Yaşam Büfesinde “Tsunamide Sörf”

“…Havuzda yüzmekte olan kadın karşısında yüzen adamın mayosunun içinden bir sigara çıkardığını ve yakıp içtiğini görünce şaşırır. Kendisi de sigara içmek istemektedir. Adama yaklaşır ve havuzda sigarayı mayosunun içinde nasıl kuru tuttuğunu görmek için adamdan bir sigara ister. Adam mayosunun içinden prezarvatife konmuş bir Camel paketi çıkarıp kadına bir sigara ikram eder. Kadın bu sigara saklama usulünü çok sevmiştir. Ertesi gün eczaneye gider ve büyük boy bir prezarvatif ister. Eczacının verdiğini inceler ve “Bu küçük” der. Eczacı en büyük boyu verir. Kadın bunu da inceler ve “Daha büyüğü yok mu ?” diye sorar. Eczacı şaşkın ve azıcık da kızgındır. Biraz sert bir sesle “Hanım, hanım at için mi istiyorsun ?” deyince kadın sakin bir şekilde “Hayır, Camel için istiyorum” der…”

(Not: Benim paketten FlexMMP yapmayayım ve inşallah yarın Seyir Tepeleri kontenjanından “special supper” kareleriyle bir film montajlar ve yazıma eklerim. Böylece “C13PlusD10” görüntüsünü kalıcı kılabilirim. Diğerlerine de bir örnek göstermiş olurum.)

Merhaba

Yazımın girişindeki fıkranın yüzlerde bazen hafif bir tebessüm yaratması için, bazen de sesli bir gülüşe neden olması için ticari bir sigara markası olan “Camel” ın İngilizce “Deve” demek olduğunu bilmek yetecektir.

“Deve” bugünlerde neden gündemimde fazla yer alıyor ?

Birkaç gün önce torunlarımızı (BİDE Plus MN) Çeşme Marinada BK’a hamburger yemeğe götürdük. Ardından gecenin ilerleyen saatlerinde rehberimiz Duru olarak Çeşme çarşısında onların özgürce salınışlarını gururla izleyip keyif aldık. Dondurmacı, dövmeci derken bu kez klarnet çalan yakışıklı gencin entrüman kutusuna para atmak Duru’ya nasip oldu. Ben bir kitap aldım sahildeki sergiden. Kitabın adı güzeldi. Yazarı tanıdıktı. Yazarın 81 yıllık yaşamının 76ncı yılında imbikten geçirilmiş mesajlar dolu olduğunu anladım aldığım kitabın sayfalarını hemen oracıkta rastgele çevirdiğimde. Öyküleri ayrıca çok etkiliydi. Evrenseldi. Kaç gündür deniz kenarında elimden hiç düşmedi. Okudukça içeriğine ve biçimle yapılandırılmasına hayran kaldım. Bugün, yarın aynı sergiye gidip en az on tane alacağım. Kimlere vereceğimi düşündükçe sayının onbeş olması gerektiğini anladım. Aslında verdiklerimde umduğum okuduklarını, anladıklarını, önemsediklerini görebilmek için her zaman geribildirim beklesem de bugüne dek bunu sadece Fatih’in babası Ahmet Hocanın yaptığını gördüm. Hem de Cuma hutbesinde verdiğim kitabın bir yerindeki “Tanrının Ayak İzleri” öyküsünü kullanırken. Üstelik bu öyküyü Cumaya katılan kişilerden birinin hediye ettiği kitaptan alıntı yaptığını söyleyecek düzeyde içtenlikle.

Kitabın adı “Lider”. Ancak bu tek sözcüğün hemen öncülünde yer alan “Hz.Muhammed Örneğinden Hareketle” sözcükleri daha ilk bakışta kitaba ayrıcalık ve önem veriyor benim için. İçinde Kur’an’dan ayetlerle, Tevrat ve Zebur’dan alıntılarla desteklenmiş yoğun bir mesaj bombardımanı var. Zebur’un izini bulabilir. Böylece bizim Antalya’lı Amcaoğlundan Zebur istemez; doğru yöne yönelir. Kitaptaki örnekler, anlatım, mesajlar, püf noktaları hepsi birbirinden anlamlı. Uyumları tam. Yazarı John Adair. Yazarın ellili yıllarda Mısır’da Araplarla yaşaması, lejonda asker olarak bulunması, kuzey kutbunda tayfa olarak pişmesi ve sonrasında liderlik konusunda “Bilim Profesörü” düzeyine yükselmesi kuşkusuz neler neler öğretmiştir onu ustalaştırırken hayat. Kitabın her sayfasını okudukça karaladıkça karaladım ilk sayfalarına sorular doldurdum. Bunlardan birkaç örneği payalaşayım:

Rol nedir ? Şahin nasıl ölür ? Liderlik rolünde birbiriyle örtüşen üç önemli işlev nedir ? “İyilik” tanımında “Agathos”la, “Kalos”un farkı nedir ? Leadership sözcüğündeki …ship eki ne demektir ? Afrika Atasözünde timsahla kütük benzetmesinin amacı nedir ? Phorenesis ne demektir ? “Erdem”in üç unsuruyla “Kaid”in evrensel rolü nedir ? Yolcu neyi özler ? Meğer “mürüvvet” ne demekmiş ? Misafir ne getirir ? Vietnam atasözü ne diyor ? Meğer bugünün saraylısının (BS) kutucular ve kasacılardan sonra havuzcuları oluşturmasının geçmişi nasıl oluşmuş ? Dürüst nasıl tanımlanır ? Hz.Ömer ne demiş ? Integrity nedir ? Üçkez tekrarlanan emre neden uymadılar (WAT ya da GAT) ? Lao Tsu’nun sözlerine bakınca BS ebleh mi (Sayfa 90) ? Bulgar ve Rus atasözlerine bakarsak acaba mı…(S95) ? BS bunu bilmez mi; Allah döve döve ektralarla birlikte hepsini almaz mı ? Lideri ne bozar; BS bozuk lider mi ? Hz.Ömer nasıl dua ederdi ? Hanife abla İsra Suresini biliyor muydu (S100) ? Çoğunlukla doğru yolu kimler bulur ? Altın Orta ne demektir (acaba çevirmen Doç.Dr.A.Ç. bunu “Altın Oran”la karıştırmış mıdır ) ? Asabiyye ne demektir; bedevileri idare etmek neden zordur ? Üç interaktif ihtiyaç kümesi nedir ? Lideri tanımlayan üç gelenek hangileridir (S121) ?

Bir yanda gerçek yaz sıcaklarında elimde John Amcanın kitabı ve yüzümde okumanın, özümsemenin keyfi; diğer yanda ülkem kaos eşiğini aşıp kaosa girmek üzereyken herbiri “Basiretsiz Fahişe” olanların ölü toprağı serpilmiş uykuları ve tüm bu etkileşimle yazımın başlığı oluştu bu sabah yürüyüşünde. Yürüyüş yolumuzun doğu dönüşü tam bir çöplük durumda. O çirkinliklerin yanında tek ticari temsilci olarak iş yapan dostumuza “Jandarmaya söylesen de bu çirkinlikler önlense…” benzeri bir dilekte bulunduğumuzda aldığım cevap “Jandarmaya söyledim ve sen işine bak dediler” oldu. Anladım ki bugünlerde kolluk güçleri kendilerini koruma derdindeler ve suya sabuna dokunmadan zamanı geçirmek, vaziyeti idare etmek istiyorlar. Buna mı “idare-i maslahat” denirdir ? Maslahat ile “Malafat” arasında bir kök bağı var mıdır ? Uzun yıllardır, tıpkı Samleşen Şükrü gibi ABD de yaşayan Alper’e sordum: “Testis ile testify sözcüğü aynı kökten türemiş. Doğru mudur ?”. Şöyle bir sessiz kalıp “işlevlerine bakarsak doğru olabilir” dedi. Sabahın seher vaktinde, serin meltem esintisi ve denizin lacivert rengiyle soluklandığımız havayı kirleten hâla göçebelikten kurtulmamış kavmin güncel malzemeyle (başta nylonlar ve teneke bir kutuları) ortaya döküldüğü bu ortamda, görüntüyü görmemek için gözlerimize perde çekmekten gayrısı kalmıyor bize. Eğer kaos eşiğini atlayıp da maazallah kaosun kucağına oturursak; bu oturuş havuzcu, kutucu ve kasacıların yandaşlarının kucağından daha fazla acıtacak ve bağlı gözlerimize tutsak ayaklarımız ve tutmayan popolarımız eklenecektir. Palasında palasını bileyen BS ve işbirlikçileri nasıl olur da Asala’dan bu yana sadece isim değiştiren terör örgütlerinin oyununa gelir ? Bunun mantıklı, akılcı bir açıklaması olamaz. Buna da “Safmışız” diyevbilecekler mi ? Bilinçli bir vatan hainliği sanki ! Peki ya 292 e ne demeli ? Başlarını kuma gömdüler. Ne bekliyorlarsa ? İlgi ve etki alanımdaki bu akılsızlıklardan sıyrılmalıyım.

Odak noktama baktığımda neler görüyorum ?

Dün 38-45 derece arasında değişen sıcaklıklarla Bergama’ya BD ile gitmek ve ilk görüşmelerin ardından hamamın yanındaki kafede durum değerlendirmesi yapmak bana daha iyi geldi. Gördüklerime resmen (vekaletli, kartvizitli) katkıda bulunmak, yetkili sorumlulukla gerçekten eşgüdümü sağlamak ve hele hele kendi yolumuzu kendimiz çizerek başkalarının kuyruk suyundan gitmek zorunda kalmamak zorlukların orta yerinde bizi (MC/BD) daha bir mutlu ediyor. İnşallah Kerem’in dediği gibi “emekler boşa gitmez” ve sevgili BD yarın başlatacağı Ankara turlarından bir adım da olsa ilerleyerek gelir. Böylece sıkışan kulun imdadına biz Hızır’ı çağırmışken “z” yerine “d” yazma gafletiyle oluşan umutsuzluklar BD un çizeceği rota ve seçilmiş kılavuzlarla, kısa sürede, umuda dönüşür. Hedefe gururla ulaşır ve başarıyı keyifle kutlarız. Yunt Dağında kilitlenmiş kanatları resmen döndürdüğümüzde davullu zurnalı keyfimize imreneceksiniz. Biz, Netdirekt olarak müşterilerimize “kesintisiz kolaylık” sağlarken, sosyal sorumluluk bilinciyle ülkemize katkılarımızla kurbanlar keserek dönen kanatlarımızdan gurur duyacağız. En çok kullandığımız kaynağı, bunca ekonomik yükle karşılayabilir duruma gelmenin verdiği sosyal sorumluluk duygusuyla kabaracak yüreklerimiz. Heyecanlarımız çok çok yüksek.

Peki neyin nesi “Tsunamide Sörf” yapmak ? Nereden çıktı şimdi böyle güzel şeyler yaşarken, umarken böylesine uyduruktan bir kavram ?

İki gün önce Çeşme bahçelerimizde Nezuş’un hünerleriyle “C13PlusD10 (23)” kişiyle doyumu mükemmel bir “Special Supper” yaşadık; yaşattık. Konuklarımız ABD’dendi. Nezuş’un hünerleri mantı ile başladı. Üç çeşit el açması börek vardı (patlıcanlı, kıymalı-patatesli ve peynirli-kabaklı). Üstüne üstlük birer lokmalık minik biber dolmaları da fırında kehribar gibi kızarmıştı. Yetmedi. Bir de göveçte kuru fasulye ile buna “supper” denmez “dinner” denirdi ama hava aydınlıktı. Biz içmemeye başlayınca arada bir cılız ses köpek ismi örneklemesiyle “badem vs Jack Daniels” dese de kola, ayran, limonata ve çayla keyfimiz daha gıcırdı. “Big Brother” ın konuklarımıza İngilizce anlattığı “Trafik Polisi” çevirmesi hepimizi gülmekten kırdı geçirdi. Bunlara ait özet görüntüleri bir film olarak yazıma eklemeye çalışacağım.Uzaklardan gelen özel konuklarımızda geleneksel tatlarımızla mükemmel bir iz bıraktığımıza inanıyorum. Bunca güzelliğin tek sahibi Nezuş’tur. Eli, kolu ağrısa da gece gündüz çalışsa da o bunu hep yapıyor ve yarın yine yapar. Çünkü inançları çok yüksek. Aman nazar değmesin !

Dün akşam üzeri deniz dalgalıydı. Ben Bergama’dan geç dönmüştüm. İkinci kez akşam üzeri denizine gittiğimizde Ümitgiller oradaydı. ABİDE’mizin orta direği olan Barış her zamanki sessizliğini bir özlemiyle dillendirdi: “Aynı şekilde yine bir yemekte toplansak !” Why not ? Bu kadar içten bir istek ve hem de kırk yılda bir ve Barış’tan. Pınargiller kıramazlar ki bugün akşam üzeri bu kez C9Plus10 olarak Seyir Tepelerindeyiz. Yine düne döneyim. Hava kararmaya başlamıştı. Barış’la salıncakta sallanıyorduk. Yaşamın verdiği ekstraların değerini tam bilmeksizin hoyratlıklara takıldı aklım. Diğer yandan da sinyallerin güçlenmesine, çanların çalınmasına, uyarılara rağmen aldırış etmeyenleri düşünmeye başladım. Yiv ve setin kalmadığına inandım. Boşvermişliklere dalıp gittim. Aklıma bir soru düştü: Yiv set kalmayınca napar insan ? Hani anketlerde TOM (TopOf Mind) dediğimiz akla ilk düşen yanıt vardır ve çok anlamlıdır ya işte onun gibi oldu: Yiv set kalmayınca tsunamide sörf yaparsın.

Sonra Barış’a sordum. Aradaki bağlacın İngilizce’de en iyisi hangisidir ? diye. Laf aramızda İAK’lı Barış’ın İngilizcesi benden çok çok iyidir. Hayranım. “If” mi daha iyi olur vurguyu artırmak için ? Hani “eğer yiv set kalmamışsa…” Yoksa zamanda buluşturan “when” mi daha etkili olur. Hani “yiv set kalmadığında…” diye şekillenen sohbetimizi sevdim. Farkına varsak da varmasak da böylesi çerçeveli görüşmelerde bir başka güzellikler ortaya çıkıveriyor önceden akla gelmemiş. Binlerce şükür. Daha ne ister insan. Daha yakın olsaydık nice benzerlerini Eren’le de yapmak isterdim. Yaz uzun. Zaman var. Yeterki alacak nefesimiz olsun.

Şimdi John Amcanın kitabından birkaç alıntı ile yazımı tamamlayayım. Önce “Camel / Deve” yi aklıma düşüren devenin arap kültüründeki yerini ve Liderlik açısından sembolleştirdiklerine bakalım (https://www.google.com.tr/search?q=john+adair+liderlik&newwindow=1&espv=2&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ved=0CF0QsARqFQoTCPCF_Y_7_cYCFUJXFAodmo8M7Q&biw=1920&bih=947).

“…Çok çalıştırılmaz ve yeterli otlama imkanı olursa bir deve ihtiyaç duyduğu tüm suyu, yediği otlardaki nemden karşılayabilir ve su içmeksizin on ay kadar yolculuk yapabilir. Acil durumlarda ihtiyaç duyduğu suyu da vücud dokularından sağlayabilir. Bu arada vücud ağırlığının bir çeyreğini kaybeder. Bir deve 227 kg yükle üç gün boyunca ara vermeden günde 25 km hızla yol gidebilir. Yüksüz 18 saat boyunca saatte 16 km hızla koşabilir. Günlerce yürüyebilir. Ağaçtan yapılmış semerde ağır ağır saatlerce bir o yana bir bu yana sallanma bir deve binicisi çin gerçek bir dayanıklılık testidir. İslama göre deve, Allah’ın araplara yalnızca bir armağanı değil aynı zamanda bizi irade ve rahmet sahibi bir tanrı’ya inanmaya davet eden yaratılış harikası bir varlıktır… Yunanca Hörgüçlü Deveye Dromas kamelos denir ki çevirisi “Koşan Deve” dir. Pekçok canlı işeyerek üreyi vücudlarından atamazlarsa zehirlenirler. Develer ise ürenin büyük bir kısmını tekrar proteine çevirmek için karaciğerlerinde geri dönüşüme tabi tutarlar. Böylece hem gıda elde ederler hem de suyu tasarruflu kullanmış olurlar…”

Şimdi aklınızda lideri deveye benzeterek bir düşünün ? Ne yapmalı ? Kitabın 55nci sayfasındaki bir sonraki paragraf çok düşündürücü. John bey dalga mı geçiyor ? diye düşünmekten alamıyorum. Ya da “temizlik imandan gelir” diye zorlaya zorlaya acaba John beyin dile getirdiği o günün misliklerini bugün pislik olarak sürdürmeyi durdurmak mıdır ? bizim yapmaya çalıştığımız. Ya da deve ya da lider öyle olmalıdır ki “yaralı parmağa işesin” midir bu denli deve sidiğine yer veren Prof.Adair’in düşünceleri… Bu karmaşık duygularla John beyden kısa bir alıntıyla uzayan yazımı bitireyim:

“…Çöl insanı, aromatik bitkilerin hoş kokusuna sahip olan deve idrarını saçlarını yıkamak, onların siyah ve parlak görünmesini sağlamak için kullanır. Deve idrarı, parazitlerin yok olmasını sağlar. Yeni bir bebeği doğan baba, hemen çadırından çıkıp devesini kaldırarak işemesini sağlamak için sağ böğrüne masaj yapar. Hanımı da bu çöl hayvanının şifalı bitkilerin özütünden oluşan aromalı idrarıyla bebeği tepeden tırnağa yıkar…”

Bugünün sınırsız tüketim toplumunda insanın zayıflıklarını bilen başarılı pazarlamacılar yakında deve proteinli şampuan diye gizlenmiş deve üresi/sidik özütleriyle süslenmiş bir şampuan çıkarırlar ve “bok satsan müşterisi olan tüketim teşvikleriyle” belki de hepsinden çok satılır. Üstelik bir de bit mücadelesi kısmını tıpkı kepeksizlik gibi vurgularsan kim tutar seni; yürü (ancak varırsın).

Enstitü yıllarımın başlarındaydı (1970-1985). Buğday projesi survey çalışmalarından dönüyorduk. Dalaman DÜÇ’den yola çıktık Sakar’ı tırmanırken yanımızdan bir deve kervanı geçti. Şoförümüz Konyalı Mehmet’e sor bakalım dedik ve hızını düşürerek camı açıp sordu: “Deveci aşçı Mehmet ağayı gördün mü ?”. Bu soru devecileri kızdırırmış. Nedenini hâla bilmem. Deveci arkamızdan söylenirken biz de arabanın içinde kıkırdayıp keyfileniyorduk. Neden ?bilmiyorum. Allah’ın sopası yok ki vursun deseler de bence Allah’ın sopası var hem de gözümüze gözümüze soktuğu. Olmayacak şey oldu ve biraz ileride arabamız stop etti ve yolun kenarına çekip onarmaya uğraşırken iri yarı deveci elinde sopasıyla yanımıza geldi. Bize baktı. Ürkek memur hallerimize ve Konyalı Mehmet’in yüzünü kaplayan korkuya bakıp sadece şöyle dedi :” Şimdi ben size ne yapayım ?”. Yiv set kalmadığı için mi biz o soruyu sorabildik  de deveciyi kızdırdık ? Hayır. Yiv set kalmadığı için mi olası dayak yemekten korkmuyorduk (aslında bal gibi korkuyorduk da tıpkı AIDS’li fahişe ile asker arasında geçen kısa konuşmada olduğu gibi miydi düşünce tarzımız; “ben askerim bana dokunmaz” diyebilecek boşvermişlik mi; yoksa açlık veya gözü dönmüşlük mü ?).

Demem o ki; hızla yükselen bir yaşam standardının ardında farkı büyüne uçurumlar; yeniden dökülen kanlar; yiv ve seti kalmamış hem 258 likler ve hem de 292 liklerle gitmekte olduğumuz yolun bizi esenliğe çıkarması umutlarıyle yolunuz hep aydınlık olsun.

Öykücü