Yaşam Büfesinde “Kirpiyi Bulmak”

“…Zamanın behrinde soguk kış günleri geldiğinde pekçok hayvan ve en çok da kirpiler soguktan kırılır geçermiş. Çünkü kirpilerin kendilerini soğuktan koruyacak kürkleri yokmuş (şimdi var mı ?). O soğuk günlerin birinin sabahında kirpiler birbirlerinin vücud ısılarından yararlanmak istemişler. Çok sayıda oklu kirpi birbirine hayli yaklaşmaya başlamış. Biraz zaman geçince oklarının farkına varırlar; canları acır ve ayrılırlar. Böyle olunca da yeniden üşümeye başlarlar. Tekrar birbirlerine yaklaşırlar. Oklar birbirlerini rahatsız edince yeniden uzaklaşırlar. Soğuktan donmak ve batan okların acısı arasında yaşadıkları ikilem, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da dayanabilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürer…Tıpkı insanlar gibi…”

“KENT Yaşamından” kareler ve HAGEM1,2,3 den birer slayt (Şirket&İnsan)

Merhaba

Dün MNÜP Dörtlüsü olarak Çeşme turu yaptık. Havuzlardaki gelişmeye baktık. Komşuların küçük taş kulubelerini gezdik ve çok sevdik. Camlı bölmede oturduk. Yusuf’da pide yedik. Hava güzeldi. Üşümedik; üşütmedik. Ümit’in rahat bir yolculuk yaptığını gördük. İyileşme sürecinde bir adımı daha başarıyla aştığımızı gördük. Kendimle (MC2000) kıyaslayınca beş yaş daha genç olmanın sağladığı hızlı iyileşme sürecine şükrettik. Önceki yazımda belirttiğim gibi yeme içme alışkanlıklarını disipline edebildikleri ölçüde yaşamları (hepsinin) by pass öncesinden daha konforlu olacaktır. Bunu onaltı yıl içinde yaşamın her fonksiyonunda (L1 den L4 e kadar hepsinde) bizzat yaşadım; hâlâ yaşıyorum. Binlerce şükür. Bu çerçeve ile yazıma HAGEM1,2,3 sohbet çerçevemle “KENT Yaşamı”ndan “Kır Yaşamı”na geçişli görseller ekleyerek bir film ekledim. Bakalım o filmin içeriği ile yazımın sözcüklerini buluşturabilecek miyim ?

Kirpiyle ne zaman ve nasıl tanıştım ?

“İyiden Mükemmele Şirket” isimli (Good To Great) kitabından Bay Jim Collins dört metafor kullanmıştır : Yumurta, Volan, Otobüs ve Kirpi. Kirpi o güne kadar (Paris, Mayıs 2005) benim ne gündemimde vardı ne de önemli olabileceğini düşündüğüm bir hayvandı. “Hayvan” demek biraz ayıp mı oldu ? Görsel bir sözcükten işitsel bir sese dönerken “Hayvan” kelimesine fazla vurgu yapmayın ki ayıbım çok dikkat çekici olmasın. Meğer Kirpiyi metafor olarak kullanan ilk kişi psikoanalizin kurucusu olan Sigmund Freud’muş ve Freud kirpi metaforuyla “Kirpiyi Bulmak” kavramını oluşturmuş. İngilizcede “keep you distance/mesafeni koru” deyimi gelişmiş. Freud kirpi metaforu ve “Kirpiyi Bulmak” kavramıyla hangi sorunun yanıtını şekillendirmeye çalışmış ?

Hayatı yaşanır kılan faktör nedir ?

Toplumun sağladığı koşullu özgürlük ortamında insan mutluluk arıyor; özgürlük peşinde koşuyor” diyor Doç.Batı “Kendine İyi Bak” isimli kitabının ilk sayfalarında. “Kendine İyi Bak” tam da bugünlerde Ümit’le yaşadığımız korkuların odağında anahtar cümle. Yapmak çok mu zor ? Bu yolda atılacak adımlar “Değişim mi ?” yoksa “Dönüşüm mü ?”. Farkı ne ? “Savaşçı”nın sonundaki sözcük dağarcığına bakarsanız farkı görürsünüz. Ben farkı “Kurbağa Fredy” öyküsünden sonraki açıklama ile netleştiremeye çalışayım. Yaklaşık 18 yıl önceydi. Onsekiz yıl önce nerede, kimlerle, neler yaşamıştım ?

Değişim yeterli mi yoksa dönüşüm mü gerekli ?

“…Pazar gün geçtikçe sıkışıyor. Eğim artıyor. Yuvarlanıyoruz. Sorunlar bunalıma dönüşmek üzere. Çare nerede ? …Herkes kendince çıkış yolu arıyor. Pekçoğu bilinenleri yineliyor. Kıran kırana savaş içindeyiz. Rekabet yakıyor. Küçükler ilerliyor. Filler ve karıncalar gibiyiz. Nol’cek halimiz ?…Aynı yöntemler aynı sonuçları veriyor. Birşey değişmiyor. Moraller bozuluyor. Umutlar kırılıyor. Sıkıntılar çığ gibi büyüyor. Korkularımızı nasıl aşacağız ?…Kısır döngü içinde çırpınıyoruz. Yeni elemanlar, geçiciler, etkin olma, etkileme çabaları, değişen birşey yok. Çabaladıkça çukur derinleşiyor. Çukurdan çıkabailecek miyiz ?… Umutlar sürüyor. Arayışlar artıyor. Yeni stiller deneniyor. Çerçeveleri boyamakla yenilikçi olmaya sığınıyoruz. Sonuç değişmeyince yılgınlıklar artıyor. Ne zaman çıkacağız bu çukurdan ?…Vadeleri uzattık da uzattık. İki yıla yaydık. Her destek beraberinde yeni hüzünler getiriyor. Boynumuz bükük. Çukurda başımız eğik. Çaresisiz. Çare var mı ?… Yükledik. Bekledik. Erteledik. Geri almadık. Göz göre göre batırdık. Raflardan öteden hayat yok. Çırpınışlardan bile umut kestik. Çukurun dibine kıvrılıp kaldık. Sanki siesta zamanı. Nol’du bize ?…” Bu sözler 1999 Ocak ayında ajandama yazdıklarım. Tıpkı kirpiler gibiyiz. Yaklaşıyoruz oklar canımızı yakıyor; uzaklaşıyoruz sonmak üzereyiz. Ortasını bulamıyoruz. Neden ?

Ocak 1999 da nasıl bir ortamda bu karamsarlığı yaşıyordum ?

CINOS’un ikinci evresinin üçüncü yılındayız. Ocak 1999 da bıçak kemiğe dayanmış olmalı ki Tohum ve İlacın ülke müdürleri iki grubu Antalya’da ortak bir toplantıya çağırdı. Kardeş şirketler, aynı CEO altında yönetiliyor olsalar da gerçek dost olamıyorlardı. Sinerji ve Entegrasyon sözcükleri kağıtlarda, kararlarda kalıyor ve herkes bildiğini okuyordu. Tıpkı Kirpiler gibi…Belki dördüncü yıllarını görebilselerdi kirpiyi bulacaklardı; ne var ki üç yılda şirketin kimyası oluşmayınca kirpi bir yana babayı bile bulamıyorlardı. O yılın sonunda aynı film tekrarlanacak; kapıyı sert de kapayıp gitmiş olanlar yeniden yuvaya dönüp kuralları sil baştan yazacaklardı. Collins bey yukarıda sözünü ettiğim kitabında kirpi metaforunu kullanırken “şirketinizin motorunu döndüren nedir ?” sorusuna yanıt ararken “ucuz kurnazlıklar”a dikkat çekip kirpiyi tilki ile kıyaslıyordu (2005 de bunu öğrendim Paris’e giderken verilen okuma ödevinde). Paris’ten altı yıl önce Antalya’da sahne alan gerçek Tilki’ydi; Collins beyin tilkisi değil. Sadece iki büyükbaş sahne almıştı. İlacın ve tohumun ülke müdürleri. Mesaj netti. Mesajın sulandırılmaması için üçüncü bir kişinin sahne alması yasaklanmıştı. Yine durunamıyordum. İstedikleri “sahrada, sahada bütünleşmekti”. Söylemek kolaydı, yapmak zordu. İkisi de kekeme değildi ve de üstelik Boğazın serin sularına bakıp Malabadi Köprüsünden geçemeyen sahranın tozunu yutanları anlamaları da kolay değildi. “Yap” demekle olmuyordu. Hele bir de ellerinde kristal şampanya kadehleri varken hem motive edemiyorlar hem de güven vermiyorlardı. Aslında onlar kendi başlarının derdine düşmüşlerdi. Nitekim çok geçmeden Üsk.dan Ayk.; Til.den Şay’a geçilecekti. “Bütünleşin” diyorlardı da örneğin Çine’de iki grubun farklı iki Hasan’ı vardı; ikisi de kendi kulvarlarında pazarın birincisiydi. İlacın Hasan’ı (meslektaşımız Akkan) “bana tohum verin” derken tohumun Hasan’ın (zahireci) başarısına ulaşması olanaksızdı. Bölge müdürleri haklı olarak direniyorlardı. Tohum ve İlacın günün koşullarında, paradigmaları değişmedikçe sinerji yaratacak bütünleşme içinde olmaları imkansız denecek düzeyde zordu. Karadeniz’de ise durum daha da vahimdi. Herşeye rağmen “üzerimize gelen otobüs” için bir mesaj vermeliydim. Jim Amcanın otobüs metaforu ile tanışmama daha altı yıl vardı. Sahneye çıkmak için sınırları zorluyordum. Daha önce de benzer ısrarlarım aradaki üst yöneticilerin ciddi tepkilerine neden olmuştu. Bile bile ladesti yaptığım. Yine “Rubigon’u Aşıyordum“. Sahneye çıktım. “Kurbağa Fredy” öyküsünü anlattım. Öykünün ana mesajını “değişim” düzeyinde bıraktım. O gün için “dönüşüm”den söz etmek algıları şekillendirmekte faydadan çok zarar verebilecekti. Grup bu düzeye hazır değildi. Şimdi, bugün ya da yarınlarda (22.11.2016 HAGEM3de ve/veya PLN27.11.2016da) “Değişimden Dönüşüm’e Uzanan Süreç” olarak da bu öyküyü ilerletebileceğim. Bakalım koşullar nelere, ne kadar uygun olacak ?

Ne kadar değişim, ne zaman dönüşüm ?

İster Ümit’in by pass sonrası yaşam tarzında, isterse HAGEM3 teki gençlerin piramidin henüz tabanındayken beklentileri ve hayallerinde, ya da istenirse PLNin 2030 vizyonuna erişmek için “Strateji Tuvalinde” neleri yapacakları, neleri yapmayacakları, neleri azaltıp, neleri çoğaltacaklarına ait kararlarının ne derece radikal olacağına bağlı olarak değişimden dönüşüme geçilecektir (veya geçilemeyecektir). Sadece davranışlar mı; sadece eylemler mi yoksa dünyayı algılayış mı farklılaşacaktır ? En somut anlatımla, Kurbağa Fredy’nin kapanış mesajını “Başarılı forvet oyuncusunun kaleci olması mı ? Yoksa başarılı futaol takımının beyzbol oynamak zorunda kalışı mı ?“. Ne kadarına hazır sınız ? Ne kadarını gerçekleştirme bilgisine ve becerisine sahipsiniz ? Asıl önemlisi ne kadarı için isteklisiniz ? Öyleki tutku düzeyinde arzulu, heyecanlı ve öylesine heveslisiniz ki kararlılığınız bakışlarınızdan, disiplininiz ellerinizden ve bu işe adanmanızı yansıtan tutkunuz her halinizden anlaşılsın. Kim tutar sizi ? ve asıl soru

Piramidin neresindesiniz ?

Bu sorunun yanıtı çok mu önemli ? İsterseniz yola çıktığınız ilk günleri düşünüp piramidin tabanında bulunun. Burada olmakla yemek, içmek, giyinmek ve barınmak gibi temel fiziksel ihtiyaçların kıskacında sıkışınsanız da; ikinci basamağa geçip de gelecek günleri düşünüp güvenlik arayışı içinde olsanız da; ya da bir adım daha yükselip sosyalleşme içinde nefes almaya gayret etseniz de; veya yıllar ve yollar ilerleyip da bir yere ait olmak, saygı görmek, aranan kişi olmak gibi ustalıklarınızın ilk meyvelerini derliyor olduğunuz olgunluk sürecine girmiş de olsanız ve hatta benim gibi yetmişi aşıp da bir miras bırakmak adına, gelecek nesiller için fidan dikiyor olsanız da bir diğer deyişle bilginin zekatını vermeye gayret ederken yaşam gölünün karşı kıyısına varmak üzere olduğunuzu hissetseniz de kendiniz ve çevrenizle barışık olmak için, mükemmellik için işleri kolaylaştırmak için ve mutlu mesut yola devam etmek için şu adımları her yerde, her zaman, her koşullda somutlaştırmaya çalışın (gel de bir seferde anla ! Bu kadar uzun cümle mi olur ? Daha sonra kısaltıp daha anlışlır kıl; meramını anlatırken kulağını doğru göster):

* Bir rol üzerinde durun: Koordinatör mü yoksa dedelik mi ? Dün sabah evine teslim ederken Duru bize soruyor “Dün gece sizde kaldığım için mutlu musunuz ?” Vay canına ! Daha dört yaşında “ABİDE”nin en küçük bireyi Duru ve aslında demek istediği de “Dün gece sizde kaldığım için ben mutluyum ve teşekkür ederim”.

* En iyilerle birlikte olun: Baka baka kararacak üzüm belki de siz kendinizsiniz. “Kendini İyi Tanı”mak için seni zorlayacak ekip elemanların olsun.

* Doğru atmosferi yaratın: Siz ya da onlar hangi toprakta çimlenecek ender tohumlarsınız ? bu sorunun doğru yanıtını yarattığınız ortamda arayın. Herşey size mükemmel görünürken ve “çok mutluyum” dedikten birgün sonra istifa edip giden Gökhan’ın “Avrupa/Filistin” benzetmesi aslında kendi iç dünyasında aşamadığı ikilemdi. Ne güzel demiş düşünür: “Cehennemde ateş yoktur. Herkes kendi odununu birlikte götürür”. Yani, cehennem bizim içimizde.

* Beklentilerinizi netleştirin: Kuşkularınız varsa ve bulanık suda avlanacak balıklarsa umudunuz bırakın öyle kalsın ve siz de değişimden, dönüşümden uzak mutlu, mesut kendi çukurunuzda debelenip durun.

* Düzenli geri bildirim alın: Bunun için cesaret ve olgunluk gerek. Yine bir anı canlandı belleğimde. Enstitüdeki son yıllarımı (yetmişlerin sonu veya seksenlerin başı olabilir). Bursa’da “ZMKBaşkanlığı” yeni kuruldu. Bornova ve Erenköy ZMAEnstitüleri ortaklaşa hizmet vermeye başladık. Bizim müdürümüz Allah selamet versin Dr.Kâzım Türkoğlu, Erenköy ZMAE Müdürü ise rahmetli Dr.Kemal Kunter’di. Kemal bey yeni müdür olarak atanmıştı. Bir hafta kadar süren yıllık başkanlık toplantısının gala yemeği Uludağ’da firmalarca düzenlenmişti. Yemeğin ilerleyen saatlerinde Dr.Kunter yanıma geldi ve bana “Arkadaşlarım benim için ne düşünüyorlar ?” diye sordu. Benden geribi,ldirim istedi. Benden onu ana anlatmamı istedi. Kendisi çok disiplinli biriydi. Erenköy Enstitüsü çalışanları ise İstanbul’un Bağdat Caddesi gibi göbeğinde bir tarım kuruluşunda çalışıyor olmak ve de üstelik birer araştırıcı olarak (adeta serbest çalışma ortamlı) yer almanın (belki de doğal) disiplinsizliği içindeydiler (böyle algılanıyordu). Kemal bey benden oldukça yaşlıydı (en az 15-20 yıl yaş farkı vardı aramızda). “Söylerim ama darılmaca yok” dedim. Kabul etti. Sözlerim hâla dün gibi çınlar kulaklarımda “Sizin için despot diyorlar” dedim. Kabullenmesi mi zor oldu, yoksa benim yaptığım patavatsızlık mıydı ? bilmiyorum. Bildiğim tek şey varsa o da Kemal beyin bana adeta küs olarak vefat ettiğidir. O an içimde hep kapanmamış bir öyküdür. Nasıl kapanır ki ?

* Gelişme için tahminlerde bulunun: Evrim yolunda geleceğe dönük çıkarımlarda bulunun. Ölçün; ölçilebilir kılın ama rakamların ötesine geçmeye çalışın.

* Çevrenizin gelişimine katkıda bulunun: L1 (Lead Self/Kendine liderlik) den başlayan L1 (Live/Yaşamak) gereksinimli yolculuğunuzu L2 (Lead Other/Karşındakine Önderlik) ile L2 (Love/Sevin) süsleriyle sürdürüp L4 ü L4 ile buluşturun. Hoppalaaa ! İki “L4” farkı ne ola ki ?

* Herkesi takdir edin: Kuşkusuz hakedenleri. Belki de takdir değil de sizin “özür” gerekebilir Yaşam Büfesindeki üç adımlı (sıraya girmek > sırada kalmak > sırada ilerlemek) gayretlerinizde zaman zaman. O zaman da toprağı bol olsun Prof.Dr.Randy Pausch’un “Son Ders”teki sözlerine kulak verin.

Büyüyüp gelişme (BG>) ve değişip dönüşme (DD) öğrenme ve ustalık yolculuklarınızda kendinizi sorgulayıp, sahip olduğunuz değerlerin farkına vardıkça, artan seçeneklerle (Hayrettin geçen gün WhatsApp’taki mesajımda “seçenek öldürmek” deyiminin “karar vermek” olduğunu anımsayamamış olmalı ki “Çeşme-Sakız” önerimi devre dışı bırakmanın “öldürmekle ne ilgisi var abicim” benzeri bir yanıt vermiş. Sağolsun. Halbuki o da İstanbul Saraylarını korurken “Insecticide, Acaricide” gibi “Decide” sözcüğünün sonundaki “cide” nin öldürmek olduğunu biliyordu), daha doğru kararlar verip ve daha iyi sonuçlar alınca aydınlık yollardaki yolculuklarınızın daha keyifli olacağını unutmayın. İşte bunlar “Kirpiyi Bulmak” ya da “Hayatı yaşanır kılmanın faktörleri“dir ki yaşamak, sevmek, öğrenmek ve bir miras bırakmak hazzı içinde yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü