Yaşam Büfesinde “Rüzgarı Toplamak”

“…Afrika’da kayıp bir şehri arayan arkeologlar şehre biran önce ulaşmak için acele ederler. Eşyalarını yerliler taşımaktadır. Birara yerlilerin anlamsız yere durduklarını görürler. Aceleyle yanlarına giderler ve çabuk olmalarını söylerler. Yerliler cevap vermez ve sessizce beklemeye devam ederler. Batılı arkeologlar telaş içerisindedirler. Arkeologlardan birisi yerlilerden birine “Niçin beklediklerini” sorduğunda yerli, “Ruhlarımız geride kaldı” der…”

Merhaba

Birinci “Stratejik Üçgen“in “C Köşesi”nde yer alan “Hız” konusunu ele almak istemiştim. Bu nedenle acele etmekle ilgili bir giriş yaptım. Özellikle CINOS‘taki iki düzinelik öğrenme ağırlıklı yolculuğumda kendime dur diyemediğim pekçok anı anımsarım. Öyle ki çoklukla üst yönetimden “ağır ol da molla desinler” benzeri uyarılar aldığımı örnekleriyle defterime yazardım. Yazardım çünkü ancak yazmakla ruhumdaki kavgayı unutmaya çalışırdım. Benzerini TX95 de görmüştüm. O da bir üstü olan JPX’nın direktiflerine karşı çıkıyordu. Ara yöneticiyi by-pass ediyor pazarının gerçek nabzını sahra elemanlarıyla yüreğinde hissediyordu. Sisteme ve deneyimlerin frenlerine boş verip dört kat yükselttiği hedefin astlar tarafında kabullenilmesini sağlıyordu. Kurumsal yapı güçlü olduğu için otorite “patron” gibi karşı çıkışlarında fazla canını acıtmıyordu. Bazen de otorite özellikle izin veriyordu. Çünkü başarılırsa meyveleri kendisi topluyor, başarılamazsa yeni gelen gencin sırtına yüklediği sorumlulukla hem yerini güçlendiriyor hem de otoritesini erozyona uğratmamış oluyordu (belki de o öyle sanıyordu).

Sevgili TX , 1995 de böyle cesur atılımlarla sisteme ve otoriteye karşı çıkışlarla ünlenerek başarısını kanıtlamıştı. Hızla kariyer basamaklarını tırmanıyordu. Ne yazık ki işle ilgisi olmayan (!) kişisel bir hatanın bedelini zirveye ulaşmak üzereyken ayrılmak zorunda kalarak ödedi. Belki de bize öyle geldi. Dün “Poyraz Karayel”in bir yerinde “Bazen en iyi fırsatlar vazgeçtiğin anda gelir” sözlerini duyunca düşünmeye başladım kaderinin yazıldığı günün hangi gün olduğunu ! CINOS‘un “CI” sinde aramıza katılmıştı. Şirket NO olduğunda özellikle “müzakere becerileri“, “zor insanlarla başetmek” ve “conflict management” alanlarındaki becerileriyle zorlu mücadeleler vermişti. Bilgi birikimini ve becerilerini bizlerle yürekten paylaşıyordu. Mesleki gelişmelerimize katkısı fazlaydı. Bize Pivot’u o öğretmişti. İmreniyordum. Malatya’da MAC Projesi için pazarlama beklentilerimi ısrarla sürdürürken ben, o 1998 Ağustosunda çekip gidivermişti. Bir yıl geçmeden rakip bir şirketin genel müdürü olarak yeniden yurda dönmüştü.

Yeni görevinde yarı yıllık olmadan CINOS’un üçüncü evresinde biz Synlleşmeye çalışırken oyunun kurallarının yazılmasını kurnazca kenardan izliyordu. Alışılmadık düzeyde sakindi. Tıpkı yukarıdaki öyküde olduğu gibi ruhunun kendine yetişmesini bekliyor gibiydi. Toplantının teneffüsünde Boğazın güzelliklerine bakan La Maison’un terasında neden böyle davrandığını sorduğumda sessizce ve kurnazca gülümsemekle yetinmişti. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını ima ediyordu. Yeniden yurt dışı hizmeti görünmüştü. Özel bir konuda farklı ülkelerin sorumluluklarını üstlendiği Avrupa grubu ürün müdürlüğü göreviyle kariyer yolculuğunu zenginleştiriyordu. Belli ki bizi de uzaktan izleyecekti. Sistem içinde kalanlar kendilerini kazanmış hissediyorlardı. Mal bulmuş mağribi gibi pazarlamaya onaltı kişi doldurdular. Kerameti kendinde menkul bu yaşlılar grubunun (ben de dahil) çoğu subaydı; sahrada ter dökecek asker kalmamıştı. Hep yazarım; Adana’da görev yapan, bu değişim sürecinde bile, alt görevlere razı olarak rahatlık ve konforlarından ödün vermeyen iki pamuk uzmanı yanıbaşlarındaki (Harran) pamuk sorunları için kıçlarını kıpırdartmıyorlardı. Ne oldu ? Altı ay geçmeden hepsi yolcu oldu. Sevgili TX yeniden yurda döndü hem de ayrıldığı şirkette tek söz sahibi olarak. Şirketin merkezini İstanbul’dan İzmir’e taşımış; safraların gönüllü gitmesine ekstra ödüllerle olanak vermiş ve örneğin pazarlama bölümündeki onaltı kişiyi altıya düşürmüştü. Kısa sürede büyük başarıların yaratılmasına ortam sağladı; olanak verdi; yol gösterdi. İlk defa yıllık toplantıların Mısır, Rio, Prag ve St.Petersburg gibi yurt dışı kentlerinde, ülkelerinde yapılmasını gerçekleştirdi. Son toplantıda otorite herkese J29 u zorla kabul ettirmiş olsa da ben ana mesajımı “Pruva neta / Yolumuz açık” olarak seçmiş ve tüm grubun bunu haykırmasını sağlamıştım. Unutulmaz günlerdi. Şimdi bugüne döneceğim. Bunun için de yazımın girişindeki kısa öyküden geçiş yaparak yararlanacağım.

Yazımın girişindeki öykü ve ana mesajı anonim (adı, sanı, sahibi belli olmayıp topluma mal edilmiş) düzeyinde olduğunu sanırdım. Meğer Michalengelo Antonioni, 1995 “Par de la Nuages / Beyond The Clouds > “Bulutların Ötesinde” filminde anlatılarak yirmi yıl önce kayda geçmişmiş (İzgören, 2002). Sözü edilen filme ait kısa anlatım aşağıdadır:

“…http://en.wikipedia.org/wiki/Beyond_the_Clouds_(1995_film) ; Beyond the Clouds (ItalianAl di là delle nuvoleFrenchPar-delà les nuages) is a 1995 Italian-French-German romance film directed by Michelangelo Antonioni and Wim Wenders and starring John Malkovich,Sophie MarceauVincent PerezIrène Jacob, and Jean Reno.The film consists of four stories of romantic love and illusion told from the perspective of a wandering film director.In the first story, two beautiful young lovers are unable to consummate their passion because the young man desires impossible perfection. In the second story, the director follows a woman who reveals that she murdered her father. In the third story, a man makes an effort to appease both his wife and his mistress. In the fourth story, a young man is romantically infatuated with a woman who is soon to enter a convent...” 

Birkaç gün önce FlexMMP’i kullanmayı öğrenince “Kerem & Mustafa” ikilisine ait arşiv kayıtlarımdan “Babalar ve Oğullar” diye bir film montajlayıp yazıma ekledim. Sınıf arkadaşlarıma (68liler), Yönetim Becerilerini Geliştirme Öğrenme Yolcularına (YBGE) ve Security Grubuma yazımın linkini gönderdim. Ne tür geribildirimler gelecek diye beklemeye başladım. Sevgili Onur’un kısa yanıtı mükemmeldi. Kerem’de gördüğü aynalamayı “ROI/Return Of Investment: Yatırımın Geri Dönüşü” olarak tanımlamış ve aynen şöyle yazmış geribildirim veren iletisinde: “ Mustafa bey, geri dönüş için sanırım bundan iyi bir yazi olamayabilirdi. Paylasımlarınıza beni de eklediginiz için ve paylasimlariniz icin tesekkur ederim. An itibariyle Kandıra’ dan selamlar. Saygılarımla. Onur Pangal…” Teşekkürler Onur.

Bu konuda ikinci geribildirimi YBGE-HX den aldım. Kısa ve öz olarak ” Çok çaresiz hissettiğim bir anda maliniz geldi, İyi ki de geldi. Daha önce bilip de unuttuğum sözler bana çok iyi geldi hocam” diye yazmış. Paylaşımına sevindim. Sözcüklerindeki hüznü gördüm. Bu kez de dertlerine ortak olabilir miyim diye anında bir ileti gönderdim:”….Her zaman olduğu gibi hızlı ve içten geribildirimine teşekkür ederim. Biraz önce blogumda yazdığım yazının sonlarında doğru diyorum ki “Size hiçbir dilek verilmemiştir ki gerçekleştirmek için gerekli olan güç de verilmemiş olsun”. Bu söz bana Martı’dan hatıradır ve beraberinde “sınamazsan gücünün sınırlarını bilemezsin” de benim için önemlidir; anlamlıdır. Buna göre özellikle senin için (benim tanıdığım HX) “çaresizlik” olmaması gerekir. Selam ve sevgilerimle...”

Bu iletimi yazıncaya kadar blogumda diğer yazımı yazmış ve bir film daha montajlayıp eklemiştim. Adına “Gerçeklik Dakikaları” dediğim bir önceki yazım ve ekindeki görselden ısrarcı müşteri karşısında SSTC prensiplerine inanan başarılı satışçımızın (Eda) sabrını örneklemeye çalışmıştım. Bundan etkileneceğini umuyordum. Yine hızlı ve içten paylaşımlı bir ileti geldi. Benzerlerine çok defa tanık olduğum bir çatışmanın içinde bunaldığını hissettim aşağıdaki sözcüklerden “Hocam merhaba, Benim de caresiz kaldigim zamanlar oluyor; ama ben cabuk atlatmayi beceriyorum ya da becermeye calisiyorum. Caresizligim anlasılamamamdan. Ruzgari toplamaya calisan adamim ben bir türlü birikmiyor...” Wooow ! “Rüzgarı Toplamak” sözünü çok sevdim. Yazıma başlık yaptım.

Rüzgar” sözcüğü beni bugünden aldı götürdü gerilere. Önce bekleme sürecinde Yunt Dağında açılışı bekleyen kilitlenmiş kanatların da rüzgarı biriktiremediğini görüp gecikmelerden kahroluyorum. Her ay yaklaşık ellibin liralık kayıp yüreğimi yakıyor. Dostumuz BD gayret ediyor; Ankara’da işler yavaş yürüyor. Bekliyoruz tıpkı yerlilerin ruhlarını bekledikleri gibi. Sonra bu rüzgar beni alıp sevgili TX nın sanırım 2001 yılında birlikte yola çıkışta gruba, ekibe verdiği önemi yansıtmak için sanırım Şevket Süreya’dan bir satırı paylaştığını anımsıyorum: “Ulu çınar dallarıyla uğuldar”. Aradan üç yıl geçip de 2004 de Antalya’daki toplantıda finans müdürünün sunumunda Angut Kuşunu örneklemesini düşünüyorum. Böylece en kibar ya da en acımasız şekilde yapılanlara bakıp “rüzgarı arkana alıp uçmak iyi de inişte paldür küldür yuvarlanmak da angutluğun, angut olmanın doğal bir simptomudur” demek istediğini unutmuyorum. Bugün de TX benzeri genç dostumun patron şirketinde hangi rüzgarların etkisi altında yapmak istediklerini yapamamanın sıkıntılarını yaşadığını bilemiyorum. Görebildiğim TX95&HX15 in benzer şekilde otoriteye kafa tutmaları. Öyle ki TX95 on yıl sonra SGC adıyla yeni bir kanal yönetimi projesiyle öylesine ısrarcı olmuştu ki…Merkezi yönetim tıpkı Burak’ın Deniz’e söylediği gibi “Yap öyleyse; yap da görelim” yaklaşımını sergilemişti. Peki  ya alt yapı, astların iknası ve “buy-in” ya da “ownership”…Konuyu savunmaya kalktığımdan bir süre sonra “Kolaylaştırıcı Koçluk” ya da “Grow Koçluğu” için üst ve orta yöneticilerle buluştuğumuz Çanakkale’de Boğazının serin sularına bakarak hüzünlü bir Eylül akşamında koçlandırmaya çalıştıktalarımızdan birisi bana dönüp “nerede durduğunuz belli değil” diyebilmişti. Geribildirim ya da eleştiriyi kabulünüz ve hoşgörü sınırlarınız için SSTC den öğrendiklerinizi göstermenin tam zamanı.

Tekrar bugüne dönelim ve MC&HX15 etkileşiminde varılan noktayı görelim: “…Sevgili HX, S.Covey’in kitabında verilen yedi alışkanlıktan birisi “önce anlamaya çalış sonra anlaşılmayı bekle”. Gençliğinin heyecanları belki de zaman zaman “Sermayenin Sabır Sınırı” ile çatışıyor. Ve ellili yıllardan bir bir film adını anımsıyorum : “The Sun Also Rises”.İyi akşamlar ve esenlikler...” Ardından gelen yanıt: “Anlasilmistir hocam tesekkurler.”

Daha ne ister insan; binlerce şükür. Bu düşüncelerle NETs&DODs isimli bir film montajladım. Filmde Ege Bölgesi İletişim Sanayicileri Derneği (EBİLSAD)’nin Netdirekt’i ziyaretlerinde moderatörlük yaparken şirketlerin yaşam evrelerini anlatmışım. İlk DOD Kavramımı oluşturduğum anları çok net anımsıyorum. Beni satışın bölge müdürlüğünden alıp nereye koyacaklarını bilememişler ve TX95 ile XL nun görüşleriyle CDM (Pazar Geliştirme Müdürü) yapmışlardı. Ne deveydim ne de kuş. Grubun kabulü zordu. Birşeyleri yıkmam gerekiyordu. Ancak yapmak için yıkmalıydım. Bu düşünceyle o günlerde Türkiye’ye gelip bir konferans vermiş olan Garry Hamel‘in “Strateji Devrimdir” isimli kitabından esinlenip “aktivist” yaftasını kendime yapıştırmıştım. Bunu açık açık söyleyip siyahları giyerek (Edward De Bono’nun “Altı Düşünce Şapkası“) sahneye çıkıyordum. Satış “Herkes kendi işini yapsın; bekara karı boşamak kolay” dese de “duvarı delip” geçiyordum. Böylece pazara yeni sunulan bir ilaç için hem süreyi (TTTS / Time To Top Sales) yarıya indiriyor ve hem de satışın çizdiği hedefi dörde katlıyordum. Çıtayı yükseltmenin bedeli sürekliliği sağlama zorunluğu olunca satış geriliyordu. Ellerinden geldiğince dışlamaya çalışıyorlardı. Bir başka yazımda “Shepard Kuralı” nı anlatırım.

Geçtiğimiz yıl Netdirekt ve Netin olarak EBİLSAD’ı ağırlarken DOD1 ve DOD2 den söz etmiştim. Kalite, Fiyat ve Hız üçlüsüne değinmiştim. Bunların görüntülerinden montajladığım filmi “NETs&DODs” olarak isimlendirdim. Bu yazımın konusu ile bu kavramları bağıntılı kılmaya çalışırken aralarına dünden (TX95) ve bugünden (HX15) esintiler ekledim.

Demek istediğim şu ki; eğer şirketiniz DOD2 e geçmemişse biraz sabredin ve kaynayan kanınıza dur deyin; ya da ruhunuzun size yetişmesini bekleyin. Eğer şirketiniz DOD2 e geçip de “looking for the best in the people / insanların sahip oldukları en iyileri sergilemeleri”ne izin verecek akıl ve kabul düzeyine erişmemişse yıldız oyuncularınızı (talent management) boş yere harcamayın. Eğer şirketiniz değil de esas olan patronsa ve patronun “4P“sinden (People / Product / Profit / Planet) sadece “kâr etmek” varsa diğerleri laf olsun diye bile yoksa rüzgarı boşuna biriktirmeye çalışmayın.

Yunt Dağında kanatlarımız dönünce yollarımızın daha bir aydınlık olacağına inanıyoruz ve aydınlık yollarda birlikte ustalıklarımızı daha etkili kılacağımıza eminiz. Yeter ki sağlık ve esenlik içinde olalım.

Öykücü