Yaşam Büfesinde “TED Tarzı”

“…Üniversite profesörlerini severim. Ama onları bütün insan başarısının en üst  kademesi saymam (MC: Carmine Bey sanırım balondaki adamın bisikletli profesöre seslenişine tanık olmuş da böyle yazmış). Onlar sadece bir yaşam formu. Ama epey ilginçtirler ve bunu onlara olan şefkatimden söylüyorum (MC: Yaşına başına ve dik duruşuna bakınca bence genç olan Bay Gallo’nun bu sözleri azıcık da olsa “acıma” karışımlı bir istihza içeriyor). Benim deneyimimde profesörlere dair ilginç bir şey var: Hepsi değil ama genellikle profesörler kafalarının içinde yaşarlar. Gövdeden ayrılmışlardır, yani tam anlamıyla. Bedenlerini, kafaları için bir taşıma formu olarak görürler. Bu kafalarını toplantılara götürmek için bir yoldur…”

Merhaba

Gerçekten de bu dünya “GAT Dünyası”. Pekçok açıdan. Hem benim için, hem bay Gallo için ve hem de yerdiğini hissettiğim akademisyenler için. Ne verirsen onu alıyorsun. Çıktılar, girdilere bağlı. Doğanın yasası da böyle. Lavosier de böyle demişti. O da belki profesördü. Netdirekt’in yakınına taşınmış, geçen gün çevre yolu bağlantısını değiştirip de başka bir yoldan gelirken gördüm: “Et Profesörü” de büyük büyük reklam panosu açmış. Kuru fasulya profesörü de. Kayıktaki profesör de İngilizce bilmeyen kayıkçı ile dalga geçiyordu; ta ki kayık su alıp da batmaya başlayınca yüzme bilmediğinin cezası kafasına dank etmişti. Gelelim “GAT Dünyası”na. Neler gördüm geçen hafta ?

İlki kitaplarla ilgili. Nezuş’u beklerken iki saat vakit geçirmem gerekti Karşıyaka çarşısında. Önce kitapçıya gittim; sonra sahafa ve daha sonra da sahildeki İş Bankası Yayınları satan yere. Beş kitap satın aldım. İkisini hediye etmek için. Şubat ayını beş kitapla kapatacağım derken pazar günü Barış’a ıspanaklı börek götürme hazırlığı içindeydik. Bir gün önce (Cumartesi öğleden sonra) Nezih&Emel beraberliğinde Kule’de keyifli bir balık ziyafeti çektik kendimize. İçimiz huzur doldu. Yemeğin sonuna doğru birkaç hastalığın komplikasyonunda artan acılar yüze yansıyınca yıllar öncesinin acı anılarından içimiz cız etti. Çaresizliği yudum yudum hissettik damarlarımızda. Yine de beraber olma şansını kullanıp da en azından güne değer katmaktan dolayı içimiz rahattı. Pazar günü börekleri hazırlayıp da yola çıkmak üzereyken Zeynep’in kahve teklifine sevinçle uyduk. Duru’lu ve keyifli beraberlikten sonra yanımıza Duru’yu da alıp Barış’lara geldik. Börek bahane. Onları görmek amacımız. Sehpanın üzerinde bir kitap gördüm : “TED Gibi Konuş”. Rastgele karıştırdığım sayfalarından kitabı çok sevdim. Ben de alsam diye düşünürken meğer Pınar bu kitaptan iki tane satın almış (bu arada laf aramızda D&R dan sipariş edip aldığı kitap faturasını gördüğümde 20 kitap dikkatimi çekti) ve birini anında bana hediye etti. Böylece armağan etmek için iki kitap satın almıştım ve anında bana kitap armağan edildi. Böylece Şubat ayını beş değil altı kitapla kapatmış oldum. İşte “GAT Dünyası”nın kitapla ilgili örneği bu. Artık bedeller, ödül ya da ceza öbür dünyaya kalmıyor (Peki ben bu inancımı çok daha önemli ülke sorunlarında neden göremiyorum ? Neden hep iyiler cezalandırılıyor gibi geliyor bana ? Bence bu işte bir terslik var. Yakın perspektif ile uzak arasında ya gördüklerim farklı ya da oyunun kuralları böyle yazılmış: Sen küçük şeylerle avun ki ruhun daha yaşamsal olaylarda denge arayışında olmasın).

“TED Gibi Konuş” isimli kitabında sürekli olarak “18 Dakikalık Sunum” vurgusu yapan Carmine Gallo’nun şu video kaydını incelediğinizde sunumunun 54 dakika olduğunu görürsünüz (https://www.youtube.com/watch?v=AFTPyvO6kcY). Hep mi böyle olur ? Hep mi hocanın dediği ile yaptığı birbirini tutmaz ? Hep mi doğruların teoriği ile uygulamanın pratik zorlamaları birbirine ters düşer ? Bu bir insan doğası mıdır ? Yoksa burada da profesörlerin yasası mı geçerlidir ?

Başta SSTC olmak üzere tüm öğrenme ve ustalık yolculuklarında mizaha vurgu yaparım. Bazen de aşırıya kaçar ve direnen alıcı için “Kaymakam” fıkrasını ya da “Beden Diline” dikkat çekip yalan söylememek konusu için de “Bursalı Terzi Sadık” fıkrasına bile anlatımlarımda yer veririm. Hatta “Cüce ama…” fıkrasını bile dillendiririm. Her üçünde de mizahın uç noktasında “kırmızı ince çizgi riski” çok yüksektir. Yapmasam iyi ama ruhumla aklımın çatışmasında (ortamın uygunluğuna göre) mizahta sınırları zorlamayı durduramam. Her neyse. Carmine beyin kitabının “Gülmek Kazandırır” isimli bölümünde bir Harvard Araştırmasına yer verilmiş. Fabio Sala kırk yılı aşkın mizah araştırmalarını derlemiş ve şu sonuca varmış: “Mizah beceriyle kullanıldığında, yönetim tekerleklerini yağlar. Düşmanlığı azaltır, eleştiriyi saptırır, gerilimi giderir, moral yükseltir ve zor mesajların iletilmesine yardımcı olur”. İşte bu sözcükleri okuyunca yazmayı bıraktım ve düşünmeye başladım. İki düzine yıllık CINOS sürecimde AÜ vs TA karşılaştırmalarını yaptığımda mizahın gerçekten bu işlere yarayıp yaramadığını kendi algılarımda ve anılarımda sorguladım. Ondört yıl önce Budapeşte sokaklarında vakit gece yarısına yaklaşırken toplantıdan çıkıp da geç saat yürüyüşümü anımsadım. Kulaklarıma inanamadım. Yanıma TA ve TÖ in de gelişiyle renklenen bar çığırtkanlarına gülmekten kırılırken dönüşte ve bir sonraki İtalya seyahatinde Milano hava alanında kahvaltı ederken akla yeniden düşen bu anıların mizah gücünden ürkmedim desem yalan olur. Bay Carmine konuşmanızda ve sunumuzda doğru ölçüde mizah kullanmanız için beş yol önermektedir:

1.Anekdotlar, gözlemler ve kişisel öyküler (Konyalı Mehmet);

2.Analoji ve metaforlar (Alicante Horozu);

3.Alıntılar (Spartaküs Sendromu)

4.Videolar (SSFWS Net-Mehmet Kerem)

5.Fotograflar (MC/EU/CC-Menemen 1985; MC/XL/MY-Manisa 1995)

“Fiziksel gülme tepkisinin peşinden gelen zihinsel keyif vardır ve bunun beyinde endorfin salgılaması rastlantı değildir” demiş Carmine bey. Aynen böyle oldu. Mart 1993 de Alicante’de sunumumun sonunda “Alicante Horozu”nu gösterdiğim anda mutlak bir sessizlik oldu. Görüntüyü özümsemek için. Hemen ardından kahkahalar ve alkışlar birbirini izledi. Sahneden indiğimde daha sonra ülkeler müdürü olacak olan Bay X yanıma geldi ve “sen artist misin ?” dedi. Bunun yergi mi yoksa övgü mü olduğunu ilk anda çıkarmadım. Sunum becerileri eğitimini dört yıl sonra CINOS’un ikinci evresinde “NO”laşırken Merih hanımdan alacaktım. El yordamı ile götürdüğüm önceki süreçte sunumun sonunda ana mesajı “Alicante Horozu” ile açılımları hicvederek kullanmak, mizahla final yapmam yine aynı yıl içinde kariye yolculuğumda sıçramalar yaratacaktı. Bu da bir başka “GAT Dünyası” deneyimim idi.

Cumartesi günü güneşli bir hafta sonunda Güzelbahçe’de Kule’de balık keyifini yaşayıp yaşattığımızdan hemen sonraki gün Pınargillerde otururken Eray’ın telefonu geldi ve yine Güzelbahçe’de bu kez onların bize sundukları içten, keyifli bir başka balık ziyafetinde yine “GAT Dünyası” yaşamıştık. Daha ne ister insan. Binlerce şükür. Her attığımız adım anında misliyle geri dönüyor. Günlerimiz daha bir huzurlu, doyumlu geçiyor. Pazartesi “Paramparça” olsa da gece koltuklarımızda günün yorgunluğunu çıkarırkan gözlerimizin gördüğü; Salı (bugün) “Gecenin Kraliçesi” ile devamındaki hergün “Poyraz Karayel” esintisiyle “Kördüğüm”ü, “Göç Zamanı”nda bozarak haftalarımız bir solukta geçiveriyor. Aslında ömrümüz geçiyor. Farkındayız. Günü yaşıyoruz. Hissediyoruz. Mutluyuz ve biraz önce Ümit’in Pakistan’a veda yazısı ile yola devam ediyoruz.

Hepinizin öğrenme ve ustalık yolculukları hep açık ve aydınlık yollarda geçsin ve ülkemdeki kaos sona ersin.

Öykücü