Yaşam Büfesinde “Evrimleşmek (Yasalar)”

“…Çok yaprak az meyve; bu doğanın yasasıdır. Çok söz az eylem bu insanın yapısıdır…After all has been said and done, much more said than done (Herşey söylenip yapıldıktan sonra görülecektir ki yapılanlardan daha çok şey söylenmiştir)… Gör, görün, hissettir; kazaları pes ettir…

Merhaba

Yazımın girişindeki iki özdeyişi 2012 sonlarında Antalya’daki bir yıllık toplantının kapanışında kullanmıştım. Ben konuşurken ekrandaki görsellerde “yere sağlam basmak” adına beş destek noktasına ait ayak tabanı görüntüsü; gelecek yıla ait plan ve programları sürekli izlemek ve gerekli düzeltici önlemleri almak adına “pusula ve saat” görselleri yer alıyordu. Eski(meyen) dostların sahip oldukları değerlerin farkına varmaları için kendilerini sorgulamalarıyla başlayan beş günlük beraberlik aradan geçen dört yıl içinde birkaç kez daha eyleme dönüştü. Geçen yılın sonunda kadrolarına yeni katılan elemanlarıyla tam programlı SSTC Öğrenme Yolculuğu yaşadık. tek sözcükle “mükemmel” idi. Ardından kurum içi izleme sorumluluğunu üstlenecek olan yine eski(meyen) dostlarımızdan biriyle Ocak 2016 da “Yönetim Becerilerini Geliştirme” ustalık yolculuğuna çıktık. Bu de gerçekten doyumluydu; etkiliydi; mükemmeldi. Ardından izleme çalıştayları adına ısrarlı EDA Piramitlerinde buluşma çağrılarımız olduysa da aktif sezona girince öğrenme yolculukları bir başka bahara (sanırım sonbahara) ertelendi. Ne yapalım; buna da şükür…

Yeşilli ifadeye gelince…Ondokuz yıl önceydi. Sıcak bir Haziran günüydü. Yeni bir görev üstlenmiştim: Pazar Geliştirme Müdürlüğü. Global birleşmenin eleklerinden geçmiştim. Adım yine müdürdü. Ancak hiç bir astım yoktu. Bu nedenle nereye gitsem; nasıl bir program yapsam hemen bir “ad-hoc team (özel görev ekibi > Komite)” oluşturuyordum. Bunu hem yapıyor ve hem de Latince “ad-hoc” sözcüğünün anlamını da pek bilmiyordum. Öğrenmek için de pek aklıma takmıyordum. Aslında basitti; ekipler sadece o göörev, o proje, o beraberlik için oluşuyordu. Sıcak Haziran gününde Adana’ya gitmiştim. Kamunun yaptığı demoların sonucunda bir tarla gününe gözlemci olarak katılacaktım. Ekibi satışın bölge müdürü, seçilmiş satış elemanı ve teknik danışmanla FST Proje Sorumlusundan oluşturmuştum. Hepimiz ziraat mühendisiydik. O zamanlar Zaimoğlu Otelde konaklardım. Sıcak Haziran gününde otelin kapısından çıktığımda üzerimde yine kırmızı tulum vardı. Bu görüntüde olan (köye maymun gelmiş gibi) yine sadece bendim. Amacım AIDA’nın ilk “A” sını etkinleştirmekti. Ben bunu hep yapıyordum. İşe de yarıyordu. Beni tarla gününe götürecek olan aracı beklerken yolun soluna doğru baktım. Bir bez afiş asılmıştı. Afişte yukarıdaki yeşilli söz yazılıydı: “Gör, görün, hissettir; kazaları pes ettir”. Merak etmeme gerek kalmadı. Sözün altında Adana Trafik Müdürlüğü ifadesi de vardı. Trafik haftası yaşanmış ve bu bez afiş o nedenle orada uzunca bir süre asılı kalmış. Bu afiş beni neden etkiledi ?

“Gör, görün, hissettir; kazaları pes ettir” sözcüklerinde benim için anahtar olanlar, “hissettirmek” ve “kaza” idi. Çünkü global birleşmenin etkileri hâla güçlüydü; elemeler sürüyordu ve asıl önemlisi taşlar yerine oturmuyor ve mutsuzluklar artarak yayılıyordu. Otorite mutsuzluğu pek fazla hissetmiyor gibiydi. Ben iletilerimde “ateşin yaktığnı, taşın sert olduğunu” yakında anlayacaksınız benzeri sözler yazmaktan geri durmuyordum. Öyle de oldu. İki yıla varmadan otorite yalvarmaya başladı. Birleşme sonrası yeni şirketin kimyası oluşmamıştı. Kan uyuşmazlığı had safhadaydı. Ben senden daha önemliyim kavgaları ayyuka çıkıyordu. Üstelik bu iç çatışmalar sadece ülkemizde değildi ve birkaç yıl sonra ikinci global birleşme dalgası geldi. Otorite bu durumda paint ball’lu oyunlarla gönül almaya çalışsa da yarım yıl dayanamadan ayrılmak zorunda kalmıştı. İşte ikinci anahtar sözcüğüm de “kaza” idi ve daha açıkcası “iş yeri kazaları” ve hatta “iş yeri gazileri” idi trafik pankartından alıp dağarcığıma eklediğim öğrenme anahtarım. Yazımın girişindeki filmde neler var ?

Yeni yürüyüş (deniz kenarında ve yüzme ile karma) modumda aklımın çerçevesinde “evrimleşme” serisi oluşunca şimdilik sürdürmeye karar verdim. Birincisinin sonunda “duruş> omurga ve çerçeve” görseli ile seriyi tamamlarken ikincisine bunlar için beni etkileyen farkı dönemlerime ait yasalara değinmek istedim. Arasına da yine baba Covey’in kitabına ek verdiği öğrenme cd sinden “Çalkantılı Sular” filmini montajladım. Yaslar ve blogumdaki bu yazı…ne alaka ? demeden önce biraz sabır lütfen…

Elli yılı aşkın süre önce (1965 olabilir) fakülte günlerimiz ilerlerken iki dersten çok korkutmuşlardı (ürkütmüşlerdi) bizi. Bunlardan biri rahmetli hocam Prof.Dr.Hıfzı Güner’in “Bitki Besleme” dersi diğeri de Prof.Dr.Ali Aras’ın verdiği “Ekonomi” dersiydi. Gerçi ikisinden de tam not (10 üzerinden 10) alarak geçtim. Hıfzı hocamın kızı ile oğlum Eray daha sonra Tıp Fakültesinde sınıf arkadaşı oldular ( o tarihlerde hocam vefat etmişti. Mekanı Cennet olsun). İşte Bitki Besleme dersindeki önemli anlatımlardan biri de “Liebig Yasası” idi. Buna aynı zamanda “Fıçı Yasası” da denirdi. Yasanın amacı ise sonucu, performansı, verimi belirleyen faktörler için “minimum kuralı”na dikkat çekmektir. Ziraatçı olmayanlara en kısa yoldan nasıl anlatılır ? derseniz bir başka özdeyişle yanıtlayayım: Bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür”. Bu sözün açtığı kabul kapısından girmek için şimdi azıcık daha açıklama yapayım. Bir fıçının (eski, tahta, ortası şişkince, demir şeritle sarılarak parçaları tutturulmuş,şarap mahzenlerindeki gibi, hani Hopediks’in giydiği gibi) herbir tahtasının temel, gerekli bitki besin elementi olduğunu düşünün: Azot, Fosfor, Potas, Diğer iz elementler gibi. Bunlardan biri eksik olursa (fıçının tahtalarından biri kısa olursa) diğer elementlerden ne kadar çok verirseniz verin (ne yaparsanız yapın) sonucu değiştirmezsiniz, verimi artırmazsınız (fıçıyı dolduramazsınız). Bunu “Business Force > Duruş > Omurga ve Çerçeve” için düşünürseniz etkili olmanızı belirleyen etkenleri tam olarak analiz edip kişisel (ve kurumsal) “SWOT‘unuzla içe bakıştan (L1:Lead Self) Kuruma Liderlik etmeye (L4) kadar olan aşamaları dürüstçe değerlendirmeniz gerekir (sen seni bil sen seni; bilmez isen sen seni, patlatırlar enseni). Bir blog yazısı olarak bu kadar açıklama yeter. Ya diğer iki yasa ?

“Pareto Yasası” çok kez yinelediğim “odaklanma” ya da “yoğunlaşma” için ve daha açık olarak da “önemli işlere öncelik vermek” için yapacağınız bir başka analiz içindir ki bu amaçla da “Strateji Tuvali“nizi çizer ve “VIP-ERIC Analizi” yaparsınız (ya da yapmayıp yola devam edersiniz; kelebek sizin avucunuzda; stratejik üçgenin bir köşesindeki “optimasyon” için). Bu yasa aynı zamanda elli yıl önce okuduğum “Ekonomi” dersindeki “Marjinal Hasıl Yasası“nın ana mesajına da çok benziyordu. Rahmetli hocam Prof.Dr.Ali Aras beyin yokluğunda zaman zaman derslerini Prof.Dr.Metin Talim verirdi (elli yıl öncesi dile kolay ve “acaba…” diye bir kuşkus oluştu içimde tam bu satırları yazarken, acaba dersin tamamını Metin hoca mı vermişti ?). Internette dolaşan son haberlerde ne yazık ki Metin hocanın da vefat ettiği duyuruldu (dostum, sınıf arkadaşım, meslektaşım Prof.Dr.Ayhan Çıkın tarafından). Metin hoca sabahları benim tren dostlarımdan biriydi. Tam bir Karşıyaka beyefendisiydi. Halkapınar’dan trene binerdi. Kibar bir sabah selamı ile başlardı günümüz. Ruhu şad olsun. Halkapınar’da bir göl vardı. Ne günlerdi ama …

(Tam bunları yazarken televizyonda öfkeli bir ses hainlerin gururundan, onurundan bahsediyordu. Yazmayı bıraktım. Donup kaldım. Ürperdim. Yanlış duymuş olmayı yeğledim. Kulaklarımı ovaladım. Aklıma kazınan ve belleğime giren sözcükleri yeniden öne çıkardım. Doğru duymuştum. Bir dil sürçmesi olduğu kesindi. Ya da çok konuşmanın uyarıcı bedeli, her çorbaya nane olmanın cezası ve belki de gizlenen bir hastalığın öne çıkan semptomlarıydı. Ne var ki öylesine açık ve hayasız hainliklerin gözümüze soka soka yaşandığı günümüz Türkiye’sinde duyduklarım sürpriz değildi. Sadece kuşkuları daha da azaltan hainliğin bir yansıması olarak belleğimde üzücü yerini aldı. Koptum ve bu nedenle yazıma birgün ara verdim) 

… ve bir gün sonra…SOX’a gelince; gözünü kâr hırsı bürümüş; doyumsuz lider(cik)lerin hüsranına uğrayan kurumlar özellikle ABD de etik değerleri zorlayınca (Enron skandalından sonra) iki senatör bir yasa teklifi verdiler. Yasa kabul edildi. Senatörlerin isimlerinin baş harfleriyle oluştu SOX. Böylece manipulasyonlarla halka açık şirketler ortaklarının haklarını korumayan otoriteleri (CEO ve CIF) bu yaptıkları yüzünden birinci dereceden cinayete eşdeğer cezalarla cezalandırılmalarını kabul etti. Gözleri korktu mu ? Bu sorunun yanıtı için de “Evrimleşme (Kitaplar)” üçüncü serisine geçerken dikkat çektiğim oğul Covey’in “The Speed of Trust / Güven Hızı” isimli kitabına önsöz yazan baba Covey’in sözlerine kulak vermek gerekir (filmin son slaytı). Bu yasa ile birlikte “Rekabet Yasası” öğrenme yolculukları düzenledim. Yurt turuna çıktım ve bu yasa bana “Basiretli Tacir”in yaptıkları kadar yapmadıklarından da sorumlu olduğunu öğretti. Başka kimler öğrendi dersiniz ?

Sözün özü; önemli olan yasaların belirlediği aşamaya gelmiş olan uçurumun kenarında gezinerek, daha çok kazanma hırsına kapılmak yerine AKUKASOS Kardeşliği içinde koruyucu önlemleri baştan alıp amaca ulaşırken sizi siz yapan değerlerinizi geliştirerek sürdürmek ve kendinizi sorgulayıp “RAW (Cevher)” yoluyla “MAS”laşabilmektir. Demem o ki “para kazanırken iyilik de yapabiliyor musunuz ?” Ne mutlu size. Yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü

.