız ve 51 yıl önce büyük Oğlum Ümit dünyaya gelmişti. Dün nasıl başladı; nasıl gelişti; neleri içine sığdırdı; neler köpürdü, taştı ve bugüne, yarına hangi izleri ve dersleri kaldı ?

Dün için planlı olanı SMT görüşmesi idi. Görüşmeyi önceki “olumlu/olumsuz” veya “olumsuz gibi görünen” gelişmelerin ışığında SSTC Prensipleriyle yaklaşımda bulunacak ve becerilerimi sergileyecektim. “Sales Call / Satış Çağrısı / Ulaşmak İstediğim Hedef / Başarının Ölçütü” paket teklif içinden seçilmiş bir parçanın kabulünü sağlayacaktım ve bu süreçte “Etkili Görsel” kullanacaktım.  Bunun için elektronik posta ile birgün önce sipariş verdiğim görseller için Bornovalı Çağdaşgillerden görselleri almakla başladı yolculuğum. Sonuç ise; tıpkı “Hakan ve Erhan” ın 2007 yılı 21 Eylülünde Bursa Syngillerin bahçesinde çay sohbetinde söyledikleri gibi oldu. Onlar “XX Grubuna Çek Almaya Gittiler” ve çek yerine “Söz” alıp geldiler ve mutluydular. Ben de sonuç odaklı baktığımda benzer durumdaydım. Ne var ki; onlar bu sonuçtan mutsuz görünmezken ya ben ! Mutsuz muydum ? Pek sayılmasa da mutlu da değildim kuşkusuz. Sadece sürecin gelişmesinden, önceki teklife geri dönüşün daha hayırlı olacağını görmüş ve pek fazla ısrarcı olmamıştım. Dün “Atatürk Organize Sanayi (AOS)” de planlanan görüşmeden önce Çeşme’den yola çıkış önce Bornova-Çağdaş’la başladı; Demirköprü’de terzi ile devam etti ve saat tam 10.00 da SMT’de buluşma gerçekleşti. İki karar verici de buluşmaktan mutlu görünüyorlardı. Diğer bir anlatımla “Nerden çıktı bu adam” mesajı yoktu gözlerde ve yüzlerde. Her ne kadar üretimden sorumlu kurucu ortak da toplantımıza gelecek, bekleyelim sözleri yinelendi ise de bir süre sonra anladım ki gelmeyecekti. Israr ve beklemek anlamlı değildi. Yola devam dedim ve …Ne yapmaya çalışıyordum ? Gecenin ertesi güne kaydığı havuzun suyuna varıncaya kadar, Vatan’lı, YKB lı Gözde’li; Yusuf’lu, Beymen, Barçın ve Boyner’li, MedicalPark’lı, Ali Rıza Güven’li gelgitler, tıpkı dantel gibi dünün “Kader ve Keder”ini ördü ilmik ilmik. Bu denli uzun güne gücüm yetmedi. Telefonun pili de… Bir yerinde hata yaptım ve gözyaşları aktı. Sonunda Ildırı’da Ustaların Karması bitince Yeni Seri ile keyifler tavan yapınca, sevgilerin güvenli limanlarındaki açılımlarıyla Tac’lı anılar dillere dökülünce, Cactus’u bırakıp yeni bir arabaya adapte olmaya çalışınca yorgunluklarım arttı. “Miller Saati” çoktan geçmiş ise de şelaleli havuzun mavi ışıklı kıpırtılarında gecenin gündüze kavuşmaya yaklaştığı saatlerde hızını hâla kesememiş, hevesini yeterince alamamış “Varsıllık Risklerine” dayanma pilim bitti. “Etkisiz Mum” dibine ışık vermeye çalışırken gücü kalmamıştı. Yürek sıkıntılarına esir olmamak için, Yahya Kemal Beyatlı’nın Japonya yollarında batan Ertuğrul Fırkateyninde ölenler için yazdığı sözler aklıma düştü;  “Ömrün şu geçen neşvesi tam olsun erenler / Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler” derken (https://www.youtube.com/watch?v=67ECzhuhREo; https://www.youtube.com/watch?v=vCFvqtyH_jY) EKÜmenlik Altılısı’na veda etme zamanı geldi. Geç bile kalmıştım.

Yazımı burada bitirmek istiyorum. Çünkü dün uzundu; en uzun günden (21 Haziran) daha uzundu ve 24 değil tam 26 saatti. Yirmialtınca saatte havuzun suyu azalıyordu. Yola indim, baktım. Sızıntı vardı. Duru “Orda ne işin var dede ?” deyince kendime geldim. Ve bugün sabah yürüyüşü yapamadım. İnşallah yarın. Eskilerin dediği gibi “günler çuvala mı girdi ?“.

Sağ ve esen kalın; aydınlık yollardaki öğrenme ve ustalık yolculuklarınızda kendinizle olmanın, bunun farkına varmanın keyfini çıkarın.

Öykücü