Yaşam Büfesinde “Öğrenmeyi Öğrenmek”

“…Sultan bir gün komşu ülkeyi ziyarete gider. Mükemmel ağırlamanın yanı sıra Sultanı etkileyen bir başka şey daha olmuştur. Komşu ülkenin sultanın sarayını duvarları öyle bir tuğladan yapılmıştır ki, alır götürür bizim sultanı bir başka dünyaya. O öyle bir renktir ki tarifi olanaksızdır. O kırmızıdır yangın gibi, o kahverengidir içini çarpan, o kızıldır, o her renktir…Ülkesine dönünce emir salar dört bir yana. “Benim ülkemin ustaları da yapar mutlaka bu renkten bir tuğla, tez getireler örneklerini”. Ama gelen örnekler tatmin etmez sultanı. Bunun üzerine ödül koyar sultan; istediği renkten tuğla getirene bir servet vaat eder. Nafile, ülkenin tüm ustaları ucunda servet de olsa başaramazlar, istenen rengi tutturamazlar. Sonunda vezirlerden birinin kulağına ülkenin bir köşesinde bilge, kendi halinde yaşayan bir ustanın şöhreti gelir. Yapsa yapsa o usta yapar, o rengi o tutturur der. Sultan kendisi gider ustanın ayağına, tutsağı olduğu rengi bulacak bulacak adama değer çünkü bu. Usta “anladım” der “ben o rengi tanıdım, bilirim nasıl bir tutku yarattığını, yapmaya çalışırım ve yaparım, Lakin vakit ister”. Sultan vakti verir, ödülü de kendisinin seçmesini ister. Usta bir ayda yerine getirecektir görevi, o eşsiz rengi, canım karışımı bulacaktır…”

Merhaba

Bugünlerde “saraylı öyküleri” sevmese de ruhum kimi mesajları aktarmak için “öykülerin gücü” adına katlanıyorum. Sezon temizliğinin hızlı giriş süreci bir nebze de olsun yavaşlayınca bugün yürüyüş ve kahvaltı sonrası çatıda ikinci günüm. Sultan gibi ben de kendimi şimdilik çatıda komşu ülkenin konuğu gibi hissediyorum. Henüz çatıda günlük yaşamın bir bölümünü rutinleştirme aşamasına gelemedim. Bu bir şikayet değil; öğrenmeye çalışıyorum. Genellikle mezuniyet düzenlemelerindeki konuşmalarımda “sürekli öğrenme” mesajı verebilmek için sorarım: “Okul, üniversite size ne öğretti ?” Beklediğim yanıt “Öğrenmeyi öğretti” olsa da çoğu zaman beklediğimi bulamam. Sanılmasın ki alınan diploma iş yaşamının bugünkü hızında gerçek anlamda bir işe yarıyor. Hayır, yaramıyor. Sadece bir gereklilik belgesi ve anlamı da “evet buna sahip olan bu genç öğrenmeyi öğrendi; yolunu çizdi ve kendini sürekli geliştireceğine söz verdi; biz de bunu gördük ve onayladık” diyor o diplomayı veren otorite. O belge komşu ülke sultanının duvarlarını oluşturan tuğlalar gibidir. Kimilerin verdiği, göz kamaştırır; kimilerin ki de köprüyü geçmeye yarar. Önemli olan onu taşıyanın “çizdiği hedef” ve o hedefe ulaşmak için “inatla ve ısrarla” harcadığı çaba ve “yere sağlam basma eylemleri” dir. Böylece otorite onun takipçisi olup kişi liderlik adımlarını atmaya başlar. Öncelikle “öğrenmeyi öğrenmiş” olmalıdır. Başta kendini öğrenerek…O yaşta bunun önemi anlaşılabiliyor mu acep ?

Yazımın girişindeki öykü Rota Yayıncılığın 2003 yılında arşivindeki yayınlardan derlediği bir seri kitabın “öğrenmeyi de öğrenebilirsiniz” isimli olanından ve sahibi de Fuat Yalçın. Yüze yakın sayfaya sığdırılmış 22 bölümden birine (Ya içindeyiz hayatın ya da…) imza atmış Fuat bey. Fuat beyi tanımıyorum ve şu linkteki kişi olduğunu varsayıyorum (https://www.youtube.com/watch?v=6lqEz5NcWgU). Neden bu bölüme takılıp kaldım ?

İki hafta kadar önce biri doğuda sektörümden diğeri batıda yeni bir sektörden iki görüşmem oldu. İkisinden de büyük keyif aldım. İkisinde de ortak bir görüntü ve beklenti vardı. Birinde “satış” diğerinde “yönetim” sözcükleri belirleyici ise de her ikisinde de “performans artırma” temel amaçtı. Birinde hızlı büyümenin DOD1 inde tıpkı içecek sektöründen gelen Renato beyli yıllar gibi (2007/08) “hızlı kazanımlar / to make a gain” amaçtı, baskın dürtüydü; diğerinde DOD2 e geçmiş (!) olan süreçte “işleri kolaylaştırmak / dertten sakınmak > to avoid a pain” beklentinin odağındaydı. İkisinin ortak paydasında ise “gain & pain” karması yer alıyordu. Bekleme sürecindeyim ve ikisi de gerçekleşmese bile Çeşme’li yazın gün ışığında ve gurup vaktiyle gecenin sessizliğinde ailemle birlikte olmak her şeye değdiği için olmayışından dolayı hayıflandığım hiç bir şey olmayacaktır. Olacakmış gibi aklım ada yürüyüşümde çerçeveler çizip dursa da olmamasında bunca enerji kullanımını kayıp değil sürekli yenilenme ve öğrenme olarak görüyorum. Mutlu oluyorum. Bu kadar mı ?

Hayır. Biraz daha geriye gidip, MACUNKÖY Beklentilerimin sessizliğine takılıp kalıyorum. Bedeli ödenmiş bir söz verişin üzerimdeki yükü var. Birkaç kez yazılı olarak da uyardım. “Sürdürülebilirlik (Sustainability)” kavramının yatay ve düşey iki bileşenini düşünüyorum. Bu bileşenleri nereden öğrendiğimi sorguluyorum. Onbeş yıl önceydi. Global birleşmenin ikincisinden sonra Bay Xavier ile yolumuz yine kesişmişti; buluşmuştuk. Patronu Max beyi de alıp ülkeme gelmişti. Antalya’da buluştuk. Seralar gezdik. Kuzey Afrika ülkelerinde bir projeleri vardı. Bizim de önceki dönemden FST Projelerimizdan kazanılmış ustalıklarımız söz konusuydu. Bay Ledru ve Max Bey birlikte EVE Project (Export Vegetables for Europa) benzerini Türkiye’de de yapabilir miyiz arayışımız sırasında sera sebze üreticilerimizden sürdürülebilirliğin iki bileşeni için söz almayı umuyordu. Bu iki bileşen “düzenlilik / regularity” ve “süreklilik / continuity” idi. İkisi de çok önemliydi ve bizim çiftçilerimiz için zor bir konuydu. Aynı şekilde MACUNKÖY Dörtlüsü” olarak başladık; ilerdik ve sezon aktifleşince öğrenme yolculuklarına zaman kalmadı. Aslında kalmayan zaman aklımızın içindeydi. Düzenlilik için EDA1 den EDA5 e doğru kararlı (D1:Determination) olarak yol almalıydı(k). Bunu hem yapmalı hem de yaptığımızı, önem verdiğimiz göstermeli, hissettirmeliydik. Şimdi çok daha iyi anlıyorum 1994 krizinde bizim algılarımız “yaşamak/ölmek” ikilemi içinde gidip gelirken Basel bakışlı yargılarla eğitimlerimizi daha da arttırmıştık. Aralık 2015 in sonlarında PLN Grubu ile EDA1 sonuçlarını paylaştık. EDA2 için dörtlü olarak bize iki saat yeterliydi. Süreklilik önemliydi. Bunu da sağlamalıydık. STO Grubu ile görüşmemiz büyük olasılıkla verimli bir sonuç yaratmayacaktır (varsaymamak gerekse de). Çünkü beklentiler bir atımlık barut örneği dönem toplantısı arkasına eklenecek bir güne yerleştirilecek bir beraberlik görüntüsünde. Bense birkaç gün öncesinde “Ne durumdayız ? Nasılız ?” kaydı ile “ölçersen geliştirirsin; ölçersen yönetebilirsin” düşüncesine işlevsellik kazandırıp STOgillere özelleştirilmiş fayda sunma derdindeyim. Değer mi ?

Değer.Yazımın girişindeki öykünün devamını yazmayacağım. Sadece Fuat beyin bölüm sonunda kişisel uyarılarına yer vereceğim. Sözlerini şöyle sürdürüyor Fuat Bey: “…Şöyle bir geriye yaslanın ve geçmişe bakın. Tüm yaşadıklarınızı gözden geçirin. Bugün olduğunuz yere uçarak ya da gökten zembille inerek gelmediniz. Hep geçmişteki uğraşlarınız ve didinmelerinizle geldiniz bu günlere. Yarına da yine kendi çabalarınızla ulaşacaksınız. Burada önemli olan etken sizsiniz. Siz yaşamın içine daldınız ve kendi renginizi yarattınız. Siz olmasaydınız, sevinçleriniz ve hayal kırıklıklarınız olmasaydı, yani siz kendinizi yaşamın içine atmasaydınız bugünkü siz olamazdınız. Yarın ne mi olacak ? Tabi bugünkü karışımlar ve fırınlara girme kararınız yönlendirecek yarını da...”

Herşey sizin ellerinizde. Siz yeter ki isteyin ve gerçekleştirmek için yola çıkın. Siz karar verdiğinizde mutlaka Allah yolunuzu aydınlatacak ve kolaylaştıracaktır. Öğrenmeyi öğrenme yolculuklarınız hep açık ve aydınlık yollarda sağlık ve esenlikle geçsin.

Öykücü