Yaşam Büfesinde “Stratejik Cehalet”

“…Bilinen bilinenler vardır. Bildiğimizi bildiğimiz şeyler vardır. Aynı zamanda bilinen bilinmeyenler olduğunu da biliyoruz. Yani, bilmediğimiz bazı şeylerin olduğunu biliyoruz. Ama ayrıca bilinmeyen bilinmeyenler de vardır, bilmediğimizi bilmediğimiz şeyler… Sorular zihnimizin içinde cevapları sığdırdığımız yerlerdir. Soruyu sormadıysanız, cevabın gidecek yeri kalmaz (CC)… “

Merhaba

Biraz öne kargodan bir kitap çıktı yeni yıl armağını olarak. Utku göndermiş. Teşekkürler Utku. Kendisine sormak en doğru yoldu. Üstelik kolaydı. Ne var ki yapmadım. Okuduğunu varsaymak mı istedim ? Sanmıyorum. Okuyup da özellikle 151 nci sayfadaki bölüm için gönderdiğini düşünüyorum. Öyle değilse ne olur ? Kitabın ilk sayfasını 17 Aralık sabahı Manisa’ya doğru yola çıktığımızdaki bir anı ile süslemiş. Anıyı simgeleyen sorulan soruydu. Hep vurgularım; “cevap” doğru soru sorulduğunda anlamlıdır. Soruların gücünün sınırlarını çizebilmek çok zor. Öyle zor ki, Abidin’in mutluluğun resmini çizmesinden bile öte…

Kargodan çıkan armağan kitabın adı: Merak (Curious; yazarı Ian Leslie). Orijinalinden bir yıl sonra Türkçesi Aralık 2015 baskılı. Taze bir kitap. Nasıl seçti acaba Utku bu kitabı ? Kitabın yarısına kadar olan kısmını bir saatte taradı gözlerim ve beynim. Pek kayda değer bir not bulamadı zihnim karalamak için. Sayfa 117 e geldiğinde radarıma giren bilgiler şekillenmeye başladı: “Makineler cevap vermeye insanlar soru sormaya yarar” sözleri tarama labirentimi netleştirdi. Sayfa 122 de ünlü ekonomist Keynes’in bir kitapçıya girildiğinde nasıl davranılmalı ? sorusuna benzetmeli yanıtını sevdim. Sevdim ama ben öyle yapmıyorum. Ben seçici olarak kitapçıya giriyorum. Belirli bir rafın ötesine geçmem. Roman okumam. Hep aynı çerçeveli bakışların içinde farklı görüşleri ararım. Odağım bellidir. Sanırım özellikle PLN SSTC ÖUY (Manisa / 14-18.12.2015) dan sonra Utku’yla ortak odaklarımız güçlendi.

Yazımın girişindeki sözler Irak savaşından sonra Savunma Bakanı Donald Rumsfeld‘in Irak’ın teröristlere kitle imha silahı sağladığına dair kanıtlar sorulduğunda verdiği yanıttır. Yanıtın karmaşık formülasyonu zihin bulanıklığını yansıtmıyor. Özellikle yapılandırılmış bir yanıt ki tıpkı rahmetli Demirel’in ünlü sözleri gibi. SocGen’de borsa simsarı olan Jerome yaptığı usulsüzlüklerden sonra beş yıl hapse mahkum olunca “müdürlerim yaptıklarımı biliyordu” demişse de okkanın altına yalnız gitmiştir. Benzeri durumlar pek çok şirkette yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Clayton Christensen’in “The Innovator’s Dilemma” isimli kitabında en akıllı şirketlerin bile gerilemelerinin nedenini yaptıkları işi sorgulamayı bırakmalarına bağlamaktadır. İki yıl önce Netdirekt’in kurucu ortağı ve Pazarlama-Satış Bölüm Müdürü olan Kerem Copcu’nun “Fark Yaratan Şirketler Paneli”nin değerlendirmesini yaptığı kapanış konuşmasında kendini sorgulamaktan vazgeçmeyişin öyküsünü görmek olanaklıdır. Yola çıkarken kendilerine sordukları “Bilmek, yapabilmek ve istemek” aşamalı “Üçlü RAW Sorusu“yla yön, eylem ve hız sorgulamasını alışkanlık edinmeleri öğreticidir. İş biterken, gün biterken, soluklanırken, bir sonraki adıma geçerken, karar aşamasında kendilerine sordukları ikinci “Üçlü İZF Soru Kümesi” de yine doğrular için, etkinlik için, verimlilik için kendilerini dürüstçe sorgulamalarıdır. Lütfen dikkat, anahtar sözcük: Dürüstlüktür. Buradaki dürüstlük, kimsenin sizi görmediği, denetlemediği, hesap sormadığı iç dünyanızda kendinizi kendiniz için sorgulamanızdır. Yapabilene ne mutlu !

Bazen başarılı durumda kasıtlı cehalet (Stratejik Cehalet) politikası özellikle benimsenir. Firmalar büyüdükçe zor sorulara giderek daha az değer vermeleri bir tür işletme kanunu haline gelmektedir. Sorular merakı silahlandırarak davranışları değiştirmek için kulanılabilir. M.Marquardt “Leading with Questions / Sorularla Liderlik” adlı kitabında Dow Chemical‘ın eski CEO’su Mike Parker’ın şu sözlerine yer verir: Kötü liderlik örneklerinin büyük çoğunluğu soru sorma acizliği veya isteksizliğinden kaynaklanır. Benden çok daha yüksek IQ’lu birçok yetenekli insanın lider olarak başarısızlıklarına tanık oldum. Herbiri ustaca konuşabilen ve engin bilgi dağarcığına sahip insanlardı ama soru sormak konusunda pek başarılı değillerdi…

Aynı yazar soru sormak gerektiği zamanda neden soru sormazlar ? sorusuna yanıt olarak da 4 neden sıralar:

1.Sormayız; çünkü kendimizi aptal görünme riskine karşı korumaya çalışırız. Küçük bir anı. Marmara Bölgesinde SSTC sonrası “İzleme Çalıştayının Uygulaması” için yola çıktık (06.1997). Buğdaylı’da mola verdik. Kahveye oturduk. Bende ve Barbaros’ta kırmızı tulumlar. Çiftçiler dikkat kesildi. Sanki köye maymun gelmiş gibiydi. Kuralına uygun “yaklaşım tekniği” uyguladık. Dikkat, ilgiye dönüştü. Ben sorulara başladım. Yanıtları çiftçilerden beklerken baktım ki başta Muammer olmak üzere bizim satıcılar susmak bilmiyorlar. Sorularımı bizimkiler cevaplıyor ve bana bilgiçliklerini gösterme gayretindeler.  Çayları içip ikinci köye gitmek için tekrar yola koyulduğumuzda arabayı kenara çekip durdurttum. Tarlaya indik. Grubumu karşıma aldım: “Beyler ben o basit soruların yanıtlarını bilmeyecek kadar ahmak mıyım ? Ben neden soru soruyorum ? Amacım ne ? Biz SSTC de ne dedik ? Neden soru sorarız ? Susun beyler, susun“.

2.Sormayız; çünkü çok meşgulüzdür. Neyle ? Konuşmakla ya da dinlemek yerine nasıl yanıt vereceğimizin hesabını yapmakla geçer zamanımız. Sen sormazsan, alıcı sorar ve sen de onun dümen suyunda kapılıp gidersin. Sor ki, alıcı konuşsun. Sen dinle. Anla. Sor ve amacına adım adım ilerle. Zamanın değerlensin, işin kolaylaşsın.

3.Sormayız; çünkü kültürümüz bizi sormaktan vazgeçirmeye çalışır. Sorularla doğup büyürken birden okul dönemi başlar ve sorgulamamız adeta suç olur. Sormak teşvik edilmez. Soru soranlar dışlanır.

4.Sormayız; çünkü soru sorma becerisinden yoksunuzdur. Bu nedenle en son PLN SSTC ÖUY da dile getirdiğim gibi otuz yıldır benzer öğrenme ve ustalık yolculuklarında 32 küçük beceriden biri olan ve adına “check-in / beklentin ne?” dediğimiz o kısacık anda hep aynı şeyi yinelerim: “Benim beklentim soru sorma beceri ve hevesinizin gelişmesidir”. Bu gerçek beklentimdir. Bu beklentinin önemini net ve ısrarla göstermek için VTR1 den VTR4 e kadar olan dört eylemli günde soru tiplerine odaklanırız ve hedef veririz. Ölçeriz ve adım adım gelişmesini görmek ve göstermekten büyük haz duyarız.

“İzleme Çalıştayları“na geçtiğimizde soruların nitelikleri üzerinde dururuz. Ancak SSTC ÖUYolculuklarında bizim amacımız “nicel”dir ve soru kalitesine bakmadan sormayı alışkanlık haline getirmelerinde ısrarcı oluruz. İyi sorular soruldukça heyecan verici yeni “bilinen bilinmeyenlerin” yolu açılır. Bir öğrencinin kitaba alınmış olan şu sözleri çok anlamlıdır: “Tam bilmen gereken her şeyi bildiğinizi düşündüğünüzde yeni bir soru sorarsın ve öğrenecek daha ne kadar çok şey olduğunu keşfedersin“.

Geçen hafta Barış’ın okul ödevi nedeniyle Ankara’da Baybarsgillerle buluşmamızı sağlayan ortam, aslında İAKolejinde soru sormanın teşvik edilmesidir. Bugün, bu yaşlarda (onaltıya az kala) soru sormamız teşvik edilirken yetişkinliğe eriştiğimizde bu alışkanlığımızı kolayca yitirebiliriz veya önemli anlarda sormayı ihmal edebiliriz. Biz (BC/MC) o sabah (23.12.2015) Rixos’un lobisinde kendimizi BA için hazırlamaya çalışırken gerçek sorular vardı elimizdeki A5 formatındaki kağıda yazdığımız. Amacımız BA un konuşmasını ve bizimle içtenliğini paylaşmasını sağlamaktı. Ne kadar gereksiz hazırlık yaptığımız ortaya çıksa da böylesi başarılı bir iş adamının (yazar, konuşmacı, sunucu, girişimci, melek yatrırımcı, dragon daha nicesi) özel yaşam-iş dengesi hakkında bir şeyler sormayı düşünmüştük. İki soru hazırlamıştık. İlki öğle yemeklerini yalnız mı yersiniz ? Yanıtı: bizi ailesiyle birlikte yediği öğle yemeğine konuk etmesi oldu. İkincisi akşam yemeklerinde ailenizle, kızlarınızla ne kadar sıklıkla birlikte oluyorsunuz ? idi. “Sana ne ?” der miydi ? Demezdi elbette. Deseydi ne olurdu ? Bunu göze almazsan soru sorma beceri ve hevesin gelişir mi ? gelişmez.

İşletme profesörü Robert Mittelstaedt “Will your new mistake be fatal ? / Bir sonraki hatan ölümcül olacak mı ?” isimli kitabında felaketlerin genellikle insanların soru sormayı becerememelerinden kaynaklandığını öne sürmüştür. İşte özellikle stratejik cehaleti bilerek kabullenip buna göre halkı okumayan görüntü içinde pişkinlikle otorite öylesine acımasız olur ki tıpkı bugünün kaosa geçiş sürecinde olduğu gibi bizi iki koldan hem başkanlık hem de özerklik dayatmasını gönüllü kabule zorlar. Bilmez mi yaptıklarının ne tür felaketlete sebep olacağını ? Elbette bilir. Ama o otoritedir ve etrafındakilerin soru sorma becerileri körelmiştir. Tıpkı Titanik gemisinin batışı gibidir sorulmayan soruların ardından gelen acıların büyüklüğü.

Ne diyelim Allah akıl fikir versin ve soru sorma becerilerinin gelişmesi umutlarımı koruyarak yeni yılın arifesinde aydınlık yolları ve yılları özlüyorum.

Öykücü