Yaşam Büfesinde “Shepard Kuralı”

“…Sorunların çözümünde saldırgan bir özellik gösteren kişi çoğu kez kaba ve aksi olarak nitelendirilir. Herkesin bildiği gibi birine “huysuz” niteliğini yakıştırmak çok kolaydır. Sorunları böylesine saldırgan bir biçimde çözmeye çalışan bir yönetici kuşkusuz kural tanımayan birisidir. Bu  konu üzerinde Shepard (*) tarafından açıklayıcı bir deney yapılmıştır. Shepard deney amacıyla oluşturulmuş gruplara çözmeleri için bir problem veriyordu. Bu grupların bazılarında, yukarıda sözü edilen türde kural tanımayan bir kişi bulunuyordu. Her durumda böyle bir kişinin bulunduğu grup, soruna daha zengin ve daha ayrıntılı çözümler getiriyordu. Deneyin ikinci aşamasında her gruptan birer kişinin çıkarılması istendi. Her seferinde kural tanımayan kişi grup dışında kalıyordu. Grubun onunla çalışmak zorunda olduğu süre zarfında sonuçlar yaratıcıydı. Fakat grup üyeleri tercih yapmak durumunda kaldıklarında, kendilerini görüş belirtmeye zorlayan o kişi olmaksızın devam etmeyi daha uygun buluyordu…”

 

Merhaba

Önceki yazımda söz verdiğim “Shepard Kuralı”nı açıklamaya çalışıyorum. http://www.executive.org/shepard/shepard.pdf Linkini verdiğim bu pdf dosyasında Dr.Shepard hakkında çok güzel bilgiler bulabilirsiniz. Genel olarak “yaşamı planlamak ve hayatta kalmak” iki ana başlığı altında verdiği değerli bilgileri Halil Cibran‘ın şiirleriyle de zenginleştirmektedir. Belki de Türkçeleştirilmişi vardır. Bilmiyorum. Herneyse.

Neden aklıma düştü Shepard Deneyi (ya da Kuralı) ?

Bugün seçime az kala ülkemdeki otorite olmuş birkaç önemli “baş”a bakıyorum da seçenlerin korkularından sıyrıldıkları anda hemen onları harcayacaklarını düşünüyorum. Ne tür korkular ? Kimileri için “kazanç sağlamak” kapılarının kapanması; kimileri için sahip olduklarını “kaybetme korkusu”; pekçoğu için oluşacak boşlukta başlarına gelmesi sıkıntılar açısından “dertten sakınma” çabası türlü çeşitli (enva-ı çeşit) korkular oluşturuyor. Bunları yazarken SSTC Öğrenme Yolculuklarının ilk gününde önemle üzerinde durduğumuz “satın alma dürtüleri / buying motives” aklıma düştü (hiç aklımdan çıkmıyor ki !). Toplam 6 olan dürtüler 1920 li yıllarda Dr.Stronk tarafından tanımlanmıştı. Bu dürtüleri 22.04.2014 de Adana’daki “Marka Konferansı”nda “Marka ve Öykü” konulu konuşmamda da dillendirmiştim. Bunlara ait kayıtlarımı buldum ve NetFlexMMP‘i öğrenmiş olmanın dayanılmaz çekiciliği ile film yapıp yazıma ekledim.

Hergün televizyonda karşıma çıkan “baş” olmuşların yüzlerindeki donukluğa bakınca, gözlerindeki kin ve nefreti görünce böylesi kızgın kişilerin böylesi önemli “baş” yerlerde ne zamana kadar kalabileceği ve nasıl yolcu edileceğini düşünürken Dr.Shepard’ın “Stay Alive” konusuna önem verişinden fazlaca etkilendim. Özellikle iki “baş” Haziran ayındaki seçimle ilgi alanımızdan çıkıp etki alanımıza girecekler. Yedinci günde odak noktamıza yerleşecekler ve hemen ertesi gün yeniden ilgi alanımızda durup bizden uzaklaşacaklar. Neler değişecek ? Neleri değiştirmeye gücümüz yetecek ? bilmiyorum. Ülkem için otorite başların görüntüleri böyleyken yirmi yıl önce şirketimde farklı mıydı ? Söz sahibi olanlar yabancı kültürün, global olmanın, çok ulusluluğun etkileri ile daha bir kibar olsalar da kontrol elden çıkıverdiği anda masaya inen yumruklarının yanında yükselen sesleri aynen şöyleydi: “Bizi buraya yönetici yaptılarsa biz doğrusunu biliriz“. Adana’dan alıp Alaşehir’de yaşattığımız Mehmet’in ördüğü duvar benzerini örme ustalığından yoksunsanız “al atını gör tımarını” dersiniz. Ya da Mehmet gibi ve hatta torunum Barış gibi duvar örme ustalığınızı gösterir ve SSTC nin temel öğretilerinden olan “ignore negatives / olumsuzları görmezden gel” becerisiyle yola devam edersiniz. Ben de öyle yapıp 24 yılımı CINOS‘un üç evresindeki gelgitleri yaşayarak başarıyla tamamladım (azıcık sağlığımdan ödün vermiş olsam da).

Şirketler ya da ülkem, DOD1 (yaşamak için yapmalısın) ve DOD2 (Farklılaşıp dönüşmelisin) aşamalarının neresindeyiz diye anlamaya çalışırken yönetim sistemlerinin üçgen, ters üçgen, kare ve çember dönüşümlerinin tarihsel seyrini düşündüm. Bence şimdi iki baş ya da tek baş olsun veya adı “başbaşa” olsun ters üçgen evresindeyiz. Tek adamın sırtında, kafasında, yüreğinde (!), ekmelettine karşılık tekmelettinlerle süren kaos eşiğinde ters üçgen hızla kareye (matrix sistemi) dönmezse devrileceğiz. Altında kimler kalacak ? Biz seyirciler tribünde sakin seyirciler kalabilecek miyiz ? Roller-coaster (radarın vagonları; bindiğimiz alamet) dibe vurduğunda yeniden yüze, refaha, aydınlığa çıkabilecek miyiz ? Korkularım yüksek. Çevreme bakıyorum lise çağına gelince çocukları için kapağı Kanada’ya atmaya çalışanlar çoğalıyor. İlke bile Meg’le evlenip Kanada’lı oldu. Kendi adına geleceğini kurtardı. Helal olsun. Allah’ın sevgili kuluymuş. Annesi Melek’in yaptığı iyilikler İlke’ye yansıdı. Bence sadece iyiler için başımızdaki huysuzlar için de Allah’ın sopası var ve umuyorum ki Haziran ayında o sopa…Sevgili Özdil’in dediği gibi “anlayana sivrisinek saz, anlamayana sazı soksan az“. Bu arada soluklanmak için Sözcü’ye bakınca Sevgili Özdil’in “Vatan” başlıklı konusunda çocukluk anılarını görünce yüzümde bir gülümseme oluştu. Ben de tantanların biraz daha uzağında Tepecik’te Eşrefpaşa Hastanesinin karşısındaki enginar bahçesine yapılan evimizde (sütçü Haşim Aganın komşusu) 29 yıl yaşadım (1958-1987). Hergün Alma Kulesinin yanından, Hilal Un Fabrikasının önünden sağa sola bakmadan Hilal’e çıkar ve trenle Bornova’ya giderdik. O yıllarda tenekeli mahalleden geçerken bugün Karşıyaka’da hissettiğimiz korkuları yaşamazdık. Her neyse biz yine Shepard’la ilgili konuya dönmeye çalışalım.

Onbeş yıl önce ikinci global birleşmeden sağ çıkıp da CINOS‘un üçüncü evresinde Synleşerek yola devam edenler bütçe toplantısında çok mutsuzdular. “Kuvvetlerin Ayrılığı Prensibi” ile çalışanlar arasında silolar oluşmuştu. İletişim ve güven kopmuştu. Ortak amaç için “mış gibi” bile yapamıyorlardı. Herkesin bir tek amacı oluşmuştu: “Ben senden daha önemliyim“. Ben de Nevşehir Toplantısından bir film hazırlamış ve “Renklerin Savaşı“nı kendim seslendirmiş ve Asia Minor’un bir müziğiyle çatışmaları “Gökkuşağı” nda buluşan, birleşen renklerin tanımıyla gösterebilmek için İstanbul’a hazırlıklı gitmiştim. Göstermek nasip olmadı. Çünkü grubun kabul sınırları oluşmamıştı. İki yıl sonra Antalya toplantısında izlettirmiştim. İstanbul toplantısında grubu bu kadar mutsuz gören otorite sebebini sordu. Bir orta yönetici, deneyimli bölge müdürü cesur davranıp açıkladı: “Zorlukların orta yerinde biz başarılı olurken sizden takdir görmüyoruz” dediğinde yılların otoritesi, yurt içi ve dışında eğitilmiş her zaman sakin görünen “baş” parladı ve tek kelime etti: “Nankörler”. Ortalık buz kesti. Yandı gülüm keten helva. Bir çuval incir berbat oldu. Karizma gitti. Bir daha da ilişkiler adam olmadı. Antalya’da paint ball oynanırken herkes onu vurdu. “Stay Alive” için çizilen sınır, ciro hedefi için yalvarsa da, gala gecesinde hayatında ilk kez dansöze para assa da süre dolmuştu. Yeni yapılanmada yarı yıl dolmadan ekibiyle birlikte aramızdan ayrıldı.

Demem o ki; ister şirketlerde isterse ülkemde benzerlerinin gitmesi için, gönderilmesi için fırsatlar ortaya çıktığında “huysuz ama iş yapıyor” mantığı birgün kutular, kasalar, havuzlar ve oturtulan kucakların zevki ayrıldığında ilk gidecek olanlar her zaman belli. Tıpkı “yangında ilk kurtarılacak olanlar” gibi. Allah yardımcıları olsun. Bizim de…

Öykücü

*********************************************************

(*): Shepard, Herbert A., 1961. Responses to situations of competitiona and conflict. Conflict Management in Organizations (Foundation for Research in Human Behaviour)