Yaşam Büfesinde “Ahmak Bolluğu”

“…Etrafındaki insanlara karşı olağanüstü sabırsız, huysuz ve aksiydi. Bu davranışı alkışı hak etmese de mükemmele erişmek tutkusu ve en iyilerle çalışma arzusundan kaynaklanıyordu. Yöneticilerin son derece kibar davranmasından dolayı ortalama (!) insanların aylak aylak dolaştığını görüyor ve bunlara “ahmak bolluğu” diyordu… Elini masaya vuracakmış ! Breh breh ! Çok korktum; çok umutlandım ! Rahmetli oğul İnönü benzer durum için sitem edenlere “masanın ne suçu var ?” demişti. Sen elini masaya değil, kafanı taşlara vurmalısın ! Ne çare ki “ahmak bolluğu” yine onu seçti. Gerçi el mahkum. Diğeri de boş ve tutarsız. Umutsuz vak’alar ! Aksaray’da değil ama Ak Saray’da artık on(lar)u kimse tutamaz. O Üsküdar’ı aldı bizimkiler hâla atı arıyorlar…”

Merhaba

Bu yazıma geçen hafta başlamıştım. Araya pekçok konu girdi. Taslak olarak kaldı. Bugün kurak bir yazın güze eriştiği anda bile tek damla yağmur düşmeyen ve hâla yaz sıcaklığını yaşayan Çeşme’den İzmir’e geçici olarak dönerken 6195 sokakta beş gündür patlak olan borudan akan suyun denize karıştığını görmekten kahrolarak İzsu’ya bir elektronik posta gönderdim. İki gündür muhtar Metin, pideci Yusuf ile telefon başvurularımızı pekiştirmeye çalışmam da pek bir yarar sağlamadı. İzmir şehir olarak “Büyük”tü; “Bütün” oldu; büsbütün çuvalladı. Çeşme, İzmir’in kenar mahallesi oldu ve sorun çözmede bu değişim bi b..a yaramadı. “Adem” baba ile yokluğu anlatan kısa söylenişi “adem” arasındaki farkı yazı ile anlatmak zor olsa da “merkeziyetçiliğin yok oluşunu” ve kendi göbeğini kendin kesmeni anlatan kırklı yılların sonlarına doğru acıyla bir kapanışa giden Hasanoğlanlıların günümüze gölgesi bile düşmeyen, ne yönü ne rotası kalmamış bizimkilerin yerel yönetimleri de ancak bu kadar oluyor. Yazıklar olsun. Gelecek sefere binalilerin gelmesi kaçınılmaz olacak ve görelim sonumuz nol’cek !

Şimdi yazıma geçen hafta başlamış olduğum yerden devam ediyorum.

Eylülün ilk hafta sonu yaz gibi sıcak başladı. Hafif esinti olsa da bizimkiler sabahın köründe balığa gittiler. Rastgele. Pakistan yolcumuz geldi. Daha bir sevinçliyiz. Dubai ilişkilerini oluşturma ve geliştirme sürecinde ailemizin doktoru ve hocası bugünlerde Çeşme’den uzak. Allah yardımcısı olsun.

Rahmetli Jobs bu aralar gündemime ve aklıma daha çok düşer oldu. Birkaç nedeni var. İlki genel sempatim ve her ne olursa olsun ona ait bir mesajın SSTC öğretilerinin hangi prensibiyle bağıntılı olduğunu aramaya çıkıyor yüreğimin bir köşesi. Bir diğer neden de her kim günlük Çeşme yaşamıma renk katacak bir soru, bir dilek ya da kendileri için bir öğrenme yolculuğu konusu dile getirse hemen çatının çeyizlerinden birşeyler ararken yolum merdivenlerde Jobs’un mirasıyla buluşuyor. Belki de Netdirekt’te gördüğüm pekçok güzellik ve bunu yaratırken uykusuz gecelerde Semih’in yol göstericiliği benzer öykülerin tam yanı başımda durduğunu görebilmek için gözlerimi açıyor Jobs’un huysuzluğunun yan ürünleri.

Kendisinin ve özelliklerinin farkında değil miydi ? Bal gibi farkındaydı. Kendinden çok mu hoşnuttu ? Kesinlikle hayır. Anahtar sözcük “kendinden hoşnutluk“. İster SSTC nin hemen başlarından SMART‘ı ele alırken “A” yı yumuşak “Achiveable /Erişebilir” den daha sert, daha acımasız olan “Ambitios/Hırslı”ya çeviriyor olmam; bunu tercih edip, bu konuda ısrarcı olmam da benim “huysuz”luğumun bir yansıması olsa gerek. “Kendinden hoşnut” olanların ortalama verimliliği aşmayan ve hatta aşağı çeken “ahmak bolluğu“nun temsilcileri olduğunu ben de kabul ediyorum Sanırım Edward De Bono“nun “Sur/Petition” isimli kitabında geçiyordu: “kendinden hoşnutluk kaçınılmaz düşüşün en büyük nedenidir” diyordu hoca. Bugün hem Netdirekt’te hem de (kuşkusuz) ABG, PLN, AS ya da uzak kaldığım CINOS‘un üçüncü evresinde de aynı düşünce hakimdir. O halde liderlik edecek olanlar, liderlik rollerinde duruma, yer, kişi, konu ve zamana göre en uygun modeli seçecek olanlar öncelikle insanların kendilerinden hoşnutluklarını ortadan kaldıracak eylem ve cesarete sahip olmalılar. Tarzları ister FE gibi yumuşak ister SJ gibi sert olsun, ısrarla ve sabırla (2P) , hatta inatla ve tutkuyla bunu hep yapmalılar.

Jobs kendini bu konuda şöyle savunsa da şirketin ekosisteminde işin renginin hiç de öyle olduğunu sanmıyorum. Bu nedenle ölümünden sonra maskelenerek, filtre edilerek dile getirilen azıcık karşıt görüşler bile ne tür acımasız koşullarda yaratıcılık yapıldığını anlarlar. Biz taklide alışmış olanların böyle sıkıntılara girmesine ne gerek var diye bakınca “orta gelir tuzağı“na sıkışıp kalmak sanki kaderimiz oluyor.

“…İnsanları hor gördüğümü düşünmüyorum ancak bir işi berbat ederlerse ben de onu yüzlerine vururum. Benim işim dürüst olmak” diyor. Daha nazik olduğunda da aynı sonuçları alıp alamayacağı kendisine sorulduğunda “Ama ben o tarz bir insan değilim. Belki hepimizin kravat taktığı, Brahma rahipleri dilinde ve yumuşak şifrelerle konuştuğu bir centilmenler kulübü gibi bir ortam kurulabilir ama ben bu işin yöntemni bilmiyorum. Çünkü Kaliforniyalı orta sınıf bir aileden geliyorum…”

İşte tam bu noktada “Liderlik ve Jobs” ikilisinden mesaj üretmeye çalışan aklım konudan, gözlerim 05.2012 Capital’inden uzaklaşıp son yıllarda ekranlardaki huysuzu düşünmeye başlıyorum. Şimdi tepeye çıkıp, tepede oturmayıp Ak Saray’da üç şapkalı günleri sürdürürken yumuşak olabilecek mi ? Onu zirveye çıkaran huysuzluğunu sürdürecek mi ? Kutular, kasalar, saatli uçaklar, sıfırlanamayanlar ve yeniden gündeme taşınan klasörlerin açılması yine onu kendi tarzında öfke nöbetlerine sokacak mı ? Allah bizi ve onu korusun. Bu kez onun için de dua ediyorum. İnşallah Allah aklını başına devşirmesine neden olacak bir durum (sağlık ya da ulusal bir tehdit olmadan) yaratır da “başarı formülüm” deki ilk iki “S” i (Self Style/Özgün Tarzınız)  yürekleri yakmayan etkinlikle kullanır. Umut var mı ? Neden olmasın.

(Şimdilik kesiyorum. Alaçatı’nın pazarı bugün. Daha sonra devam ederim. Bu kesinti bir haftadan daha uzun bir sessizlik sürecine esir düştü ve şimdi / 15.09.2014 Mavişehir’den devam ediyorum).

Aklımı yokluyorum ve yazarken şimdi rahmetli Jobs’tan uzaklaştığımı görüyorum. Yazıma Jobs’un öğretilerini yansıtan birkaç görsel, sembol ekleyecek de olsam şimdi HBR dan iki gün önce aldığım “HBR’s 10 Must Reads (İnsan Yönetimi)” başlıklı derleme kitaba takılı kaldığımı görüyorum. Hep yaptığım gibi kitabın baş kısımlarındaki boşluklara yazılardan seçtiğim “anahtar sözcükleri ve kavramları” not etmişim. Baktığımda S12 den tek sözcükle “İklim” yazmışım ve amacım “iş yeri iklimi, yüksek performans fomülümdeki çevreyi işaret etmişim. Birden S119 a atlayıp “dama ve satranç” yazmışım. İlgili sayfayı açmadan anımsıyorum da yönetici, lider ve lider Yönetici çerçevelerinde “dama ile satranç” arasındaki en önemli farkıon ne olduğuna dikkat çekmeyi istemişim. Nerede ve ne zaman ? Belki güz döneminde Utku’nun geliştireceği ilişkiler sonunda eski dostların “Yaşam Büfesinde Sırada Öne Geçme” arayışlarında bir ustalık yolculuğuna çıkmamız söz konusu olursa diye heybemizde bulunsun diye. Hiç bir emek boşa gitmiyor; gitmeyecek.İşte tam bu noktada elektronik postalarımdan birkaç ayıklama yaparak bu yazıma alacağım.

Yaşıyorsan bitmemiştir” diyor Martı Jonathan, R.Bach‘ın kaleminden. Ya da “sonunda her şey olacağına varır; varmamışsa sonlanmamış demektir” diyor Medcezir’de hoş görünümlü aktörlerden biri (adını anımsayamadım). Yakın çevremde bir yıldır süren bir çekişme var. Bizi, ilişkilerimizi etkiliyor. Enerjimizi çalıyor. Defolarımızı daha belirgin kılıp kırıcı olmamıza ve küskünlüklere neden oluyor. Adam sandığımız ve yıllarda dost gibi yakın olduğumuz biri yapılan yasal bir prosedür hatasından, ahde vefayı, minneti, mihneti unutup, dost gibi yüze gülmeyi sürdürüp hukuk yoluna gidiyor ve genç bir kardeşimizin edindiği mülkü gasp ediyor. Utanmıyor. Yüzü kızarmıyor. İki ay önce bir ileti gönderip ara bulucu olmaya çalışıyorum. Yanıt yok. Geçen gün yasal süreç sonlanıp da bize göre de haksız iktisap resmileşince şimdilik bitmiş gibi göründüğü için iki tarafa da aynı iletiyi gönderiyorum. Kaybeden, beklentilerimi fersah fersah aşan bir olgunlukla ve öylesi güzel, anlamlı sözcüklerle yazıya döktüğü duygularıyla yanıt verirken, öbürü, haksızlığın sessizliğini yeğleyip köşesinde kalıyor. Yaşıyorsan bitmemiştir. Gün doğmadan neler doğar. Allah hiç bir kulun hakkını diğer kul üzerinde bırakmaz; doğruların yardımcısıdır.

Gelelim yazışmalarıma… İki ay önce ne yazmışım ?

From: Mustafa COPCU [mailto:mustafa@copcu.comSent: Tuesday, July 08, 2014 11:36 AM To: n…t.k….u@n…s.com Subject: 4L

Merhaba N…t

Geçen gün deniz kenarında benimle konuşurken, elimi sıkıp hal hatır sorarken yüzüne, gözüne ve sözlerine baktığımda süren bir dostluğun gülümsemesini gördüm. Sevindim; umutlandım; cesaretlendim. Bu düşüncelerle devam eden kırgınlıkların düzeltilmesinde “Bana düşen bir görev var ve ben bunun farkında değil miyim acaba ?” sorusunu aklıma düştü. Bu nedenle bu iletiyi yazıyorum.

Çeşme’den selamlarımla….

NOT: Neden iletimin konu başlığı “4L” diye bir soru aklına düşerse diye açıklamak istiyorum. Covey Ailesinin üç neslini de kitaplarından dolayı severim (dede Franklin’i tanımadım. Torun Stephen’in “Güven” isimli kitabı önceki iki kuşağın tüm düşünce ve birikimlerinin mükemmel bir özeti, derlemesi gibi. Oğul Stephen’nin kitaplığımdaki dört kitabından en çok sevdiğim, ustalık yolculuklarında kullandığım “Etkili İnsanların Sekizinci Alışkanlığı” isimli kitabın ekinde Stephen, bir CD verir. Bu CD de 10 öğretici kısa film vardır. Hepsi birbirinden güzeldir. Örneğin biri “ Çalkantılı Sular”dır ve “İlke Merkezli Liderlik” konusunda gerçekten de düşündürücüdür. İlk film ise yaşamın özetidir. Yaşamda dürtülerimizi oluşturan dört temel değeri, “4L” ile açıklar. Önce şu çerçeveyi oluşturur:

“Hayat kısa. Öyleyse…” . Yaptığımız her şey, her adımımız, her gayretimiz, her kabul veya reddimiz bu “4L” den biri içindir. Bunlar: “ Live / Love / Learn / Legacy (Leave a Legacy)” dir. Demem o ki; hayat kısa ve öyleyse…Dostluklar bakım ister…” 

Geçen sene bu günlerde blogumda ne yazmışım ? http://www.copcu.com/2013/07/08/yasam-bufesinde-c13zirve/

“…Zeus insanı yarattığı zaman ömrü öyle uzun olsun istememiş. Ama insan oğlu akıllıdır. Kış gelince aklı sayesinde kendine bir ev yapmış, orada barınmış. Günün birinde soğuk pek artmış, bir yandan da yağmur yağıyormuş; at dışarıda kalmaya dayanamamış, insana gidip: “Beni de al” diye yalvarmış.

İnsan razı olmuş ama “Bu iyiliğime karşılık ben de senden bir şey isterim, ömründen birkaç yılı bana vereceksin !” demiş. At ne yapsın ? Soğuktan titremektense birkaç yıllık ömrünü vermeye razı olmuş. Az sonra öküz gelmiş, o da soğuğa dayanamıyormuş. İnsan onu da evine almış, ama ondan da ömründen birkaç yıl istemiş, razı etmiş. Öküzden sonra köpek de soğuğa dayanamamış, o da ömrünün birkaç yılını vererek dam altına girmiş. Bunun içindir ki insanlar  kendilerine Zeus’un bağışladığı yılları yaşarken…”

**************************

ve üç gün önce yazdığım ileti:

From :      “Mustafa COPCU” <mustafa@copcu.comTo :n….l.h……u@tr.m….e.com Cc :n…..t.k…..u@n…s.com>Sent on : 12.09 18:41:48 Subject : Bunda da bir hayır vardır

Merhaba N……l

Duydum ki arsa konusu yasal çerçevede bir sona ulaşmış ve ne yazık ki kaybetmişsiniz. Üzüldüm. Bir ara umutlanmıştım. Bunda da bir “hayır” vardır diye düşünerek iki ay önce gönderdiğim aşağıdaki iletimi ilk defa biriyle, sizinle paylaşıyorum. O iletime yanıt almadım. Bu iletimi ona da cc yapıyorum.

Taraf olmasak da yaklaşık bir yıldır yakın çevremizde geliştiği için aklımızı meşgul eden, gelgitlerle enerjimizi harcayan ilişkilerimize zarar veren böylesi … bir konu görünüşte de olsa, emeklerinizi ve çıkarlarınızı yitirmenize neden olsa da şimdilik (!) bitmiş oluyor. Demek ki size nasip değilmiş; demek ki böyle olmasında sizin için mutlaka bir hayır varmış.

Buna bütün kalbimle inanıyorum.

Bu konuda yaptıklarından ya da yapmadıklarından utanacak biri varsa bana göre o siz değilsiniz ve “ben ne yaptım ?” diye düşünmek isterse birileri S.Covey’in “Etkili İnsanların Sekizinci Alışkanlığı” isimli kitabının ekinde verdiği CD nin ilk filmi olan, üç dakikalık “Hayat kısa. Öyleyse…” filmindeki “4ncü L” i özümsemelerini öneririm. Ya da rahmetli (!) Prof.R.Pausch’un “Son Ders” isimli video filmini izleyip “minnet” kavramını içselleştirmelerini salık veririm.

Hayat gerçekten kısa ve nice “kelebek etkileri”ni düşününce hiçbir şeye, hiç bir kişiye gereğinden fazla değer vermeye değmiyor.

Çeşme’den selam ve sevgilerimle bu oluşumun sonuçlarının sizin için mutlaka hayırlara vesile olduğu inancımı bir kez daha yinelemek istiyorum.

Sağlıcakla kalın, yolunuz hep aydınlık olsun.

http://www.copcu.com/2013/10/08/yasam-bufesinde-barnecon/

**************

ve aldığım geribildirim…. Wooow ! Bu kadar mı güzel olabilir ? Bu kadar mı olgunlukla yazılabilir ? Bu emek ve inanış kesinlikle boşa gitmeyecektir.

From: n….l.h…….u@tr.m….e.com Sent: Friday, September 12, 2014 11:01 PM  To: Mustafa COPCU Cc: n….t.k…..u@n…..s.com>

Subject: RE: Bunda da bir hayır vardır

Mustafa enişte merhaba,

Güzel mailinizi  aldığımdan beri minnet ve sevgiyle tekrar tekrar okudum. Her okuyuşumda aile büyüklerimin varlığı için şükrettim.

Keşke hayat tecrübem ve bilgi birikimim sizin gibi hislerimi bu kadar nezaket içerisinde ,bu kadar etkin bir şekilde ifade edebilmeme yeterli olsaydı…

Biz adil şartlarda edindiğimize inandığımız bir mülkümüzü, yaptığımız maddi harcamaların karşılığında, anne babalarımızın emeklerinin ve hayallerinin tamamen hiçe sayıldığı bir anlaşma ile kaybettik, her işte ki hayıra inanmış insanlarız, sorgulamayız, dediğiniz gibi şimdilik bitti!

Ama bu süreçte, sürekli desteğiniz ve hayat tecrübelerinizle yolumuzu her dakika aydınlattığınız için varlığınıza ve sağlığınıza her zamankinden daha çok dua ettik.

Allah sizleri başımızdan eksik etmesin, çok teşekkür ederim. Biz şimdilik Çin’e geri dönmüş FU olalım:))

Saygıda asalet.. Sevgide şefkat vardır.. Hoşgörüde hürmet.. Susmakta hikmet vardır.. Dostlukta minnet!

Saygılarımla / Kind regards

 

Mrs. N….l H…..u

M…E F…e S…i A. S. /Human Resources / Human Resources Manager 

************

Adam olana çok bile ! Bu günlerde adı sanı duyulmayan, sağlığından bile endişe ettiğim sevgili Yılmaz’ın iki yıl önce yazılarından birinde kullandığı, günün koşullarına uydurarak, yerel kılarak kullandığı bir deyimi yazarak şimdilik satırlarıma son veriyorum:

“Anlayana sivrisinek saz, anlamayana sazı soksan az”.

Aydınlık yollarda nice kelebek etkilerinin, zaman ve mekanda birbirinden uzak kaldığı için sebep-sonuç bağlarını kuramadığımız nice ilişkilerin bizi kulaksız bırakmaması dileklerimle sabırlarınızın hep aydınlık yollarda pekişmesini umut ederek…

Öykücü