Yaşam Büfesinde “Paris Yargısı”

“…Olimpos Dağı’ndaki üç tanrıça, Hera, Athena ve Afrodit, nifak tanrıçası Eris’in ortaya attığı ve üzerinde “En güzeline” yazan altın elmayı paylaşamaz. Bunun üzerine baştanrı Zeus, altın elmanın kime verileceği konusunda Truva Prensi Paris’i hakem tayin eder. Üç tanrıça kendisini seçmesi için Paris’ e çeşitli rüşvetler önerirler. Hera güç, kuvvet ve iktidar vaat eder; Athena bilgeliği ve aklı; Afrodit ise dünyanın en güzel kadını Helena’nın aşkını vaat eder. Helena, kocası kral Melenaos’u terk edip Paris’e kaçar ve bilindiği üzere Truva Savaşı patlak verir. Bu öykü mitolojide “Paris Yargısı” olarak geçer…”


Merhaba

Önce yukarıdaki mitolojik öykünün burada olmasını açıklayayım. Haftaya bugün MEZEgillerin hesabı görülecek; karar verilecek. Bu arada bakalım altın elmayı kim alacak ? Kimler kimlere neler diyecek de sonucun gelgitleri doğru yerde durulacak ya da başını alıp olmadık yerler gidecek ? Ardından hangi savaşlar patlak verecek ? Paris kim olacak ? MEZEgiller Helena’sızlığı sürdürecekler mi ? Şu ana kadar henüz bir kadın parmağı görmedik ne ayakkabı kutularında, ne havuzlarda !…Doğrular için umutlarım çok düşük ve gittikçe de düşüyor! Nereye kadar ? Allah encamımızı hayreylesin.

Bu yazımı yazdıktan bir gün sonra kimi eklentiler yapmak, revize etmek gibi amaçlarla yeniden okumaya başlarken Canan Hoca’nın elinde bir kitap dikkatimi çekti: “Tricks And Treat (TAT) “.Türkçeleştirip “Önce Korkut Sonra Yönet” diye açıklamasını sürdürdü. Düşünmeye başladım. İlk anda SSTCdeki “Satın Alma (Kabul) Dürtüleri”ndeki “Fear Of The Lost / Kaybetme Korkusu” ve hemen ardından da “Kazanç Sağlamak / To Make A Gain” ilintisi kuruluverdi aklımda. Daha sonra da “Cemaat Savaşları” ve arada güme giden balyozcular, ergenekoncuları düşünmeye başladım. Neler oluyor hayatta ? şarkı sözleri kulağımda çınladı.

Yazıma eklediğim fotoğraflar ise 2014 den ruhuma huzur katan gençlerin tüm gelgitlerdeki sağlam beraberliklerinin kanıtları. Allah onları nazardan korusun; beraberliklerin gücünü hep korusun; uykusuz gecelerin bereketi sabırlarını artırsın; yolları hep aydınlık olsun. Rüzgarları bol olsun. Açılımları hayırlara vesile olsun. Yeni projeleri hayırlı uğurlu olsun. Dualarım onlar için tüm “C13 Grubu” için.

Nedense yılın sonuna yaklaşırken yazılarım birden arttı ! Sanırım havalar ayaza dönünce Çeşme’de bahçeye çıkmam azalınca yapacak pek fazla bir şey kalmayınca sığındığım liman oldu laptopum. Şikayetçi miyim ? Asla. Bu kadar sık yazınca hata yapma olasılığım artar mı ? Evet ya da hayır demeden önce “Ne hatası yahu !” diyen iç sesime yanıt bulmalıyım.

Yazılarımın çerçevesi ve mesajıyla çatıdan seçmelerim nasıl gelişiyor ? Hâlâ ABG YBGE öğrenme yolculuğunun ardıllarından sıyrılabilmiş değilim. SSTC den Lider yöneticiye uzanan üreticilikten yöneticiliğe geçiş sürecinin çeşitli evrelerinde farklı biçimlerde baskın olan ve başarı fomülümün ilk iki “S” ni oluşturan “Self Style“ı biraz daha açabilmeyi istiyorum. Bu da beni 27.07.2007 akşam üzeri gün batımıyla başlayan Çanakkale Boğazı’nda grupça balık yediğimiz güne götürüyor. Yaklaşık yirmi kişiyiz. İçimizden biri de Türkleşmiş olan İngiliz, bayan Janet. Masada karşımda “Elit ve Lider” var. Rakının etkisini göstermeye başladığı zamana ulaşınca diller çözülüyor. Daha cesur geribildirimler ortaya dökülüyor. “Mutlu” yu sorguluyorlar. Özellikle de “SynEnerji Toplantısı“ndaki tutumundan dolayı. Kimi sözcükler bıçak gibi gelse de hem “iletişim uslubumu” koruyorum hem de karşı tarafın uslubuna uyumlu kılmaya gayret sarfediyorum. Bu yaşanmışlık değil midir ki ABG YBGE öğrenme yolculuğunda “Lider Yönetici” için görsel, işitsel ve kinestetik iletişim modlarını ısrarla vurgulayıp “esneklik” konusuna dikkat çekiyordum (Özdere / 27.11.2014). Gelelim yine Çanakkale Boğazında boğazıma dizilen balıkların keyfini kaçıran geribildirimlerin acımasızlığına:

Nerede durduğunuz belli değil !” diyordu Elit, Mutlu’ya SGC Projesi’ni sunma ve savunmadaki tutumundan dolayı. Mutlu ise “aslında o toplantı tümüyle bir manipulasyondu” demek istiyor ama diyemiyordu. Çünkü 2005 den sonraki görev konumu ne yöneticiliğe uyuyordu ne de eski dönemlerde yer aldığı üreticiliğe. Üstelik bir de “Sevimli Dostları“n da ısırabildiği bir yaşanmışlıkla duyarlılığın arttığı bir süreçte… Ek olarak da Mutlu, azıcık da olsa “ara yönetici” rolüyle “ben yapmadım o yaptı” deme lüksü yokken… Bir diğer deyişle CDM (Competence Development Manager)  çerçeveli Mutlu’nun görünümü ne deveydi ne de kuş ! Daha önce kendilerine zorla kabul ettirilen ve itiraz sesleri cılız karşı çıkışları geçmeyen SMC üyeleri de Mutlu’nun baş otorite yerine, daha doğrusu etkin bir moderatör rolüyle yürüttüğü toplantıda mutsuz izleyici konumunu koruyorlardı. Aker ve Janet’le dört günlük “Kolaylaştırıcı Koçluk” yolculuğunu tamamlayıp bu gala yemeğinde memnun görünen orta ve üst yöneticilerden seçme gruptan Bay Lider de “Neden üç kişiyi mutlu ederken kırk kişiyi mutsuz ediyorsunuz ?” diye inanmadıkları SGC Projesi’nin hesabını bana soruyorlardı. Daha sonra Elit ve Lider beraber olmanın, benzer görüşü paylaşmanın güç birliğinden yararlanıp aynı amaca giden iki soruyu daha yüksek sesle soruyorlardı:

1.Neden yeterince direnmediniz ?

2.Şov yapmaya ihtiyacınız mı vardı ?

Şimdilerde bu soruları kabullenmek kolay. Yedi yıl önce o güzel Temmuz gecesinde Çanakkale Boğazının kenarında boğazıma dizilen balıklarla bu soruların içten içe yarattığı etkilerin ne olduğunu yinelenen anjiolarla anlamakta ya da kabullenmekte zorlanıyordum. Sabah yürüyüşlerimde sık kullanır olduğum kırmızı fısfısı (etken maddesi nitrogliserin> varın ötesini siz tahmin edin) yanımdan hiç ayırmıyordum. Şimdilerde hiç kullanmaz oldum. Aman nazar değmesin. Demek ki farkına varmasam da stres denilen şey böyle bir şeymiş !

Dostlarımız ve ustalık yolcuğunda aynı otobüste yer aldığımız Elit ve Lider’in bu dört sorusuna bakarsanız SSTC de vurguladığımız soru sorma becerilerinin ve geribildirim verme cesaretinin günlük iş yaşamına nasıl yerleştiğini kolaylıkla görebilirsiniz. Böyle olması için çok gayret göstermiştim. Demek ki işe yaramış.

Yedi yıl önce CINOS’un üçüncü evresinde Bay RJ ile yeni bir kritik süreç başlamıştı. Bir yabancı otoriteye ve de uzmanlık (!) alanı içecek sektöründe pazarlama olan birine ülkemi, bitki korumayı, rekabetin yapısını, rekabet üstü olmanın yollarını anlatmak en az üç senemizi alacaktı. Ne var ki ne ona ve ne de bana üç senelik avans verilmemişti. Ben bunu biliyordum. O biliyor muydu ? Tepeden ovaya inerken Kumluca’nın girişindeki büyük totem, bayilerin vitrinlerini süsleyen giydirmelerin arkasını doldurmadan bırak 29 u zorlanan 25 e bile erişildi mi Aykut’lu 2009 larda bilmiyorum ! Her neyse . Konuyu dağıtmıyalım. Amacım CINOS’un o günlerini sorgulamak değil. Amacım “İnsan Uslupları” ve “Paris Yargısı“.

Haftaya bugün dananın kuyruğu kopacak mı ? MEZEgiller (Muammer-Egemen-Zafer-Erdoğan) aklanacak mı ? Bergama’nın rüzgarına karşı direk dikilecek mi ? Uykusuz geceler azalacak mı ? “Stopaj konusu çözülecek mi ? Bilmiyorum. Bildiğim bir şey var. O da “hepimizin kaynama derecesi farklı”. Bu nedenler duyarlılıklarımız ve eylemlerimiz farklı. Esnek olmaya çalışırken ekose desenin üzerindeki bukalemun gibi ölmemek gerek.

Modern Psikolojinin en önemli isimlerinde olan Dr.Carl Jung 1921 de yayımlanan “Psikolojik Tipler” isimli kitabında dört tip insan tanımlar:

1.Düşünenler

2.Hissedenler

3.Yaratıcılar

4.Yapanlar

Dr.Jung bu tanımlamalarda insanların dış davranışlarından çok iç hallerini temel almıştı. Bundan kırk yıl sonra Endüstri Psikologu Dr.David Merrill insanların dış davranışlarındaki farklılıklara yoğunlaşarak dört üslup içinde insanları gruplandırdı. Bunlar,

1.Cana yakınlar

2.Yönlendiriciler

3.Dışavurumcular

4.Analizciler

Altmışlı yıllarda insanların üsluplarını belirlemede yüzlerce etken safdışı edilip sadece iki değişkenle yukarıdaki dört grup oluşturulmuştur. Bu iki değişken ise:

1.Girişkenlik ve

2.Tepkiselliktir.

Bu yazımda şimdilik sadece “fazla girişkenler”in davranış özelliklerini özetlemek istiyorum. Çünkü bu üslupla özdeşleştiğimi hissediyorum. “Fazla Girişkenler”:

*Daha fazla enerji yayarlar. Bu cümleyi Jack Welch’in yöntemi ile ilişkilendirip açıklamak istiyorum. Jeffrey A.Kramer 2007 yılında Bay Welch’in GE’deki yaptıklarını 24 ders çıkararak “The Welch Way” isimli kitapta iş dünyasına örneklemiş. Bay Welch’in 4E’sinin açıklandığı “Performans Göstermeleri İçin Diğerlerini Harekete Geçirin” bölümünden kısa bir alıntı yaparak “fazla girişkenlerin” fazla enerji yaymasını zenginleştirelim. Neymiş “4E” ? Etkin Yöneticinin liderlerin 4E’sine sahip olmasını ister Bay Welch. Bunlar:

1.Energy (enerjik)

2.Energize (enerji veren)

3.Edge (avantaj)

4.Execution (uygulama)

Bu “4E” ile bay Welch’in performans konusundaki net önerileri şöyledir:

* Asla kabadayılık yapmayın ve insanların gözlerini korkutmayın: Etkin yöneticiler ya da Lider yöneticiler, asla tiran ya da otokrat değildirler. Emir yağdırmazlar. Çalışma arkadaşlarını sıkıntıya düşürmezler. İlgi odağı olmada aç gözlü olmazlar.

* Var olan tüm aklı kullanın: Herkesi diyaloga dahil edin ve böylece kurumun akıl arşivini zenginleştirin.

* Herkesin en iyi fikrin kazandığını bilmesini mutlaka sağlayın: Bu işi adil ve şeffaf olan ödül ve takdir sistemiyle yapabilirsiniz.

Fazla girişken olanların özelliklerine devam edelim:

*Daha hızlı hareket ederler.

*Daha güçlü jestler sergilerler.

*Daha yoğun göz temasları vardır.

*Özellikle bir noktaya açıklı getirmek istedikleri zaman dik durur ve öne doğru eğilirler.

*Daha hızlı konuşurlar.

*Daha yüksek sesle konuşurlar.

*Daha sık konuşurlar.

*Sorunlara daha çabuk dikkat gösterirler.

*Daha çabuk karar verirler.

*Daha çok risk üstlenirler.

*Sorunlarla daha fazla yüz yüze gelirler.

*Görüşlerini açıklarken, bir şey talep ederken ve talimat verirken daha doğrudan ve daha vurguludurlar.

*Bir karar konusunda veya bir eyleme geçme konusunda daha fazla baskı uygularlar.

*Daha çabuk öfkelenirler.

Şöyle hepsine baktığımda yüzde yüz beni anlatıyor. Sevineyim mi; üzüleyim mi ? Kabullenip buna göre davranmak ya da tepki vermek gerek. Şimdi yetmişe yirmigün kala eskisine göre yapabilmek daha kolay. Zaman zaman çıkmayan huy kendini hissettirse de…

Sizin üslubunuz nedir ?

Bilgeliğin başlangıcı, kendini bilmektir. Lisedenberi ağzımızdan düşmeyen “Sen seni bil sen seni / Bilmez isen sen seni / Patlatırlar enseni“. Sizin kendinizi nasıl gördüğünüz üslubunuzu belirlemez. Üslubunuzu başka insanların size ilişkin algıları belirler. Bu nedenle “Lead by L.E.A.D.” başlangıç testini yaparken astlarınızdan, üstünüzden ve görevdeşlerinizden formal, sistematik geribildirim alırız. İyi ya da kötü üslub yoktur, yalnızca insanlar arasında farklılıklar vardır.

“İş Hayatında İnsan Üslupları (People Styles at Work)” isimli kitabı (Bolton & Bolton, 1996, 1997, 2003) edinmek isteyenlerin Teknoloji Holding‘le temasa geçmelerini öneriyorum (0212 349 49 94).

Nice sağlıklı girişkenliklerinizin aydınlık yollarda ustalıklarımızı artırması dileklerimle.

Öykücü