Yaşam Büfesinde “Akordeon Etkisi”

“…Yavru deve annesine sormuş: “Anne niye bizim hörgücümüz var ?” > “Çöl sıcağında susuzluğa dayanabilelim diye”…”Anne bizim toynaklarımız neden bu kadar geniş ?” > “Çölde ayaklarımız kuma batmasın diye“… “Anne bizim boynumuz neden bu kadar uzun ?” > “Çölde uzaktan gelebilecek tehlikeleri görebilelim diye“… “Peki anne, Allah aşkına bizim Atatürk Orman Çiftliği’nde ne işimiz var ?“…Bu ülke Atatürk Orman Çiftliği’nde yaşayan develerle dolu; yetenekleriyle ilgisi olmayan işlerde çalışan sürüyle mutsuz insan… İyi ki 1991 yılının o soğuk Şubat sabahı, Balıkesir saat kulesinin altında kendime “Ben kimim, neden buradayım ve yapmak istediğim şey bu mu ?” diye sormuşum, pardesüm üzerime tam olarak oturuyor olmasına rağmen…”

Merhaba

Şubatın üçüncü Cumartesinde hava azıcık ısınmaya başladı. Bostanlı sahilinde sabah yürüyüşünde kapşon takmak gerekmedi. Güneş parlaktı ve ısıtıyordu. Çatalkaya zirvesinde karlar henüz tümüyle erimemişti. Yürüyüşte dingindik. Dün sabah yürüyüş sırasında Pakistan’dan gelen Ümit’in “Hayırlı cumalar” telefonu uzun sürdü. Nezuş’la Ümit’in görüşmeleri neşeliydi. Kahkahalar sahilde yankılandı. Aman nazar değmesin; neşeleri bol olsun. Nasipse iki hafta sonra Ümit yine Türkiye’de olacak. Allah yardımcısı olsun. Oralarda çalışmak zor; bu uzun yolu ayda bir gidip gelmek zor. Kerem’in panelde dediği gibi “Emeksiz yemek olmuyor” ve inanıyoruz ki hiç bir emek boşa gitmeyecek. Ben yetmişi aşarken Ümit’in de yarım asırlık olmasına bir yıl kaldı. Allah ömürlerini uzun etsin; ailemin, C13 ün sağlık ve keyifleri artarak sürsün.

Yazımın girişindeki maviler ve kırmızılar çok sevdiğim A.Şerif İzgören‘in “Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır” isimli kitabından alıntıdır. Kendisini anlatır yazar onüç yıl önce kaleme aldığı kitabında. Onüç yıl sonra bugün Atatürk Orman Çiftliği var mıdır ? Varsa “torun” hâla bu soruyu soruyor mudur ? Devenin yavrusuna “torun” dendiğini biliyor musunuz ? Sevgili İzgören kısa öykülerle zenginleştirerek verir temel mesajlarını. Nezuş’la onun “Avucunuzdaki Kelebek” konulu sohbetine katıldığımızda gözyaşlarımızı tutamadığımızı anımsıyorum. Oradan edindiğim “TOMBUL” kavramını satış becerileri eğitimlerinde “yaşam becerileri”ne dönüş için kullanıyorum. Kaynağını vererek ve teşekkürlerimle kullanıyorum. Amacım da “SSTC Ustalık Yolculuğu“na çıkanların “SMART” a göre hedef çizmelerinden önce hayallerine dikkat çekiyorum. Hayallerin önemine değiniyorum. Hayallerini TOMBUL laştırabildiklerinde “hedef”leri olacağını anlatmaya çalışıyorum. İşte yazar yukarıda sözünü ettiği kitapta 23 kapı ile ayrı ayrı mesajlar verir. Aklıma takılan bu 23 kapı arasında tek başına “mutluluk” diye başlığın olmamasıdır. Bu da beni 1991 de dönüşüm kararı verip de subaylıktan ayrılıp kendi yolunu çizen yazarın bugün mutluluk konusunda nerelerde olduğunu düşündürüyor. Ayrılış kararı verdiği anda bulunduğu yer ve zaman bana çok yakın. Ben de doktora çalışmam sırasında Pyricularia oryzae’nin kışlamasını araştırırken Balıkesir (Gönen) soğukları, karda yoldan çıkan arazi arabası, Gazanfer Bilge otobüsleriyle en ucuz ulaşım, Zirai Donatımdan araç desteği yalvarışlarım ve Gönen Alman Çiftliği Müdürü İsmail beyin yardımları beni de altı yıl önce bunaltmıştı. Yazarın üzerindeki yağmurluğu üzerine tam gelirken istifaya karar vermesinin bence anlamı “işler yoluna girmişken” radikal karar verebilmek, rotayı değiştirme cesareti göstermek olsa gerek. Ben de senelerce asistan kadrosunu aşıp da uzmanlığa geçememiştim. Kadro yokluğu bahanesiyle, daha doğrusu torpil bulamamanın beceriksizliği ile senelerce düşük maaş ve yan ödemeye mahkum olmuştum. Ta ki 1983 yılında TÜBİTAK Teşvik Ödülünü kazandıktan sonra Bakanlığın dikkatini çekebilmiştim. Tohum Patolojisi Laboratuvarı açılıp bana da şeflik verdiklerinde kadrom ikinci dereceye çıkmıştı. Maaşım artmıştı. Bir yıl sonra annem aniden ölünce, yarı felçli babamla birlikte yaşamanın günlük yükleri artınca özel sektörden gelen teklife evet diyerek ben de İzgören gibi yolumu, yönümü değiştirmiştim. Böylece 24 yıllık CINOS sürecim başlamıştı.

“Akordeon Etkisi” ne demek oluyor ?

Dün Karşıyaka çarşısına kahve almaya gidecektim. Araba kullanmak istemedim. Otobüsle ve de yetmişe gelenlere bedava seyahatle gitmeye karar verdim. Nasip olmadı. Hastane ziyaretimiz önem ve öncelik yarattı. Arabayı sürerken yolun sağına baktım. Park yasağı işaretleri ellişer metre arayla onlarca sayıyla, göz çıkaracak sıklıkta dikiliydi. Boydan boya araçlar park etmişti. Düşündüm. Daha birkaç gün önce aynı yere park eden araçları çekiciler çekiyordu. Çekici sayısı azdı. Yasak yere park eden araç sayısı çoktu. Rastgele seçiyorlardı. Tombala kimilerine çıkıyordu. Seçerken belki kriterleri vardı. Ya da yoktu. Önemli olan yasak yere park edenlere örneğin ongün göz yuman otorite onbirinci gün araçları çekiyordu. Bunu özellikle mi yapıyordu ? Hergün çekseydi acaba artık hiç kimse park etmez ve ceza gelirleri mi düşerdi ? Kabul edemediğim yasaksa yasaktı ve ceza sürekli işlemeliydi ki caydırıcılığı ya da öğreticiliği olsundu… Ülkem de sadece park yasağı mı böyle ? Tüm yasaklar, tüm kabahatlar, tüm suçlar böyle bir sonucun olasılığını bilerek işleniyor gibi geliyor bana. Bu nedenle arabayı sürerken hız sınırı aşmaktan değil radara yakalanmaktan korkuyoruz. Ya da korkmuyoruz da asıl yaptığımız radara yakalanmamak için gözümüzü dört açıyoruz. Ceza yediğimizde hız sınırını aşmış olma pişmanlığı değil de radara yakalanmış olma salaklığına kızıyoruz. Bu nedenle bence biz kendimiz, ya da toplumun otokontrolu ve hatta otoritenin cezalandırma erki hep aynı etkiye sahip: Bastır ve Bırak; İt ve Çek; Sus ve Haykır”. Şansına o an ne çıkarsa ! Sürekli akordeon etkisi altında yaşıyoruz. Kimimiz için bu bir stres faktörü pek çoğumuz için de uyanık kalma kurnazlığını test etme ve sınıfı geçme becerisi. Bu da millet meclisindeki seçilmişlerden, gözümüzün önündeki kavgalarında, Malatya’dan haykıran yeni senaristin öfkesinden, Mersin’de öldürülen genç kızımızdan, dün İzmir’de Ege Üniversitesinde öldürülen genç kardeşimizden hepimizden bir virüs gibi yayılan gedik arayıp sıvışmaktan öteye bir etki yaratmıyor. Yaşam kalitemizde pek bir iyileşme olmuyor. Hepimiz içimizi anlık acıtan olaylardan sonra adeta mastürbasyon yapmanın ötesinde bir şey yaşamıyoruz. Çabucak unutuyoruz. Hayat sürüp gidiyor. Bazen akordeon sıkıştırıyor ve bu baskı uzunca sürüyor. Kurtuluş yok gibi geliyor. Bireysel sıkışmalarla kalp krizine dönen heyecanlarla kapağı hastaneye atıyoruz. Bu sıkıntıları yaşarken bir de sigara içiyorsanız bu kez katmerleniyor acılar. O sırada söz veriyorsunuz hastaneden çıkınca bir daha sigara içmemeye ve “söz namustur” diye kararlılığınızı ortaya koyuyorsunuz. Daha sonra… Alışkanlıklar, tutkular ağır basıyor. Akordeonun genişleme, serbest bırakma evresini giriyorsunuz. Bu kez “söz namustur. Söz laftır. Namus laftır” diye kıvırıp yine çatıya çıkıyorsunuz ya da pişkinliğe vuruyorsunuz. Ne diyelim Allah ıslah etsin.

Akordeon etkisi, yasak yere park edip dönüşte gönül rahatlığı ile binip gitmek, hız sınırı aşıp radara yakalanmamaya çalışmak, sigara içmek ve bırakmaya söz vermek düşüncemde birbirine karışırken Karşıyaka’da ünlü bir hipermarketin kapısından girmek üzereydim. Kapının sol tarafında büyücek bir alanın üstünü örtmüşler. Önüne de yağmurlu havalar için portatif nylon germişler. Bugün hava açık olduğu için nylon örtük değildi. İçine beş on masa ve sandalye koymuşlar. Masalarda kül tablaları. Belli ki alışveriş merkezine gelenlerin sigara içenleri için kurallara uygun (!) bir yer yapmışlar. İyi de yapmışlar. Oturmuş bir kaç adam, kadın sigara içiyorlardı keyifle. Arkalarındaki duvarda bir poster ve “Sigara İçmek Yasaktır” yazılı. Anlamakta zorluk çektim. Özel sigara içme yeri yap ve sigara içmenin yasak olduğu uyarısını as… Al sana bir akordeon etkisi daha. Ne yapmak istiyorlar acaba ?

Bu nedenle ülkemde yasaklar ve cezalar uyumsuz, anlamsız ve etkisiz. Yunt dağında, fors major etkiler altında, yola kendimiz bedelini ödeyerek ve taa Manisa’dan fabrikadan getirtip dört ton tuz dökerek direğimizi diktik. Kanatları yerleştirdik. Hatları çekip interkonnekte hatta bağlanacağız. Bunun için geçici kabul almalıyız. Meğer taa İzmir’den oralara uzanırmış büyükşehirliliğin bürokrasisi. Sağolsun kardeşimiz ilk adımı en az CRM (*) ile halletti. Tam işler yoluna giriyor derken bu kez İzmir-Bergama hattında bir başka ve bizi üzen, kritik eşiğimizde zora sokan bir başka adımı aşmak gerekti. Biz kardeşimize inanıyoruz. Kendimizi onun becerisine ve insafına bıraktık. İnanıyorum ki bize gereksiz yükler getirmiyordur. Eminiz ki kardeşimiz ekstra cezalar kesmiyordur. Elinden gelenin en iyisini yapıyordur. Zaten gecikme nedeniyle beş aydır ödediğimiz bedel sınıra dayanmış durumda. İkiyüzbin lirayı aşan kaybımıza ek olarak istenen ikinci adım bedeli bizi üzüyor. Sıkılıyoruz. İşte tam bu sırada ben bir iletişim beceriksizliği üzerine öğrenme yolculuğu düzenliyorum. En azından iç ilişkilerimizdeki gelgitlerin, görüş farklarının yöneticilerimizi germesini istemiyorum. Üstün hocamın “küçük şeyler” serisini, rahmetli (!) N.Osma‘nın “İnsan Mühendisliği” kitabı öğretisini düşünüyorum. Otoriteyi (SEK) kırılma noktasından uzak tutmaya çalışıyorum. Öğrenme yolculuğumuz (RECOM) çok başarılı geçti; öğrendik, uslandık derken bir gün sonra bir başka çatışma kendini gösteriyor. İlk amiri bunaltan çatışmaya dahil olmak için “Üzüldüm Serisi” dört ileti gönderiyorum. Konunun aktörü olan on yıllık arkadaşımızın da “sıkıldım” tekrarlı mesajla ilk amirine ve yönetime isyanına tanık oluyorum. Şimdilik sessiz kalmayı yeğliyorum. Bu da bir başka akordeon etkisi. Aklım karmakarışık. Konuşmak ya da susmak; beklemek ya da üstüne gitmek; itmek ya da çekmek… Akordeondan çıkan müziğin akordu bozuk. Bergama hattındaki kardeşimizden beklentilerimiz (minimum maliyet ve maksimum hız) belirsizliğini korurken, yetmişi aşınca azalan direnme gücüyle çözüme ve çözene olan güvenim (benim) sarsılıyor. Aklımdaki akordeonun gelgitleri hızlanıyor. Sürmenaj denen bu mudur acep ?

CINOS-F2-Çerçeve Çalışmaları-2005-Good To Great-Yumurta/Volan/Otobüs ve Kirpi metaforları dönüp dolaşıp gözümde canlanıyor ve diktiğimiz direkte frenlenmiş olan kanatlara bakıp kalıyor. Kirpi bu kez öne çıkıyor. “Tilki gibi kırk şeyi düşünüp de kurnazlığı bırak, kirpi gibi tek bir konuda odaklanmanı sürdür” ya da aynı kapıya çıksın diye “Şirketinizin motorunu döndüren esas işiniz nedir ?” sorusu ile bildiğin işi yap, bildiğin işi iyi yap diyen Jim Collins’in önerisine takılıp kalıyorum. Kalkınma ajansının bir milyon liralık hibesine heves edip prosedürünü tam bilmediğimiz, öğrenmek için zaman ve emek veremediğimiz, uzman rehbere güvenip projemizi anahtar teslimi verdiğimize güvenmemiz ve fakat her engel çıktığında MOB (Mutual OBligation) olarak gönüllü mecburcu olarak ileri atıldığımız, bilmilyon doları aşan kredi yükü altına girdiğimiz bu işe atılmakla ne kadar doğru/isabetli bir atılım yaptığımızdan emin değilim ! Bu da benim bir diğer akordeon etkim hem de ön sıralarda yer alan. Akordeon genişleme sürecine hasarsız girdiğinde, kollarımız azıcık dinlendiğinde, kanatlar dönüp üretim başladığında bunlar da birer tatlı anı olacaksa da bugünlerde pek rahat hissetmiyorum kendimi…Allah yardımcımız olsun.

Hastaneye giderken Anadolu caddesine çıktım. Yola ve araçlara baktım. Anladım ki; trafikte sağ şeritten gidiyorsanız sorun yok. İster çevre yolundan isterseniz Anadolu Caddesinden gelin, akşam üzeri trafiğinde İzmir’den ya da Bornova’dan Karşıyaka’ya doğru geliyorsanız sağ şeridin her zaman tenha ve sakin olduğunu görürsünüz. Tıpkı ülkemdeki siyasi arenada olduğu gibi. Sağ şeritte ne bir çekşme vardır ne de birbirini sıkıştıran, birbirini kurnazlıkla geçmeye çalışan insanlar görürsünüz. Bu nedenle sağ şeritte belirgin bir akordeon etkisi görmezsiniz. Bu nedenle sağ şeritte pek fazla (hatta hiç) trafik kazası da görmezsiniz. Bu nedenle sağ şeritte ilerleyenlerin bugün üçyüz küsur ise sayısı Haziranın ikinci haftasında dört yüz olması beklenmektedir. Hatta bu konu için net çağrı yapılagelmektedir. Sol şerit ise oldukça sıkışıktır. Önünüzdeki yürümez; arkanızdaki bastırır. Kıçınızın dibine giren aracın farlarını bile göremediğiniz anlar olur. Her çeşit araç ve insan bulunur solşeritteki çekişmede. En son teknolojik olanlar da 68 Anadol olanlar da aynı kulvarda birbirini sıkıştırır. Bu nedenle akordeon etkisi çoktur. Bir gider bir durursunuz. Bir ferahlar bir sıkışırsınız. Kazalar çok olur. Süheyl gider, Emine gider. Kalanlar da ağır aksak gidişten rahatsız olmazlar. Arkadan gelenler kahrolurlar. Koca koca uyarı levhaları vardır: Sol şeridi gereksiz yere işgal etmeyin der yazılar. Aldırış eden yoktur. Sağ sakindir; sağ rahattır. Sağ sürekli akar. Arada bir sol şeritten sağa geçenler, zikzak yapanlar çıkar. Sol liderin koruması sağdan aday olur. Döneklik ya da liboşluk diye bir kavram laf olur, buhar olur gider.

Sözün özü; rahmetli babam derdi ki  “söylenecek söz çok, çekilecek cereme yok”. Şimdi elektronik ortamda yazmak kolay olunca söylemek yerine yazmayı tercih ediyorum. İşte babamın dediği “cereme” sanırım “ceza” gibi bir şey. Bu nedenle bu sözcükteki “3e” i çıkardım ve CRM yaptım ki bu da beni “Customer Relationship Management / Müşteri İlişkileri Yönetimi”ne götürdü. Rahmetli hocam Prof.A.Kırım”ın dediği gibi “Adamına göre muamele yapamayacaksın bu işe hiç girme”. CINOS sürecinde (1985-2009) kurumsallaşanlarda gerçek anlamda yapıldığını ben pek görmedim; zaman zaman otorite istiyor diye “mış gibi yaptık“. Bu da bir diğer akordeon etkisi. Üçümüzü bir odaya tıkıp da “Yes, we are ready” dedirtebilmek de; bu akordeon etkisine uyum gösterme taahhüdünü alabilmek de çıtayı yükseltmenin bir başka bastırma yoluydu. Ne günler yaşadık ! Erzurum’da 1969 larda dilimizden düşmeyen şarkı gibi “Rüya gibi her hatıra…”

Farkına vardığımız ya da hissetmediğimiz nice akordeon etkilerinden sağ salim sıyrılabilmek ve yolumuza keyif ve gururla devam edebilmek için engelleri aştığımız aydınlık yollarda esenlikler diliyorum.

Öykücü