Yaşam Büfesinde “Elekçi Beşlisi (SAMİM)”

“…Yatırıldığı akıl hastanesinde ölü olduğuna inanan ve bu nedenle yemek dahil hiçbir yaşamsal aktiviteye katılmayan akıl hastası, tüm uzman psikiyatristlerce girişilen her çabaya rağmen ölü olmadığı konusuna bir türlü ikna edilememiştir. Hastanın bu kararından vazgeçmeyeceğini anlayan ve tedavisini üstlenen doktorlardan biri, sonunda hastaya, ölülerin kanayıp kanamayacağına dair bir soru yöneltir. Hasta bu soruya “Tabii ki kanamaz. Çünkü ölülerin tüm vücud fonksiyonları durmuştur” diye yanıt verir. Bunun üzerine doktor küçük bir iğne alıp hastanın parmağına batırır. Bir müddet şaşkınlıkla parmağına bakan ve kanadığını gören hasta “Lanet olsun…Ölüler de kanarmış” der…”

Merhaba

Yazımın girişindeki kısa öykü Abraham Maslow tarafından aktarılmıştır. Kendisini “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” piramidiyle verdiği motivasyon mesajıyla tanıyoruz.

Dün gece iki gazete küpürünü kesip sakladım. Yazılanları yan yana koyup okuyarak değerlendirmeye çalıştım. O sırada televizyonda palasını palasında bileyen otoritenin mahalle olan köylerin emirlerini toplayıp ders verdiğini gördüm.  Kendisine dur diyemiyordu. Huy meselesi. Dudaklarımdaki gülümseme acıydı. Kendime sabır diledim. Biraz önce sonbaharın ilk yağmur damlaları düşerken (uzun sürmedi; yazım bitmeden damlalar durdu. Yine toprak ıslanmadı) camlı bölmede bu satırları yazmaya başlarken radyo haberlerinde duyduklarım aklımın kıvrımlarında acı gülümsememi üzüntüye dönüştürdü. Bay Obama astronot günü kutlamaları yapıyordu. El aya giderken bir hâla bırakın yaya kalmayı kıçın kıçın geri gidiyoruz. Hem de bindiğimiz alametle. Gözümüz dikiz aynasına takılı kalmışken ileri gidiyoruz sanıyoruz.  Duvara toslamaya az kaldı. On gün sonra ne yazık ki akla karanın ayırdına varacağımız bir dönüm noktasına varacak gibi görünmüyoruz. Eski taslarla eski hamamda aynı çalışanlarla yunmaya çalışacağız. Hem de sular kesikken ve hamam soğukken. Kendimizi kandırırken biz de yukarıdaki kısa öyküdeki gibi “Aman Allah’ım ! Ölüler de kanarmış; sen nelere kadirsin” diye avunarak yola devam edeceğiz. Bu rahvan gidişle ancak varırız. Nereye ? Eskilerin sözleri de bu gidişimize destek olur: “erişir menzil-i maksuduna aheste giden tiz-i reftar olanın payine damen dolaşır”. Her ne kadar bu deyiş ayağa dolaşan şey etek ise de yaygın halk söylenişinde “çarşafa dolanan daha bir değerli şey“den söz edilir.

Bu yazıma eklemek için bir film hazırladım. İkibuçuk dakikalık filmi 11.12.2011 tarihli toplantının kapanış konuşmasından montajladım. Filmi Amerika dönüşü UNÖY ikilisiyle buluşursam ilk kez onlara göstereceğim. Konuya bakışımı tartıştıktan ve izin aldıktan sonra yayımlamayı umuyorum. Filme kısaca “ustalar diyor ki...” de diyebilirdim. Montajlarken “PLN MAC KÖY 2011” diye bir isim verdim. Burada bir kurum ismi var. Sonrasında kalan “MAC KÖY” ise özellikle yaptığım, doğru olmayan ikili ayırımla üç kişiyi tanımlamaya çalışıyorum. Genç olanına “lider” diğer iki yaş almış olanlarına da “koç” diyebiliriz. Koçlardan ikisi “Elekçi beşlisi (SAMİM)” in ikinci ve üçüncü harfleridir: Alev ve Mustafa. SAMİM’in ilk harfi “Sam” leşen Şükrü’dür ki önceki yazımda ondan bahsettim.

Alev ve Mustafa’nın yetmişi aşan bu günlere erişinceye kadar neleri elediklerini ve elekten geçenlerle neler ürettiklerine değinmeye ve bir mesaj vermeye çalışacağım.

SAMİM” de sıralamam aynı kalsın ve yazımın bundan sonrasında Alev-Mustafa’nın yazılışında bir “takdim tehir” yapayım ve yer değiştirip Mustafa-Alev karşılığı olarak “MA İkilisi” diye devam edeyim. Aksi halde niyetim saf olmakla birlikte ayıp olacaktı. Düşünmesi bile abesle iştigal. Yine de olumsuzu duymazdan gelemediğim için istesek de istemesek de şimdi “pembe fil” düşüncesi aklımızdan çıkmayacaktır.

MA İkilisinin beraberlikleri 1963-1968 yıllarında Üniversitede (Bornova) ısınır. Bunun öncesinde üç yıllık İzmir Atatürk Lisesi briliktelikleri var olmasına rağmen fazla samimi değillerdir. Fakültenin ikinci yılında Mustafa evlenir ve eşinin ailesi Şirinyer’de oturmaktadır. Alev’in ailesi ile kapı komşusu olurlar ve okul beraberliği aile ilişkilerinin artmasıyla gelişir. Fakülte biter. Alev Torbalı İlçe Ziraat Mühendisliğinde göreve başlar. Mustafa da Bornova ZMAEnstitüsünde. Aynı bölgede, yakın yörelerde biri araştırıcı diğeri uygulamacı iki ziraatçi olarak devlet memurlukları başlar. Çok geçmeden Alev kamudan ayrılır ve özel sektöre geçer. Bir tarım ilacı firmasında teknik-pazarlama yapılı bir göreve başlar. Aradan on yıla yakın zaman geçer. İşviçre tarım ilacı firması Türkiye’de yapılanmaktadır. Mustafa doktorasını tamamlamıştır. Tübitak Teşvik ödülü almıştır. Tohum Patolojisi isimli bir laboratuvarda şef olmuştur. Nisan 1985 sin son Perşembe günü başkanlık ettiği Enstitü Araştırma Komitesi toplantısından odasına giren Mustafa, yıllar sonra karşısında Alev’i görür. Alev’in elinde bir bond çanta ve bir araba anahtarı vardır. Mustafa çantayı sever. Araba ise hep hayalidir. İki gün sonra Mustafa da Alev’in yanında CINOS’un ilk evresine adım atar (01.05.1985). Bu beraberlikle hep “Ege Bölgesi” olarak 24 yıl sürecektir. Şimdi bu süreci biraz süsleyelim.

MA İkilisinin Ortak ve Tamamlayıcı yönleri nelerdir ?

Mustafa Soma’lıdır; Alev, Ödemiş’li. Taşradan İzmir’e gelen aileler. Mustafa Lise-Üniversite-CINOS geçişlerinde Tepecik / Bornova /  Karşıyaka’lıdır; Alev de Şirinyer / Bornova / Karşıyaka’lıdır. Yükselen yaşam düzeylerinde benzer bir rota vardır. Havalar ısınınca Mustafa Çeşme’ye yönelirken, Alev de Seferihisar’ı mekan tutmaktadır. Hâla da aynıdır. Alev’in eşinin (Prof.Dr.FK) sevgileri, destekleri, çocuk yetiştirme becerileri ve evcimenliği ile özverileri Mustafa’nın eşi Nezuş’un aynısıdır. Sevgiler karşılıklıdır. Kırk yıl görüşmeseler ilk buluştuklarında sevgileri ve sarılışları henüz dün gibidir ve hiçbir sitem yoktur yaşamlarında. Sakız beraberlikleri ve festival sevdasıyla Mart ayında yaşadıkları yağmur ve soğuk ortak mutluluklarına en küçük bir keşke düşürmemiştir. Tüm istemelerine rağmen son Rodos beraberlikleri gerçekleşememiştir. Çocuklarının başarıları benzerdir. İş yaşamlarında yükselişler tıpkı 4×100 bayrak yarışı gibi olmuştur. Mustafa pratik çözümler adına riskli açılımları Alev’den öğrenmiştir (örneğin herbigation gibi). En önemlisi SSTC Ustalık Yolculuğuna Alev’in öğretileriyle başlamıştır (1987).

Bu kadar yetsin. Filme izin çıkarsa iki dakikanın anlatacakları bu bakışı destekleyecektir; yetecektir.

Gazeteden kestiğim küpürlerde neler vardı ve beni hangi çerçeveye soktu ?

Sayın Ayşe Sucu’nun köşe yazısını birkaç kez okudum: “The Greatest” (http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/ayse-sucu/the-greatest-962885/) . Ayşe Sucu kimdir ? diye merak ederseniz. (http://www.euractiv.com.tr/politika-000110/article/modern-islam-savunan-imam-hatipli-aye-sucu-diyanetten-atld-014301).

Sayın Sucu’nun yazısında neler dikkatimi çekti: “İnancı üste giyilen bir elbise gibi düşünürsek, kendisiyle bir bütünlük gerçekleştirememişse kişinin üstünde eğreti durur. Dolayısıyla o insandan şahsiyetli bir tavır beklemek beyhudedir…” Görüyoruz. Mal ortada. Şairin dediği gibi “zerduş palan ursan eşek yine eşektir”. Yazıdaki, Mesnevi’den alınmış öyküye kulak verelim:

“….Mes­ne­vi­’de ge­çen Hz. İsa­’y­la il­gi­li hi­kâ­ye şöyledir: Hz. İsa­’yı, ar­ka­sın­dan as­lan ko­va­lar­ca­sı­na ko­şar­ken gö­ren ki­şi: “Hay­ro­la, pe­şin­de kim­se yok, kim­den ka­çı­yor­su­n” di­ye so­rar. Hz. İsa ce­vap ver­mez. Pe­şi­ni bı­rak­ma­yan ki­şi ıs­rar­la so­ru­su­nu sor­ma­ya de­vam edin­ce; “Bir ah­mak­tan ka­çı­yo­rum, yü­rü yo­lu­mu kes­me… Ah­mak­lık öy­le bir il­let­tir ki ken­di­ne de za­rar ve­rir, onun­la ko­nu­şa­na da… Bil­gim/du­am kö­re sa­ğı­ra te­sir et­ti, ölü­yü di­rilt­ti; an­cak ah­ma­ğa ne­fe­sim ça­re ol­ma­dı!” der. Hi­kâ­ye­nin so­nun­da Mev­la­na: “Hz. İsa na­sıl kaç­tıy­sa sen de ah­mak­tan kaç!…”

Sayın Sucu öykünün arkasından şu mesajı verir: Ah­mak olan­lar ni­ce kan­lar dök­tü! Has­ta­la­ra ve dert­li­le­re acı­nır; ah­mak­lı ise düş­ma­nın ta ken­di­si­dir!…

Diğer yazı da Özlem Gürses’in Prof.Hayri Kırbaşoğlu ile yaptığı söyleşidir (http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/goruntude-dindarlik-var-ama-ici-bos-kof-962894/). Ekşi Sözlük hocayı şöyle tanımlamaktadır:

“…Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesidir. sıradışı bir ilahiyatçıdır. muhalif bir kişiliktir. son yıllarda anti-emperyalist, amerikan karşıtı duruşu ile dikkat çekmektedir.  Zamanında islamcılar içinde ceyeran eden gelenekçiler-modernistler tartışmasında A… B….’a ayarlar vermiş, modernistler safında yer tutmuş ise de, zaman geçmiş, onu o zamanlar çok yenilikçi bulanlar savrulup …ye eklemlenmişken kendisi dik ve bağımsız durabilmeyi başarabilmiştir. (buradaki gelenekçiler-modernistler tartışmasının milli görüş içindeki gelenekçiler-yenilikçiler tartışması ile bir alakası yoktur. Entelektüel bir tartışmadır söz konusu olan.) Biraz dağınık bir konuşmacıdır. başladı mı susmak bilmez, bir ilahiyatçı için fazlasıyla coşkuludur da…

Şimdi hocanın yazısını okurken bu özgeçmiş anlatımının etkisi altında kalacak mıyız ? Bilmiyorum. Ancak hocanın özetlenmiş görüşlerini sevdim ve yazıma not düşmek istedim. Birkaç pasaj aktarırsam belki okyanus ötesindeki Sam (SAMİM’in ilk durağı) Amcaoğlu (SAMİM’in sondan ikincisi) nun görüşleriyle bir kıyaslama yapmak ister. Hoca tablet şeklinde sunduğu görüşlerinin bir yerinde “…İslami hareketlerin tümünde üç aşama var: Nübuvet, asabiyet, ganimet. Nübuvet, başlangıç idealleri. Peygamber dönemi. Asabiyet, yani dayanışma dönemi, her hareketin sahip olduğu gücü kontrol etmek üzere oluşan gruplar, yapılar. Ve ganimet, yani rant ve çıkar paylaşımı dönemi. Şu anda İslami hareket Türkiye’de ganimet dönemini yaşıyor. Histerik bir ganimet dönemi hem de ! İslam dünyası yeni bir kültür inşa etmedikçe bu durumun düzelmesi imkansız. “Siyasi Muhalefet” kültürü sıfır…” Daha ne desin hoca.

Sözün özü; bir yanda “Aman Allah’ım ölüler de kanarmış” diyen palasını palasında bilemekte olan bugünün saraylısı; diğer yanda bize ayar veren astronot günlerini kutlayan okyanus ötesindeki lider; beri yanda SAMİM beşlisinin MA İkilisi ve yukarıdaki gazete yazılarının kapsamında olup da ortaya konan eleştirileri kabul edeceklerini sanmadığım SAMİM Beşlisinin son ikilisi (İM)nin Antalya ve İstanbul’da eledikleri…Son ikilinin 1968 den bu yana uzanan değirmenlerinde taşların neler öğüttüğünü, hangi eleklerden elenenlerle hangi ürünlerin yaratıldığını ve taşan sütün etrafa bulaşması (spill over effect) gibi hangi türevlerin oluştuğunu bilmiyorum.

Demem o ki ister Bayan Sucu’nun isterse SAMİM Beşlisinin İM’nin çatışan din/sosyal/politik bakışlarının etkisi altında on gün sonra Çeşme’den Mavişehir’e döneceğiz. Hayırlısı olsun demekten öteye neler yapabilirdik de, yapmadık ? sorusunun yanıtsız ezikliği altında etki alanlarınızda hep aydınlık yollarda sağlık ve esenlikler diliyorum.

Öykücü