Yaşam Büfesinde “Kazanma & Kaybetme”

“…Sınıf arkadaşım rahmetli Daniş her zaman dimdik olmuştur; dik durmuştur. Üstelik onun için dik durabilmek hepimizden daha zor, ekstra zor olmuştur (!). Mühendis olduktan sonra kariyerine devam etmek, doktora yapmak için Gıda Teknolojisi Kürsüsünde göreve başlamıştır. Daniş’in özgüveni çok yüksekti ve bu nedenle fazlaca başına buyruk davranmaktan çekinmezdi. Haftalık kürsü toplantısında hocalar onun yaptığı laboratuvar programını çok eleştirmişler ve hatta hatalı bulmuşlardır. Daniş kızgınlıkla ayağa kalkmış (!) ve “Hocalar, hocalar siz fezadan mı geldiniz ? Siz hiç hata yapma mısınız ?” diye sözlerine başlamıştı. Bu benzeri davranışları hazmedemeyen “Johari Penceresinde Buluşma” yoksunu hocalar doktora bitirme sınavında bir formül sorduklarında da “Ben formül ezberlemem. Nerede olduğunu bilirim ve gereğinde oradan bulup kullanırım” demişti Daniş tıpkı Temel’in “Entel mi dantel mi ?” tercihinde yaptığı açıklama gibi…”

PLN GD&DD Öğrenme Seanslarından bir kesit (PAZ Giriş)

Merhaba

Yeniden bahara dönen Bostanlı’nın bol güneşli sabahında yürüyüş sonrası Albatros Kafeteryada yazmaya başladım. Umarım gün sona ermeden bitirip uygun bir film de yükleyerek yazımı tamamlamış olurum. Sizce rahmetli Daniş’in yetmişli yıllardaki bu kariyer yolculuğu nasıl sonlanmıştır ? Daniş tüm dikliklerine rağmen gerçekten de çok çalışkandı; disiplini çok yüksekti. Hocalar önce elinden istifa dilekçesini aldılar; sonra doktora sınavından geçirdiler. Bu sefer hocaların yanıtı Temel’inkine benzemişti. Çünkü böylesi çalışkan ve fakat “zor insan” olan Daniş’le çalışmak yerine (entellik) Danişsizliği (dantellik) yeğlediler. Kim kazandı; kim kaybetti ?

Dün akşam yemeğimiz de yine tam bir törensel güzellikteydi. Onbeş gün önceki beraberliğimizdeki yemeğimize “Şükran/Şükür Yemeği” demiştim. Dün geceye de “Şifa Yemeği” dedim. Çünkü menünün baş köşesine kuzu etli Şevketibostan (Şevket-i Bostan mıdır doğrusu, yoksa “Şevketlû Bostan” mıdır ?) oturmuştu. Nezuş yine döktürmüştü. Bazen ilk sırayı zoarlayan kuzu etli fırında kuru fasulye (bunu da mı “büyük harfle” yazmalıyım ?), ıspanaklı ve kıymalı (torunlara) börek, Piliç şişilk buttan kavurma ve yasemin türü pirinç pilavı ve her zaman olduğu gibi meyanesi çok özel bir tavuk suyu çorba ile harala gürele mükemmel bir birliktelikti. Hepimize şifa olsun dualarıyla, kızlarımızın getirdiği krizantemlerle ve Orkide eşil etmişti benim aldığım Nergizlere. Dondurmalı Babaanne tatlısı varken Ağam’ın baklavası lüks olsa da Duru’nun üst yarıdaki kabuklarını yemesi bile ayrı bir gülümseme anıydı hepimiz için. Bu kez benim pek fazla yardımım olmadı. Çünkü onca mutfak telaşı varken Ümit’le birlikte İsabey Bağevine gitmiş ve Centum’dan Red Serisine uzanan sınırlarda altı kırmızılı alıp gelmiştik (347). Red 2012 nin üçlü kupajı tek kelimeyle mükemmeldi (çok güçlü bir gövde, kuvvetli bir aroma ve asıl önemlisi benim çok sevdiğim yoğun tanen). Binlerce şükür. Daha ne ister insan …! Şimdi tekrar Daniş’e dönecek olursak sizce Daniş hata mı yapıyordu ? Daniş hatalardan öğrenmiyor muydu ?

Geçen hafta altı günüm Antalya’da geçti. Dostların şirketinin yıllık toplantısına konuktum. Üstelik bana dört kez yineleme şansı da verdikleri bir öğrenme yolculuğu fırsatı da söz konusuydu. Çok keyif almıştım. Kimi zaman şaşkınlıklar yaşasam da gerçekten heyecan duymuştum. Beni şaşırtan ne olmuştu ? Antaly’dan birkaç gün önce HAGEM’de üçüncü sohbetimi yapmıştım (22.11.2016). Bu nedenle hisseden ya da düşünen beynim ben istemesem de bilinçaltında kıyaslama yapıyordu. Örneğin aynı soruyu (Dr.Abraham Maslow’u ve “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramidi”ni biliyor musunuz ?) HAGEM’de iş arayan gençlerin (acemiler) %90 ı biliyordu; Antalya’da iş bulmuşların (yetkinler ve ustalar) %90 ı bilmiyordu. Neden ? Yanıtı Otoritenin sunumundaki son slaytında yazılı: “Okuyun” diyordu otorite; çünkü okumadıklarını biliyordu. Aynı kıyaslamayı bir kez daha yaptı hisseden beynim umutsuzca “n2-1” (nekare eksibir) in açılımı nasıldır ? Herkes bilmeli; bilebilir diyordu beynim (rahmetli matematik hocam Kroş derdi ki “bilmeyenler unutmuştur” İzmir Atatürk Lisesindeki üç yılım boyunca). Heyhat %10 u zar zor anımsadı “(n+1)(n-1)” bileşenlerini… Bu ayrıntılar çok mu önemli ? Neden önemli ?

Hataları yeni bir çerçeveye oturtmak

Diyelim ki rahmetli Daniş hata yapıyordu. Peki hatalarını yeni bir çerçeveye oturtuyor muydu ? Oturtabilseydi, “farkındalığı gelişir” ve sahip olduğu yüksek “özgüven” il ile yorum ve görüşleri değişirdi. Hatalar karşısında daha esnek olurdu. Hatalardan öğrenir ve yola devam ederdi. Hataları gruplandırırsam:

1.Öğretici hatalar: Hatalar öğrenmenin ve değişmenin ilk şartıdır. Aldığınız ders için bedel ödersiniz. Lütfen dikkat, bu bedel bir kez için olsun. Otorite birincisine “herkes hata yapar” derken ikincisini “yanlış” olarak değerlendirir. Haklıdır. İkincisi lükstür ve hele hele üçüncüsünde “Kapı açık, arkanı dön ve çık. İstenmiyorsun artık” demekten hiç çekinmez. Her hata size neyin düzeltilmesi gerektiğini söyler. Örneğin duvar boyuyorsun ve fırça yerine ilk defa tabanca kullanıp püskürtme yapıyorsun. İşin kolaylaştı. Ancak boyanın aktığını gördün. Bunun da fırçayı duvara yakın tutmaktan olduğunu anladın. Bu sonuç bilgisizliğinden kaynaklanmıştı. Artık fırçanın ne kadar yakın tutulmasını biliyorsun. Peki o halde hâla neden yakın tutuyorsun ve boyayı neden akıtıyorsun ? Senin boyaya mı, duvara mı, zamana mı, kendine mi yoksa patrona mı kastın var ?

2.Uyarıcı hatalar: Bazı hatalar takılmayan emniyet kemeri sesi gibidir. Bu sese kulak verirsiniz ve kemeri takarsınız ya da önemini bilirsiniz de önemsemezsiniz ve takmazsınız. Hatta polis ceza yazar ve inadına yine takmazsınız. Ne zaman ki küçük bir trafik kazası geçirip de takmayı kabullenirsiniz. Neden daha işin başında, proaktif olarak o sesi duymadan, ya da duyduğunuz an hemen takmazsınız ? Sizin kastınız kime ? Evdeki ailenize mi ?

3.Doğallığın ön şartı olan hatalar: Hata yapma korkusu kendinizi ifade etme hakkınızı engeller. Sözleriniz çok dikkat gerektirdiğinden doğallıktan uzaklaşırsınız. Hata yapma korkusunun hatasını yaparsınız. Kendinizi akıntıya bırakın. Bir düşünür “düşünmekten korkmadığını söylemekten hiç korkma” dese de siz yine de “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” sözünü aklınızda tutup “farkındalığınızı geliştirip artan seçeneklerle daha doğru kararlar verirken yücelttiğiniz özgüvenin yarattığı yüksek motivasyonun gazıyla” yola devam ederken rahmetli Daniş’i unutmayın.

Bugünlük yetsin. Sağlık ve esenlik dileklerimle hatalardan öğrenme ustalık yolculuklarınız hep açık ve aydınlık yollarda geçsin.

Öykücü