Yaşam Büfesinde “EDA Piramidi”

“…Sizlerle bugün Nuhun Gemisi Efsanesinden kendim için çıkardığım ancak hepimizin kullanabileceği on ilkeyi paylaşmak istiyorum. Birincisi, gemiyi kaçırmayın. Zamanlama çok önemli. Telefonları zamanında açmalı, e-postaları zamanında yanıtlamalı, müşteri sorunlarını iş işten geçmeden çözümlemeliyiz. Toplantıları zamanında başlamalı ve zamanında bitirmeliyiz. Paranın satın alamadığı tek şey zaman. Dünü ya da bir önceki yılı dünyanın parasını verseniz satın alamazsınız. İkincisi hepimiz  aynı gemideyiz. Kaptan ile tayfalar ayrı yöne gidemezler. Kurumumuzda işbirliği ve uyum (eşgüdüm) olmadığı takdirde gemi batacaktır. Üçüncüsü ileriye dönük plan yapın. Unutmayın ki Nuh gemisini yapmaya başladığında tufan kopmamıştı…”

Merhaba

Bugün Pazar. Dün Çeşme-Alaçatı’da hava soğuk ve çok rüzgarlıydı. Deniz kahverengiye dönüşmüştü. Sütlü kahve gibi böylesi çok ve büyük beyaz köpükler hiç görmemiştim Germiyanın yalısında. Fethinin sorunu çözülmemiş olmalı ki çardağının yerinde hâla yeller (fırtınalar) esiyor. Küçük yerde, bir de mevsim kış olunca işsiz güçlerin dedikodusu da artarak sürüyor. Bakalım bahar gelince yeni bir yapılanma görecek miyiz ardıçın yanında, çevresinde… Bugün Mavişehir’de hava daha bir güneşli. Yürüyüşe çıkamadık. Okuma ödevi için İrem’i beklerken elimdeki kitaptan başımı kaldırdım. Ben sanırım Temel gibi değilim ve seçimimi yaptım. Entel olmayı seçmiş olmalıyım ki bir yanda Sam’den gelen mesaja yanıt vermeye, diğer yanda da EDA Üçgeni ya da EDA Piramidi konusunda toparlanmaya çalışıyorum. Geçen akşam yemeğimizde Eray vardı. “NEM Üçlüsü” olarak mutlu olduk. İş yaşamında mutluluğu ya da memnuniyeti saptamak EDA Piramidinin ilk basamağı. Hoppalaaa ! der misiniz bilmem ? Dediğinizi varsayıyorum (varsaymak yasak olsa da).

Verdiğim ip uçlarının ucundan tutmadıklarını görüyorum” diye yazmıştım. MACUNKÖY‘ü yeni açılımlarıyla, memnuniyet sonuçlarıyla daha etkin kılan UNcubaşımız soruyor: “Kimler ?“. Yanıtı gözümüzün önünde. O kendini bilir ( sanki böyle bir şarkı sözü vardı). EDA Piramidinin ilk basamağında (EDA1) “memnuniyet” var ki biz bunu 18.12.2015 de %89 olarak saptadık. Rahmetli Dr.D.Kirkpatrick sağ olsaydı ne derdi acaba ? Fotoğrafının altına “tuttuğu son balık” diye yazmışlar rahmetlinin ve balığa baktım da bayağı büyükmüş. Biraz önce taaa Florida’dan gelen Sam’in mesajında Clinton’ları örnekleyip de “konuşma” ile kazandıkları yüzelli milyon doları aşkın paraya değinmiş. Belli ki yadırgamış. Haksız. Başkanlığın başkanlık sonrasının nimetlerinden olan bu sonuç aslında EDA5 in gerçek yaşamdan bir kesiti. Yadırgamamak gerek. Gereğini yapmak gerek. Hani kamyonların popo yazıları oluyor ya “Çalış senin de olur” benzeri bir durum. Bizimkisi de Rusya’yı muhtarlara şikayet ediyor ve Başkanlık yolunda o da Clinton’lar benzeri “rabbena hep bana” lara özeniyor olmalı. İhtiyacı var mı ? Yine konum dağıldı. Böyle dağılınca kendimi “göbek saplaması kırılmış kamyon” gibi hissediyorum. Sahi siz hiç göbek saplaması kırılmış kamyon gördünüz mü ? Bağlantıları ne zaman çelikle ne zaman demirle yapmalı ki hem hasar büyümesin ve hem de yarı yolda kalmayasınız …Toparlayayım. Ne diyordum ? EDA Piramidine döneyim.

Yazımın girişini yine Melih beyden (Sıra Dışı-Yaşam Becerileri / Sınırlarınızın Ötesine Yolculuk) tan alıntıladım. On ilkeden söz eder yazar. Nuh Gemisi Efsanesiyle kurum çalışanlarına bir konuşma yapmaktadır. Üçünü yazdım: Zaman, Beraberlik ve Uyum. Diğerleri için kitabı alıp okumalısınız (kuşkusuz canınız çekerse yoksa mecbur değil; kim kimi mecbur edebilir ki konkende mecburcu olmanın dışında ve özellikle kitap okumak için). Hadi hevesini artırmak için bir başka bölümüne ait mesaj vurgusu için (bence çok bilinen olsa da) bir başka fıkraya yer vereyim:

“…Çocuk akşam eve gelir ve babasına “Baba hayat bilgisi dersinde yönetim biçimlerini işliyoruz, bana demokrasiyi anlatır mısın ?” der. Babası “Anlatmasına anlatırım yavrum, ama senin bazı tanımları bilmen gerekiyor” diye başlar. “Bunları senin anlayacağın bir dille anlatayım. Bak şimdi, benim fabrikam var ve eve para getiriyorum, yani ben kapitalistim. Paranın nasıl harcanacağına annen karar verir; yani o hükümet. Hepimiz senin için çalışıyoruz; sen halksın. Beşikteki kardeşin gelecek, hizmetçimiz ise işçi sınıfı. Sen bunları iyice öğren ve unutma, yarın sana demokrasiyi anlatırım”. Gece çocuk uyanır ve bir bakar ki küçük kardeşi altına pislemiş. Hemen anne ve babasının odasına gider. Annesi horul horul uyumaktadır. Uyandırmaya çalışır ama başaramaz. Babası yatakta değildir. Geçerken hizmetçinin odasına bir göz attığında babasının hizmetçiyi öptüğünü görür. Çaresiz kalan çocuk gidip yatar. Ertesi sabah babası “Gel oğlum sana demokrasiyi anlatayım” deyince “Gerek yok baba ben artık biliyorum. Ben de sana anlayacağın dilde demokrasiyi anlatayım” der ve anlatmaya başlar “Kapitalistler işçi sınıfını öperken, hükümet uyuyor, halk çaresiz, gelecek ise boka batmış...”

Vay canına tam da bugün ülkemi ve ülkemin insanlarını anlatıyor yukarıdaki fıkra. Asgari ücrete üçyüz lira zam yaparak bir kaşık bal sunan hükümet gözü açık uyurken elektrikle, yol ve yemek paralarıyla oynayan baş oyuncular halkı kucağa oturtma ve a…. k… yolunda hızla ilerlemeye devam ediyorlar. Sadece halk değil adında Halk olan grup da duvardaki resmin gözyaşlarıyla vakit harcarken ülkemin doğusuında yaşanan savaş için kendine özgün, çözüme dönük ne bir söz ne de bir eylem içinde görülmüyor. Baş oyuncular bırak öpmeyi yatağa girmişler ve işi bitirmişler biz hâla dikilmiş. d..ün davasındayız. Bu yoldan geri dönüp ben yine EDA Piramidine dönmeliyim yoksa halim harap…Bu gidiş gidiş değil.

Yeni bir hazırlık içindeyim. Amacım aklımı yukarıdaki paragrafın sınırları zorlayan etkisinden kurtarabilmek. Belki bu ayın ortasındaki beklentinin ötesinde EDA3 e hazırlık olsun diye EDA2 uygulaması için AKMUM‘un etrafında dörtleneceğiz ve bakalım neler göreceğim. Onbeş gün sonra Manisa’da buluşabilirsek eğer heybemde on slaytlık bir mesaj setim olacak (göstermek için değil, sadece en kısa zamanda en zengin mesajı verebilmek için, kendimi formatlamak için. Tıpkı 1992 Marco Polo’ için birkaç yıl öncesindeki hazırlıklarım gibi. Tıpkı “sakla samanı gelir zamanı” gibi). İkisi yazımın içinde. Nasip olursa dörtlüyle paylaşırım (sözel sohbet içinde); olmazsa tıpkı 1992 Marco Polo beraberliği gibi kırmızı tulumun fermuarına aleti sıkıştırmamak için sahnedeki sessiz girişimi yapmayı beklerim. İrem’in filmde dediği gibi “bana uyar”. Size de uyar mı ? bilmem. Bakalım bu yazıma uyacak bir kısa film bulabilecek miyim arşivimde hazır duran …

Bugün İrem’le yine bir okuma beraberliğimiz olacak. Tatil ödevi olarak verilmiş olan kitaptan (yazarını aklımda tutamadım. Kitabın adı “Hayvanlar Toplantısı” ) otuz sayfa kadar okumuş ise de biz birlikte yeni baştan okumaya giriştik. Duraksamalı ve açıklamalı okumadan keyif aldığını gördüm. Zaman zaman sıkıldığını anlayınca sazı birkaç sayfalığına ben ele aldım. Birkaç sayfada durup durup “Piyade ne demek ? Mors ne demek ?” benzeri açıklamalarla belirli yerlerde mola verdim. O da bana “Telgraf ne demek ?” diye sormaz mı ? İlk aklıma gelen benzetme cep telefonu ve SMS oldu. Sadece hangi tellere kuşlar konacak konusunu açıklamak biraz zaman aldı. Seksendört sayfalık kitabı üç saatte ve üç molada bitirdik. Özet çıkarmak için sondaki boş sayfayı açtığımda İrem gülerek ve biraz da mahcup bir ifadeyle siyah keçeli kalemle yazdığı notu okudu. Bu notu kitabın ilk otuz sayfasını okurken yazmış. Not aynen şöyle: “Çok sıkıcı bir kitap“. Kitap bitince bu kez kırmızı keçeli kalemi eline aldı ve kendiliğinden “Meğer sıkıcı değilmiş; keyif aldım” diye yazdı ve çıkardığı özet de şöyle:

“Hayvanlar çocuk insanların geleceğini kurtarmak için “çocuklar için” toplantı yaparlar. İnsanların seksenyedi defa yaptıkları toplantılardan sonuç çıkmadığını görürler. Savaşlar sürüp gitmektedir. İnsanlarla aynı zamanda farklı ülkelerde toplanan hayvanlar üç farklı yolla uyarıda bulunurlar. Ama insanlar anlamazlar. Ne zaman ki hayvanlar çocukları kaçırıp bir yerlerde saklarlar, işte o zaman insanlar beş maddelik anlaşma ile savaşlara son vermeye karar verirler. Bu beş madde şöyledir: 1.Sınırlar kaldırılacak (kaldırılır); 2. Silahlar yok edilecek (sadece ok ve yay kalır); 3.Evraklar en aza inecek (yazışmalarla zaman yitirilmez); 4.Polisler bilimi koruyacak (ilerleme sağlanır) ve 5.Öğretmenler en yüksek maaşı alacak (…!!!***???)”.

Sonuncu madde kağıt üzerinde kalmış olmalı ki öğretmenlerin durumu ortada. Öğretmen olamayan öğretmenlerin de Sur’da, Cizre’de şehit oluşu haberlerde. Bugünün katkısı İrem’in ödevi keyif alarak yapmasıydı. Bu da bize yeter. Yarınlar mutlaka güzel olacak. İnşallah hayvanların bizi korumasına gerek kalmadan bu badireyi atlatıp düze, refaha çıkacağız. İnşallah Rusya muhtarlardan korkacak ve savaşın eşiğinden salimen dönücez…

İki söz var yazmak istediğim; içimde kalmasın.

1.Bildiğimizi sanmamız, öğrenmemizin en büyük düşmanı olmuştur.

2.Kendinden hoşnutluk, kaçınılmaz düşüşün en büyük nedenidir.

İkisi de aynı kapıya çıkıyor.

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü