Yaşam Büfesinde “Formal Sohbetler”

“…Deneyimli, usta araştırıcı genç arkadaşının (EY) projesinde dikkatini çeken bir konuda “Bu neden böyle olmuştur ?” diye sorduğunda, tek sözcükle yanıt almış ve afallayıp kalmıştı : “Allah’tan !“. Ya sabır çekti. Görmezden, duymazdan geldi. Gençliğinin heyecanlarına verdi. Bir süre sonra bir başka bölümde yeni bir soru sorduğunda genç araştırıcı daha bir informal yapıyla “K…l Akman ben sana takmam !” dedi. Ortalık buz kesti. Ustanın sabrı taştı. İpler kopacaktı. Bağlansa da aradaki düğüm hep acıtacaktı. Korktum. Tek yol, tek çare ara vermekti. Ben de öyle yaptım…”

Genç Meslektaşlarımız. KMYOkulunun seçilmiş öğrencileri Netdirekt’i ziyaret ettiler (23.12.2015)

Merhaba

Yazımın girişindeki kısa anlatım gerçek bir öyküdür. Enstitü Araştırma Komitesinde (EAK) çok ciddi bir proje görüşmesinden bir enstantanedir. Seksenli yılların başlarıydı. EAK başkanıydım. Genç arkadaşımız (EY), Devlet Lisan Okulunu (DLO) bitirdikten sonra Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bursuyla İngiltere’ye gitmişti. İki yıla yakın sürede Londra yakınlarındaki East Maling Araştırma İstasyonu’nda Biyolojik Mücadele konusunda uzmanlık çalışmasına başlamıştı. Mükemmel bir yabancı dille yurda dönmüş ve Bornova ZMAEnstitüsünün en yenilikçi laboratuvarında göreve başlamıştı. Sevgili EY sınıf arkadaşım ve aile dostumdur. Mükemmel bir sosyal yapısı vardır. Herkesin derdine çare olur. Sadece fazla disiplinli konularda onu bir çerçeve içinde tutmak zordur. Formal beklentilere informal sohbetlerle yanıt vermenin onun için bir sakıncası yoktur. Biraz eksantriktir. Dün akşam toplantıya katılanlara baktım ve düşündüm… Bu anı neden bugün aklıma ve yazıma düştü ?

Dün akşam Albatros 1 sakinleri olarak hep özlemini çektiğim çok güzel bir toplantı yaşadım. Düzeyliydi. Bu kez özellikle toplantı yönetimi açısından divan heyeti seçiminde gerçekten isabetli bir karar alınmıştı. Başkan Ertam beyin yönetiminde başkanlık heyeti hem formal toplantı yönetiminde disiplinli ve hem de görüşmeleri yönetmede sohbeti koruyarak gereğince esnek bir tutum sergilemişti. Böylece hem zaman iyi değerlendirilmiş oldu hem de zaman zaman gerilen ipler kopmadan, arada oluşacak düğümün sonraki sıkıntılarına olanak vermeden toplantı normale döndü. Peki normal nedir ? 

EAK toplantısına dönelim. Usta araştırıcı (Meyve Zararlıları Lab.Şefi rahmetli Kemal Akman) sorusunda haklıydı. Karşısında alıştığımızın dışında bir proje teklifi vardı. Proje çok basit görülen kimi parametrelerin uygunluğunu sınayarak tarımsal savaşım uygulamalarını daha etkin kılmayı amaçlıyordu. Amaç güzeldi. Hedef somuttu. Ancak bir nesil öncenin (ellili yılların yetiştirdiği) ustaları için teori ve pratiği bu denli buluşturma çabası çok net algılanamıyordu. Böylesi basit bir konunun projeye bağlanmasını anlamakta zorluk çekiyordu. Peki dün gece genel kurul toplantısı başlamadan dillendirilen sert uyarının arkasında yatan nedenler neydi ? ben algılayamadım. Önce “algıyı” tanımlasak nasıl bir tarif ortaya çıkar ?

Algı tanımıyla ilk kez global birleşmenin (CINOS’un NOlaşma süreci) yakıcı, yıkıcı etkileri sürerken 1997 yılında İstanbul’daki bir eğitim/öğretim toplantısında tanıştım. Toplantıyı Dr.H.P.Hardmeyer yönetiyordu. Bir yandan “Performans Yönetimi” diğer yandan da “Lider Yönetici-Yönetim Becerileri” çerçevelerini birleştiren Dr.Hardmeyer algıyı şöyle tanımlamıştı: “Perception is an individually interpretetion of reality” yani Türkçe olarak “Algılama gerçeğin bireysel yorumudur” demişti Dr.Hardmeyer. Algılamayı bu tanımla “doğrularımız” olarak kabul etsem “gerçek” nedir, “doğru” nedir ve dün gece ile EAK anısı arasında zihnimde nasıl ve neden bir bağ oluşmuştur ?

Gerçek” objenin var oluş nedenidir. “Gerçek” dün gece Albatros1 genel kurul toplantısının yapılmasıydı. “Doğru” ise obje ile süje arasındaki ilişkinin özelliğidir. Bu nedenle benim “doğru” dediklerim aslında benim algılarımdır. Dün gece yaşadığım mükemmel bir dostluk ilişkisi içine ilk kez katılmış olan yeni komşumuz Bayan Abak (eşi meslektaşım Prof.Dr.Kazım Abak iş gezisinde olduğu için bu tanışma fırsatını kullanamadı) ile yanyana otururken kimi zaman ne yazık ki “biz hep böyle değilizdir ha…” diye açıklama gereği hissettiğim anlar oldu. Biz Albatros 1 sakinleri olarak 2015 yılını sakin ve sorunsuz geçirdik (diye düşünüyorum ben). Yönetim yılın rutinleri içinde elindeki kaynaklara ve genel kurulun kendisine verdiği yetkiyle işletme projesi çerçevesinde başarılı bir dönem geçirmişti. İtiraf etmem gerekir ki “formal” bir rapordan beklentilerim “ölçülebilir değerler” olduğu için uzayıp giden sohbetten zaman zaman sıkıldığım oldu. Diğer yüzlere baktım. Herkes mutlu, mesut ve ilgiyle izliyordu. Şikayetçi olan yoktu. Demek ki uzayan “hep aynı hikaye” benzeri açıklamalardan sıkılan sadece bendim. Normal. Bunun nedeni benim baskın iletişim modelimin “görsel odaklı” oluşudur. Bu da beni sabırsız ve sonuç odaklı yapıyor. Uzayan sürece dayanmam zor oluyor. Bu nedenle kendime dur demem gerekti. Kimi zaman yapamayıp karşımdaki genç, sevimli arkadaşımla neredeyse ters düşecek konuma giriyordum. Allah korudu. Bir de hep ölçülebilir (nicel) değerler bekliyorum. Çünkü inanıyorum ki “sadece ölçülebilir değerler gelişir” ve “ölçebilirseniz yönetebilirsiniz“. Neyse, demem bu değil. Neden toplantı başında gündem dışı söz alan deneyimli Albatros 1 sakini “vekalet” konusuna bu denli sert ve hatta sertten de öte (dün gece orada olan komşum sizce hangi sözcük “sertten öte” için uygun olurdu ?) uyarıcı ve ısrarcı oldu ? Amacı neydi ? Yıl içinde onu sadece asansörün iç kaplaması teklifinin kabul görmemesi mi olumsuz etkilemişti ?

Hani EAK de sevgili EY rahmetli AK’a “Allah’tan” demiş ve ipleri germişti ya, işte onun bir benzeri, hatta tıpkısının aynısı özverili yöneticimizin de yaşadığına inanıyorum. O andan korktum. Bir başka korkumu da daha başta yaşadım. Vekalet uyarısına karşıt görüş veren genç ve sevimli arkadaşımın kullandığı tek bir sözcük de diğerlerini bilmem ama beni gerçekten ipler kopacak diye korku sınırına götürüp getirdi. İpler kopar mıydı ? Kopması önemli olur muydu ?

On yıl önce ikinci global birleşmeyle CINOS‘un üçüncü evresine geçip Synleşmiştik. Bir süre uzaktan kumandayla idare edildik. Aramızda CEO luk bekleyenler vardı. Şansları yoktu. Networking’leri zayıftı. Lobi yapacak iletişim ağları yoktu. Sonuçta Hırvat RJ başımıza geldi. Aynı yıl biz de DOD1 den DOD2 (Differentiate Or Die / Farklılaşmazsan Ölürsün) e geçtik. Global (tüm dünyada 21000 kişi için aynı kurallarla) yapılanma ve “Omurgalı liderlik” ile Dr.Jack Welch‘in 20/70/10 oranlarını benimsedik. Bunun eğitimi için 2005 Mayıs ayında Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun gün ışığı gören toplantı salonunda bir hafta geçirmiştim. Kendine liderlikle başlayan öğrenme yolculuğum beni karşındakine liderlik, ekibe liderlik ve kuruma liderlik aşamalarından geçirmişti (L1 den L4 e uzanan ustalık yolculuğu). Başarı için 32 küçük becerinin etkinleştirilmesi esas alınmıştı. Bunun sonucunda ülkesel havuzlar kurduk. Performans değerlendirmesinde kişileri tek tek ele alıp bu oranları sağlayacak şekilde havuzlara yerleştirdik. En üst otorite olan bay RJ ülkemiz için yeniydi. Sektörümüz için yeniydi. Bence CEO luk için daha birkaç fırın ekmek yemesi gerekiyordu. Totemlerin ışık gölge oyunlarıyla alıştığı pazarlama alanından çıkamıyordu. Hedeflerin arkasını dolduramıyordu. Kaçınılmaz sorulara verebileceği doyurucu yanıtları yoktu. Ustalaştığı sektörün ürünü olan içecek ile tarım ilacını aynı kefede düşünüyordu. Bu acemiliklerle havuzlara kişileri yerleştirirken kendisine bağlı iki kişi arasında tereddüte düşmüştü. Belki de düşmemişti ve konunun duyarlılığını önemsemeyip doğrudan yerleştirivermişti. Birisi IK uzmanı OA diğeri de kendi asistanı MH idi. OA ı üst havuza, MH alt havuza yerleştirmişti. Bu yargı onun algılarının sonucuydu. Bana göre bu seçim bir hataydı. Sonunda MH mutsuzluğunu gizleyemedi ve ben Syngillerden ayrılırken (2009 başları) kırgınlığını yansıtan şu sözleri belleğime kazındı: “Kopan her şey bağlanır, arada bir düğüm kalır”. Bu nedenle dün gece ipler kopacak ve arada düğüm olacak diye korktum. Çünkü biz Albatros1 olarak ön kapıdan da çıksak, düşme pahasına rampadan da çıksak, kedileri kovalasak ya da sevsek, asansörlere zarar vermeyi tartışsak da göze alıp sessiz kalsak da aynı mükemmel ortamda sevecenlikle keyifli bir ortak yaşam içindeyiz. Aman buna halel gelmesi duyarlılıklarımızı korumak gerek. İp nerede kopacak gibi oldu biliyor musunuz ?

Okunmuş, görüşülmüş, tartışılmış ve aklanmış olan ekip yeniden seçilmişti. Hayırlı olsun. Dilek ve temennilerde asansör iç kaplaması yeniden gündeme geldi. Yöneticiye yıl içinde teklif götürmüş olan bir dostumuz teklifinin neden kabul görmediğini sordu. Yönetici akıllı davrandı. Duymazdan geldi. Artık gereksizlik boyutuna gelmiş olan bu konuyu yanıt vermeden geçiştirdi. Soru sahibi ısrarcıydı. Başkanı uyardı. Başkan da mecbur kaldı. Tek kelimeyle sorusunu yineledi : “Neden ?”. Yöneticinin yanıtı şok ediciydi. Tek kelimeydi. Acımasızdı. Gerçekten gece yarısına yaklaşan yorgun zaman diliminde “uykusuz geceler” olasılığından korktum. O tek kelimeyi yazmayacağım. Yine de soru sahibi dayanıklıymış ki gereksiz gerginliğe neden olmadı. Sessizliği yeğledi. Ona da bir teşekkür borcum(uz) olmalı. Aynı EY nın “Allah’tan” deyişi gibi. Bunlar küçük şeyler gibi görünse de kopma ve düğümlenme yolunda test sınavları gibiydi. Allah korudu. Ya da ben gereksiz duyarlılık gösteriyorum. Değer mi ?

Sözün özü; olağan genel kurul toplantılarından her zaman formal beklentilerim oluşuyor. Beklentilerim doğru mu ? Burası akademik bir ortam değil; hatta bir dernek toplantısı da değil. Bu nedenle EAK benzeri raporlama ve sözel açıklama ya da Türkiye Fitopatoloji Derneği yıllık toplantılarına benzer ölçülebilir değerlerle anlamlı kılınmış bir yazılı belge beklemek belki de doğru değil. Hata bende, benim beklentimde. Bu nedenle yazıma “formal sohbetler “dedim. Demek istediğim sohbet ağırlıklı açıklamaları formal (usulüne uygun, resmi gibi) kabul edersem aklımdaki bu takıntıdan kurtulurum. Beklentilerimden sıyrılırım. Dün gece bana ne öğretti ?

Üç şey geri dönmüyor: Ağızdan çıkan söz; yaydan çıkan ok ve boşa harcanan zaman. Bir başka deyişle” en güzel söz, söylenmemiş olanmış“. Koçtaş kavşağında yolun açılması konusunda toplu yapı yönetimine edilen teşekkür kadar, yıllardır çekmeye mahkum bırakıldığımız çöp kokusundan bizi çok az bir masrafla kurtaran Dr.CC a da teşekkür etmek gerekirdi. Ne var ki ortam koşulları ve grubun koşullanmışlıkları ( bu da benim algım) böyle bir teşekkür için çok uygun görünmüyordu. Bu nedenle söylenmemiş bir takdir kaldı içimde.

Yeni yılın, yeni yönetimin tüm Albatros 1 sakinlerine sağlık ve esenlikler getirmesi ve öğrenme ve ustalık yolculuklarının hep aydınlık yollarda geçmesi dileklerimle.

Öykücü