Yaşam Büfesinde “Tutku ve Kuruntu”

“…Günlerden bir gün zengin bir baba oğlunu bir köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceğini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve bir gün geçirdiler. Yolculuktan dönerken baba oğluna sordu: “İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü ?“. “Oğlu “Evet” deyince ikinci soruyu sordu: “Ne öğrendin peki ?“. Oğlu şöyle yanıtladı: “Şunu gördüm: Bizim evde bir köpeğimiz var onlarınsa dört. Bizim bahçemizin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalarımız var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar“. Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek söz bulamadı. Oğlu ekledi: “Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu bana gösterdiğin için“…” 


Merhaba

Babası oğlundan böyle bir geribildirim beklemiyordu. Çoğu zaman patron, otorite de çalışanından beklemediği bir geribildirim alacağı korkusuyla sormaz bile bırak doğrudan “bana beni anlat” tarzında bir geribildirim istemesini… Bu nedenle F2 (Omurgalı Liderlik) den F3 (İç sesini açığa çıkar; çalışanlara ilham ver) e geçebilmek için her düzeydeki yöneticilerimize “geribildirim vermek ve almak görevin ve sorumluluğundur” sözlerimizi defalarca yineledik. Yaptılar mı; yapabildiler mi ? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey CINOS’un üçüncü evresinin ikinci aşamasına (DOD1 den DOD2e) geçerken (2005 > 2009) ve insanlardan “potansiyeli açığa çıkarma“yı isterken bu konunun önemine global olarak (21000 kişi) dikkat çekmedeki inatçı tutkumuzdur. Altı sene önce emekli olup ayrıldığımda sahip oldukları kinetik enerjiyi akıllıca kullanmış olsalardı bugün Çinlilere satılmaya (!) yönelmek yerine Mongilleri satın alma girişimlerinde daha tutkulu olurlardı. Tutkularının gelişmediğini ve kuruntularının ağır bastığını sanıyorum. Peki bu iki kavram için CINOS’u bırakıp kendime ve bugüğnüme baksam neler görürüm ?

İlk paragrafın sonundaki sorumu yanıtlamadan önce SSTC nin temel konularından olan ve bölüm başlığını “müşteri responslarının ele alınması” olarak belirlediğimiz “geribildirim” ağırlıklı sözlerimi anımsadığımda ( http://www.copcu.com/2013/01/27/yasam-bufesinde-geribildirim/ ). iki konu öne çıkar. Bunlar,

1.Geribildirim şampiyonların sabah kahvaltısıdır. Başarılı geribildirim vermek için “dinle, anla ve sor” adımlarında ustalaşmak gerek

2.Doktor hastayı gerçekten iyi dinlerse teşhisin (tanı) gözünün önünde olduğunun görür ve “stratejik üçgen“in üç bileşeninde de başarısını artırır.

Harvard İş Okulunun cep kitapları serisinden “Geribildirim” isimli olanın ön kapağında “Lider olun > Savunmaya geçmeyin > Engelleri aşın > Davranışınızı değiştirin” yazılıdır. Yönetici olarak sürekli gelişmek istiyorsanız geribildirime ihtiyacınız olduğunu unutmayın; hem vermesini ve hem de almasını bilmeniz gerekir. Harvard Üniversitesi Informasyon Teknolojisi Destek Servisinin başkanı olan Peter Baskette‘nin şu sözünü düşünün: “Benim deneyimime göre çalışanların gelişmesi geribildirime bağlıdır. Geribildirim eleman yetiştirme, motivasyon ve performans için kilometre taşları oluşturur. Yapıcı ve birebir iletişim için geribildirim verme/alma becerisi gelişmezse çalışanlar kendilerini yararsız, hayal kırıklığına uğramış ve hoşnutsuz hissederler”. Böyle bir grupla kim çalışmak ister ki ? Bu konu burada kalsın ve ben şimdi hem 10 Haziran için ön mesajlarım olsun ve hem de günlük yaşamımda dün ve bugünü yansıtsın; Çeşme ve Mavişehir’den bir kaç anı kayda geçsin diye konu başlığımla düşüncelerime geri döneyim. Neden “tutku ve kuruntu” ?

Bir yanda aklımın haritasında verilmiş sözlerin zamanlaması için beklentilerim varken asıl sorumlu olanlardaki sessizliği yadırgayışımdır kuruntularımı oluşturan. Belki (ve hatta kesin) gereksiz bir zihin yorgunluğu. Aralık 2015 de ilk adımı, Ocak 2016 da ikinci adımı tamamladık ve MACUNKÖY Dörtlüsü olarak EDA1 den EDA4 e uzanan “Eğitimi Değerlendirme Aşamaları” için gerek gördüğümüz programı sunduk. Yanıt, geribildirim bekledik. Otorite sessizliğini korudu. Çünkü eğitim bir yana üretim sezonu gelmiş ve herşeyin önüne geçmişti. Haklıydı. Bedeli peşin ödenmiş olan dört EDA3 beraberliği için bir öğle vakti, bir öğle yemeğinde, herhangi bir günde, en fazla iki saatlik bir birliktelikti ilk aşama olarak beklentim. İkinci girişimim de sonuçsuz kalınca “benden günah gitti” düşüncesini öne çıkarmaya çalıştım. Yapamadım. Kuruntularımdan kurtulamadım. Tutkum (SSTC ile yaşam büfesinde sıraya girmiş olanların, sırada kalma ve sırada ilerleme gayretlerini etkinleştirmeye olan inatçı inancım) aklımı yordu. Tutkudan kuruntuya uzanan kırmızı ince çizgide gittim geldim. Avunmak için yeni bir liman aradım. Ne çıktı karşıma ?

En güzel üç zamandan biri Çeşme-Ada’da sabah yürüyüşlerim (diğer ikisi yürüyüş ardından gelen kahvaltı ve gecenin rüyaları net dinlendirici uykusu). Bahçenin demir kapısını kapatırken ardıma bakmıyorum ki hemen tepeme dikilen ve üç ayda dönmeye başlayan altı pervaneyi görmeyeyim. Görmek istemeyişim RESlerle olan restleşmem falan değil; sadece hazımsızlığım. Neyi hazmedemiyorum ?Bizim pervane de Yunt Dağında, Seklik Tepelerinde dönüyor; elektrik üretiyor ve enterkonnekte sisteme enerji veriyor. Ne var ki inatçı bir tutkunun kurbanı olarak üç yıldır beklemedeyiz. Bu da beni sabah yürüyüşü senaryolarımda kuruntulu yorgunluklara itiyor. Yürüyüş boyunca üç ayrı yönde üç farklı grupta dönen kanatları gördükte tutkulu kuruntularımın etkisi artıyor. Traş olurken aynaya bakınca kendimi sevmiyorum. Gülmeyi unuttum. Bereket ki iki genç otorite bu talihsizliğimize (!) fazla kafalarına takmıyorlar (gibi görünüyor bana). Allah sabrımızı daim etsin ve bizi faydasız tepkilerden korusun; en kısa zamanda da çözüm nasip etsin. İşimiz dualara (mı) kaldı ne…

Bu konuyu geçebilmem için bir yandan Utku’nun geribildirim konusunda olası beklentilerine katkı sağlayabilmek diğer yandan da 10 Haziran için yazıma ekleyeceğim film ve sadece iki slaytımla “emeksiz yemek olmaz” mesajımı buluşturabilmek için şu sözlerle yazımı bitireyim:

Geribildirim almanın sırrı, zihninizi geribildirim duyacak şekilde açmaktır. Hatalardan ve hatta başarısızlıklardan ders çıkarabileceğinizi kabullenmektir. En önemlisi de öğrenmeyi istemektir. Öğrenmeyi kesintisiz bir süreç haline getirebilmek için kuruntulu tutkulu olmaktır. Ne demişti rahmetli S.Jobs ? > “Aç kal, budala kal” ın anlamı sizce nedir ? Neden böyle bir başlık atmıştı bay Jobs, Stanford Üniversitesi mezunlarına yaptığı konuşmada ?” Bu sorunun yanıtını Dr.A.Maslow vermişti vakti zamanında (sevgili Aydınçelebi’nin deyişiyle “zamanın behrinde”). Şöyle demiş Abraham Bey “Yaşamda hergün eğitim; herkes öğretmen ve herbirimiz sürekli öğrenciyiz”. O halde …!

Boşboğazlığın sonu acep ne ola ki ?

İki gün önce Mavibahçe’deydik. Dr.Lale hanımın gözümüze damlattığı kezzap benzeri sıvının etkisiyle “duble körler” gibi elele yola düzülmüştük. İyi ki arabam servisteymiş; yoksa …Elele tutuşmamız bazen yetmeyince yeni evli çiftler gibi kolkola girmiştik. Doktora yükselse de sesimiz ancak birbirimize duyurabiliyorduk. Sanki “kızım sana söylüyom gelinim sen anla misali”…Mavibahçe’nin üst katında Dönerci Beyin önünde Prof.Eray’ı bekliyorduk. Telefon çaldı ve bizi girişteki “Büyük Şefler”in yerine çağırdı. Mükemmel bir öğle yemeğiydi. Allah razı olsun. Mutlu olduk; gurur duyduk. Böylece ortanca oğlumuzun 47 nci yaş günü yoğun ameliyatlar sürecinde ışıldayan gözler ve mutlu yüzlerle paylaşımcı bir gün oldu bizim için. Mutlu, mesut, bahtiyar EgePark’ta Mertİsm’e geldik. Hasan Fethiye’ye gitmiş. İsmo bir yandan misinası kopan gözlüğümü onartırken bir yandan da bize gözlük beğendirmeye çalışıyordu. Ne yazık ki hem çok hem de boş konuşuyordu. Başarılı bir satışçıya yakışmayacak düzeyde örneklemeleri ve açılımları vardı. Sözlerine liste fiyatından %25 indirim yapacağını belirterek başlayınca “Bırak bu ayakları %40 bile yapsan kabulüm değil” dediğimde gerildi. “Konuşmayalım o zaman” dese de henüz gözlük onarımı bitmemişti. Biraz daha zaman gerekiyordu. Ben fiyat odaklıydım. O da hemen %50 indirimi uyguladı. Yine de almak niyetinde değildim. Fiyat konusundaki ısrarlarıma dayanamayınca yanımdaki kağıt torbaya baktı ve “Bak yemeği nerde yemişsin; oraya o kadar para veriyorsun da şimdi niye bu kadar fiyata takılıyorsun” benzeri bir boşboğazlık yapınca ben kararımı verdim: “Mertİsm’den almayacağım”. Boşboğazlığa devam etti ve hemen ardından da “Bak montun da Ruba’dan. O halde neden ucuz cam bakıyorsun ki …” demeye getirince baktım ki gözlüğüm de onarılmış “Hadi bana eyvellah” deyip CemoFil’e gittim. Demem o ki satışçı az konuşacak, öz konuşacak. Bunları düşünüp de “Babalar ve Oğullar 3” temalı bir film montajladım. Yazıma eklediğim bu filmde Teknoloji Zirvesi (2013) nde Netdirekt kurucu ortağı ve Pazarlama-Satış Bölüm Müdürü Kerem Copcu’nun panelin kapanışında yaptığı konuşmadan birer parça ve benim de 2014 de İzmir Üniversitesi Bilişimde Kariyer Günlerinde yaptığım konuşmadan kimi mesajlar göreceksiniz. Filme baktığınızda;

* Farkındalık ve kendini sorgulamak;

* Şu GAT dünyada MAS laşmak için RAW olabilmek;

* Hedefe giderken pusulaya, ayak izlerine ve saate bakmak ve

* İyi yaptığın şeyleri daha çok yapmak (kapasite kullanımı) ve/veya yapmakta zorlandığın şeyleri daha farklı yapabilmek (yetkinliklerini beceriye dönüştürmek ve yaratıcı enerjiyi açığa çıkarmak) ve sonunda da

* Emeksiz yemek olmadığını anlayıp “cost/benefit > maliyet/yarar” hesaplarını iyi yapıp “Stratejik Üçgen” in üç bileşeninde de “optimumu yakalayıp” büyümek > değişmek > gelişmek ve > dönüşmek yolculuğunda öğrenmenin ustası olmaktır filmde vermeye çalıştığım mesajlar.

Nice öğrenme ve ustalık yolculuklarınız hep aydınlık yollarda keyifle geçsin.

Öykücü