Yaşam Büfesinde “SEMA”

“…Günün birinde üç adam ormanda yürürken karşılarına büyük ve hırçın bir nehir çıktı. Nehrin karşı kıyısına geçmeleri gerekiyordu. Bunu nasıl başaracaklardı ? Birinci adam dizlerinin üzerine çöktü ve Allah’a dua etti: “Allahım lütfen nehrin karşı kıyısına geçebilmem için bana güç ver”. Allah ona uzun kollar ve güçlü bacaklar verdi. Böylece nehrin karşı kıyısına geçebildi. Ancak bunun için iki saat dalgalarla boğuştu ve birkaç kez boğulma tehlikesi geçirdi. Yine de başarmıştı ! Bunu gören ikinci adam da Allah’a dua etti: “Allahım lütfen nehrin karşı kıyısına geçebilmem için bana güç ve gerekli aracı ver”. Allah ona bir tekne verdi. O da nehrin karşı kıyısına geçmeyi başardı. Ancak birkaç kez teknenin alabora olması, batması tehlikesiyle yüz yüze geldi. Tüm bu olan bitenleri izleyen üçüncü adam, dizlerinin üstüne çöktü ve Allah’a yalvardı: “Allahım lütfen nehri geçmem için bana güç, araç ve zekayı ver“. Allah adamı bir bilgeye dönüştürdü ve eline bir harita verdi. Bilge haritaya baktı. Nehrin biraz yukarısına yürüdü ve köprüden karşıya rahatlıkla geçti…”

Merhaba

Girişteki öyküden vereceğim ilk mesaj, dualarınıza dikkat edin, birgün mutlaka gerçek olabilir.

Dün bir Çeşme ziyareti yapıp geldik. Alaçatı pazarında baba yadigarı Sabri Aga’dan kendi ürettiği sebzeler ve doğadan topladığı Acı Sarmaşıklar aldık. Eve uğradık. Cangoyu besledik. Pideci Yusuf’un çayını içtik. Germiyan köy ekmeğimizi alıp döndük. Bir gün öncesinin akşamında “C13Plus(6)D4” çerçeveli Duru’nun dördüncü yaş gününde toplanmıştık. Ünlü bir pasta evinin salonunda yaptığımız kutlamanın video karelerinden daha sonra bir film montajlarım. Bu kez tam kadro hazırdık. “Big Brother (ÜC)” ilk Tacikistan seferinden dönmüştü. Ortanca kardeşin (akademik brother EC) Kore seferi de güzel geçmişti. Fazlalıklardan arınmış küçük kardeşin (KC) Londra seferinin sonuçları henüz somutlaşmamış ise de mutluydu; mutluydu. Herşey yolundaydı. Üçü de nehrin karşı kıyısına geçerken (sanki) görünür zorluklar yaşamıyor ve üçüncü adam gibiydiler. Bu sabah yürüyüşümüz daha bir fazla keyifliydi. Kahvaltımız da. Aman nazar değmesin. Ağzımızın tadı yerinde; binlerce şükür. Yukarıdaki öykü neden düştü aklıma ?

Yarın üç randevum var. İlki Kemalpaşa’da (ST…) ikincisi Bornova’da (Ege MYO) ve üçüncüsü de Dr.Mehmet’le. Üçü de fayda üretmeye dönük adımlar. Ertesi gün de AOSBölgesinde bizim için yeni bir sektör temsilcisine sevgili Utku’yla gideceğiz (C….S). Bunlardan ilki (ST…) ve sonuncusu (C…S) beni, aklımı, düşüncelerimi “STCS” kombinezonuna götürürken yolda harflerin yerleri değişip yine “SSTC” kalıbına oturtuverdi. Hani derler ya “dervişin fikri neyse zikri de odur” benimkisi de o hesap. Beyin ne ararsa onu buluyor. Geçen gün Polen’li sevgili Majed “geribildirim” nitelikli hızlı iletisinde yazıma ekli görsele bakıp “ben benimle ilgili yer bulamadım” benzeri bir ifade ile yaklaşmış ise de önemli olan aradığını bulmak için ve asıl önemlisi bulduğunu anlamak için önce “paradigma” ya da “mind set” veya “algı penceresi” açmak gerekiyor. Yapabilene ne mutlu ! İşte yarın “ST..” ile başlayıp ertesi gün “C..S” ile tamamlanacak ilk adım görüşmelerinin anahtar sözcüğü “farkındalık/awareness” olacak. Bunu düşünüp birkaç slayt hazırladım kendi paradigmam için. Başına, aralarına ve sonuna son öğrenme yolculuklarımdan kameramın rastgele aldığı kimi karelerden fotoğraflar ekledim. Einstein’nın ünlü formülüyle yola çıkıp, kırk yılda damıttığım başlangıç sorumla “büyüme>gelişme> değişme>dönüşme” yolculuklarımı sorgulamaya başladım (GAT/MAS/RAW). Kendi başarı formülüme odaklandım ve son slaytlarda da “MAS/SWOT” uyumuna “Pareto Yasası“nın ana mesajıyla bağdaştırmaya çalıştım. Ne işe yarayacaklar ?

Yazımın girişindeki öyküde üç adam yerine CINOS’taki 24 yılımda geçirdiğim üç evrede kendimi düşündüm. Seksenli yıllarda henüz sadece üreticiydim; yönetimle, yönetici olmakla henüz tanışmamıştım. Teknik danışman olarak sadece kendi yaptıklarımdan ve yapmadıklarımdan sorumluydum. Böylece 16 yıllık kamu görevinden sonra özel sektördeki ilk sekiz yılımı üretici konumlu olarak geçirdim. Bu dönemde gönüllü olarak, görev tanımımda olmamasına rağmen her işin “öncülü ve ardılı” olarak düşünerek SSTC öğrenme yolculukları sorumluluğu keyifle ve gönüllü olarak üstlenip öğrenmeye hevesli yolcuların ustalıklarına katkıda bulunmaya çalıştım. Bu ilk evrede bakışım “Satış (Selling)” çerçeveliydi ve odağımda “Sales Force / Satış Gücü” vardı. Daha sonra doksanlı yıllar başladı. Satışın bölgesel yönetiminde görev aldım. Üstelik hem ülkesel kriz koşullarında ve hem de global birleşmenin “ayakta kalma/hayatta kalma” mücadelesindeki yıkıcı, yıpratıcı gelgitlerinde. Böylece “güçlerin evrimi” dediğim üç aşamalı gelişmesinin ilk evresinde “satış”a odaklı öğrenme ve ustalıklarımızı SSTC nin orijinal yapısının güncel formasyonunda “Selling Skills Training Course (SSTC İlk Yapı)” olarak sürdürüyordum. Ben bunu ve buradaki rolümü yukarıdaki öykünün ilk adamına benzetiyorum. Nehri geçiyorduk, başarılıydık ve biraz fazlaca zahmet çekiyorduk; özellikle “product oriented” bakışlı Merkez (Basel) baskılarında. İsviçre’den gelen mesaj hep şuna benzerdi: “Ben sizin babanızım ben ne dersem o olur“. Doksanlı yıllarda biraz daha akıllanmıştık (uslanmak). “Hızlı Kazanımlar (Selling)” ile “Uzun Vadeli / geniş spektrumluUygulamalar (Marketing)” arasında dengeyi tutturmaya çalışıyorduk (GAT Dünyası). Güçlerin evriminde bir adım daha ilerleyerek”Field Force / Sahra Gücü” ne değişiyorduk. Böylece “ortak hedeflere bütünleşik eylemlerle ulaşma ve pastayı paylaşma“da ustalasıyorduk. Doksanlı yılların gelgitlerinde bu yolculuklar bize her zaman çatışan bu iki bölüm arasında “Soft Skills by Trained Competence (SSSTC İkinci Çerçeve)” ile bütünleşmeyi sağladı. Bunu da “FST / Farmer Support Team(Çiftçi Destek Ekipleri)” olarak ölçülebilir eylemlere dönüştürüyorduk. Bu durum da öykümdeki ikinci adamı ve nehri geçmek için kayık kolaylığını anımsatır bana. Bir on yıl daha geçti. Yeni milenyumda büyüme ve gelişmeler hızla “değişme ve dönüşme”ye evriliyordu. Üçüncü evreye geçiyorduk. Buna da “Commercial Force / Ticari güç” dedik. Sahip olduğumuz  yetkinlikleri (competence)beceriye (skill) dönüştürüp kendimizi beş soruyla sorgulamaya ve işimizin merkezine bir omurga yerleştirmeyi öğreniyorduk. Bilgi yönetiminde “Bilgelik Piramidi“nde “wisdom” zirvesine erişmek için tüm dünyada 21000 kişiye ilk adımı “awareness/farkındalık” olarak aynı dil ve aynı çerçeveyle anlatabilmek için yola çıkmıştık. Artık üçüncü adamdık; elimizde harita vardı ve köprüye ulaşıyorduk. Kolaylaştırıyorduk. Şimdi bu son ifadeyle kısa filmime fon müziği olarak neden Ravel’in Bolero’sunu aldığımı lütfen düşününüz ! Neden ?

Böylece “Satış (Selling)” tan “Sahra (Skill)” yoluyla “Ticari (Style)” evresine geçerken SSTC1 den SSTC3 e dönüşüyorduk (Self Style by Trained Competence). Sahip olduklarımızın farkına vardık. Yetkinliklerimizi beceriye çevirdik. Kendimiz için bir tarz oluşturduk. Önce oyunu kurallarına göre oynayıp ayakta kalmayı, hayatta kalmayı öğrendik. Bunu CINOS’un üçüncü evresi olan (benim için 2000-2005) DOD 1 (Do Or Die / Looking for the best people > En iyilerden ekip oluşturmak) i hızla aşıp DOD2 de (Differentiate Or Die / Looking for the best in the people > En iyilerin içindeki potansiyeli açığa çıkarmak) ustalaşıyorduk (2005-2009). Daha sonra neler oldu tekkeyi bekleyenlerde ? bilmiyorum.

Toparlamak gerekirse 1987 yılında orijinal formuyla ve satış odaklı olarak öğreterek öğrenmeyi üstlendiğim SSTC1 ile belki yarın “SELLING” çerçevesinde yeni bir program yapacağım ve bu nedenle ilk sözcüğün “SE” sini aldım. Ertesi gün de yönetici rolleri üstlendiğim (bölge müdürlüğü, pazar geliştirme müdürlüğü, ürün grup müdürlüğü, pazarlama müdürlüğü ve yetkinlik geliştirme müdürlüğü) sürecin öğrettikleriyle “MANAGEMENT” in “MA” sını alıp aklımın beklentilerini “SEMA” da toparlayacağım. Diğer bir hatırlayış da, DOD2 de ticari gücü oluşturmak için “Pazarlama Satış Mükemmelliği” ni sağlama amaçlı programlarımızı topladığımız “MASE” şemsiyesini düşünüyorum da işimizin genetiği ile yerel koşullarımızın gelenekselliğini buluşturacak çerçeveler için “MAS” la “SWOT” u eşleştirmeye gayret ediyorum.

Sözün özü; farkındalığın gelişirse daha fazla seçeneğin olur; daha doğru seçimler yaparsın, daha doğru kararlar alırsın ve daha iyi sonuçlara erişirsin. İyiyse daha iyi olabilir. Küçük adımlar büyük sonuçlar yaratabilir. İşte sekseninci yaşını kutlayan Jerry Beyin ilk sözleri “Little things make big differences”. Uzmanlık ve ustalık alanı olan işinin doğasında bu var (bitkisel hormonlar ve mikro besinler). Buna da “Kelebek Etkisi” denir. Salı günümün anahtar tümcesine gelince “C..S is the meeting point of experience gained over hardworking years, of the people who knew how to turn their success and failures a step to their next target “. Başarısızlıkları bir sonraki adımda başarıya dönüştürmeyi bilmenin anlamı “MAS” ın “Smarter”ı dır bence…  

Her şey sizin ellerinizde. Yolun hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü