Yaşam Büfesinde “Haydi Abbas…”

“…Bir gün Tanrı duyguları yaratmış ama bakmış ki bunlar çok yoğun ve güçlü şeyler ve insanlar henüz bunlara hazır görünmüyorlar; bunları bir kutuya koymuş ve bir meleğine emanet etmiş. Bu kutuyu ona söyleyinceye dek hiç açmamasını hatta aralayıp bakmamasını tembihlemiş… Bir zaman bu meleğin dünyaya inmesi gerekiyormuş. Kutuyu yanında götürmemek için bir başka meleğe teslim etmiş ve ona kesinlikle açmamasını yoksa Tanrı’nın çok kızacağını söylemiş. Ancak bu ikinci melek kutunun içindekileri çok merak etmiş. Biraz aralayıp baksa hiçbir zarar görmeyeceğini düşünmüş. Kutuyu aralamış; o kutuyu aralar aralamaz duygular birden kutudan fırlamış ve birer birer dünyaya dökülmeye başlamış. Dünyada insanların değiştiğini, birbirlerini sevmeye, nefret etmeye, öldürmeye, yüceltmeye başladığını gören birinci melek apar topar yukarı fırlamış ve duyguların neredeyse tamamının kutudan dökülmüş olduğunu görünce hışımla ikinci meleğin elinden kutuyu aldığı gibi kapatmış. Ancak kutuda tek bir duygu sıkışmış kalmış. Yarısı içeride yarısı dünyada… O da “umut”muş. Tüm duygular vaktinden önce de olsa dünyaya inmiş ama yalnızca umudun yarısı inebilmiş. İşte o yüzden bir aceleci melek yüzünden “umut” hep bir varmış, bir yokmuş…”

 

Merhaba

Dün yarısı da olsa “umut” un varlığına inandım ve çapulcunun tokatı olarak birilerinin yüzüne çarptığını gördüm. Umarım ki anlamışlardır ve bırakın kutudaki yeşillerin, kasanın yanındaki makinaların ya da havuzlu kucaklara saatle oturtulmanın yürek acılarını dindirmesini; sahip olduğumuz değerlere küfreden, dinden soğutan ve kindarlık tohumları atmaktan çekinmeyen, ülkemi elaleme rezil eden cesaretli cühelanın doymak bilmeyen iştahlarına dur diyebilmiştir. Ne kendini bilmezliktir ki bunca ayyuka çıkan rezaletlerle, MEZE’lerini alenen koruyan yasa tanımaz hoyratlıklarla alanlarda yüzüme baka baka beni aptal yerine koyan öfkeli yüzleriyle ve kulaklarımı tırmalayan sözleriyle hâla at oynatma istemelerini anlamakta zorlanıyorum. Demek ki Allah’ın sopası varmış. Hele bu daha başlangıç ve bir de yenilenirse seçimler siz o zaman seyreyleyen gümbürtüyü…

Çok açık anladım ki Ahmet Kemal’den lider olmazmış. Onlar geldiklere yere gitsinler. Biri evine çekilip devlet memurluğunun terbiyesiyle yerini hakedene açsın; diğeri de hangi kapıya kapılanacaksa siyasetten, gözden, gözümden uzağa gitsin ki verilen böylsine ciddi bir görev bu denli ayağa düşerek meleğin elindeki emanete hıyanete dönüşmeden oyunun kuralları yeniden yazılsın. Onca yaşından sonra dik duran devlet gibi Devlet; son gündeki bombaya rağmen sükünetini ve yüzündeki gülümsemeyi koruyan korkularıma rağmen umudum olan genç oyuncu ve kendisine ödül (teveccüh) olarak verilen, ağırbaşlı olması istenen ve meydanlarda görmek istemediğimiz en baş oyuncunun istirahata (tefekkür) çekilmesi her üçünün sahip oldukları liderlik vasıflarının günün koşullarına uygun yansımaları olacaktır. Bu da yarısı kutuda kalan umudumum bana söylediğidir.

Balkona çıkıp hâla seçim öncesiymiş gibi nutuk atmanın anlamsızlığını anlayamayan; bugün açıklayacağı yüz dosya ile parselcibaşına kızgınlığından sonra otoritenin fırçasını yiyip oyun dışı kalmasına rağmen sözünden cayan yaşlı tilkinin asıklı suratlı cambazlıkları, cin olmadan şeytan çarpmaya kalkan gecenin Koçunun dört maddelik açıklamasındaki hamlık bu oyuncuların sahneden inmeleri gerektiğinin en önemli işaretleri bence.

Türkiye’de yaşadığını unutan genç mühendis Japon, tel koptu diye intihar ederken çalanlara çırpanlara, bakara makara diye aynı ekipte yer alan ve varlıklarını buna bağladıkları din bezirganlarını bile tedirgin ederken hâla ve ısrarla korunuyor olmaları; günaha ortak yaratmak, şeyhül islam efendiden fetva çıkartmak adına üç köşeli zırhlı yıldızları hediye vermekten, almaktan utanmamalarını ve yarın hiçbir şey olmamış gibi yüzleri kızarmadan yollarına devam edenleri gördükçe Kiraz Çiçeklerine bakan Samurayların asaletine imreniyorum.

“…Japonya’da ilkbaharda insanların büyük bir hayranlıkla ve mutlulukla yürüdüğü bir yol vardır. İki tarafı kiraz ağaçlarıyla çevrili bu yolda insanlar kiraz çiçeklerinin hem rengarenk cümbüşünü seyrederler, hem eşsiz kokular içinde mestolurlar. Bu güzel yolun çok az insanın bildiği bir gizi vardır. Kiraz ağaçlarının gölgelediği yol aslında bir yaşam dersi vermek için açılmıştır. Yol kenarındaki kiraz ağaçlarını Japonların geleneksel savaşçıları samurayların ustalarından biri dikmiştir. Samurayların çoğu onurla savaşmanın sonucu olarak çok genç yaşlarında yaşama veda eder. Bu yüzden samuray ustası kiraz çiçeklerine benzetir kendisini.

Çünkü kiraz çiçekleri, öteki ağaç çiçeklerinin aksine, en çok güzelleştiği, en olgun zamanına eriştiği anda dökülürler; solmadan, yıpranmadan, yaşama veda ederler. Bu açıdan kiraz çiçeklerinin kaderi, samurayların kaderine benzer. Samuraylar da yaşamların baharında yaşama veda etmeyi göze almıştır. Ömrünün kısa olduğunu bilen, hemen gelip geçtiğini fark eden güzel meyveler verir; bedeni bir kiraz çiçeği gibi düşüverse de dalından, ruhunu sonsuz baharların meyvesi olacak güzelliklere eriştirirler…”

Haydi Ahmet, haydi Kemal, “Vakit tamam.Akşam diyordun işte oldu akşam…”  https://www.youtube.com/watch?v=5BXN-jLWLhc

Yarısı meleğin elindeki kutuda da kalsa yarısıyla “oh” çekebildiğimiz bugünün sonuçlarının aydınlık yarınların müjdecisi olacağı inancımla sağlık ve esenlikler diliyorum.

Öykücü

 

NOT: Bu yazıma ne tür bir görsel ekyleyebileceğimi bilmiyorum. Uykusuz gecenin ertesinde arşivimi tarayacak güçten de yoksun olduğumu görüyorum. Hoşgörüle. Belki yarın sünnetçinin vitrinindeki çalar saat benzeri bir eklenti yaparım.