Yaşam Büfesinde “Canbaz”

“…İki canbaz bir ipte oynamaz / Bir ipte bir sürü canbaz / Hilebaz, madrabaz, kumarbaz / İki canbaz bir ipte oynamaz / Bir ipte bir sürü canbaz / Ateşbaz, içvebaz, hokkabaz / İp niye kopmaz / Zampok eyin pi…”

Merhaba

Yazımın girişindeki dizeler Orhon Murat Arıburnu‘nun “İp” isimli şiirinden. Elimde dokuz kitap. Dokuzu da aynı anda Pınar’dan gelen hediye. Bir kez daha teşekkürler Pınar. Sekizi Sunay Akın‘ın. Hepsi birbirinden güzel. Dün üç isim netleşince aklımdan çıkmadı bu şiir. En başa geçip tek adam olunca aynı ipe ikinci canbazı istemediğini net olarak söyledi defalarca Tokatçı Tekmelettin Efendi. Bizi çaresizliğe mahkum eden Mısırlı Ekmeleddin hoca halim selim görünse de bu yarışa Bay Beki’nin sözleriyle 10-0 yerine 5-0 yenik başlamanın iç ezikliği 10 Ağustosun yakıcı sıcaklarıyla birleşecek. Asıl zor olanı bence, en azından ikinci tura kalsın diye gireceğimiz ikilem. Urfalı Selahattin mi yoksa Mısırlı Ekmeleddin mi ? İşte bütün mesele…

II.Mahmut döneminde Canbaz Ahmet Ağa omuzlarına bir koyun alarak çıkmış ipin üstüne (Bizimkisi de paralel yapı, darbe çerçevesinde ayakkabı kutularıyla çıkıyor) ve ipin tam ortasında hayvanı kurban etmiştir (Bizimkisi bakalım kimi kurban edecek ? Güllü günler mi göreceğiz yoksa Yıldıray’ın kardeşinin gözyaşlarını mı ?). Can çekişen hayvanın çırpınışlarıyla sallanan ipin üstünde durmayı başaran Ahmet Ağa bununla kalmayıp koyunu yüzmeyi de başarmıştır (EvelAllah bunu da çok iyi yapar bizimkisi). Bitmedi; Ahmet Ağa ipe çıkardığı mangala etleri dizerek bir güzel pişirmiş ve afiyetle yemiştir (Bakalım biz daha ne hünerlerini göreceğiz bizimkisinin ).

Hangi dürtülerle adayımızı seçeceğiz ?

Bu basit sorunun yanıtını ararken seçim ya da kabulde temel etkenleri düşündüm. Bu da beni SSTC nin ilk adımlarından olan ve o çerçevede adı “buying motives/satın alma dürtüleri” olan altı etkene yöneltti. Bu altı neden aslında 1926 da psikolog Dr.K.Strong tarafından derlenip ortaya konmuş olan 6 temel dürtüdür. Bunları ikişerli olarak üç grupta toplamak da olanaklıdır. Grupların oluştururken Kartezyen Düşünce tarzındaki 4 sorunun ilk ikisini kendimize sormak yeterlidir. Bunlar,

1.Seçersem ne olur ? Ne kazanırım ?

2.Seçmezsem ne olur ? Ne kaybederim ? 

Biz SSTC öğrenme yolculuğuna bu sorularla çıkarız. Böylece müşterimiz ile empati yaparız. Kendimizi onun yerine koruz. Müşterimizin teklifimizi, ürünümüzü, hizmetimizi neden kabul edeceğini, etmesi gerektiğini, edebileceğini saptamaya çalışırız. Müşterinin satın alma (kabul) dürtüsünü bulduktan sonra işimiz kolaylaşır. Müşterimizin kabul dürtüsü ya da ihtiyacını, beklentisini, özlemini, hevesini, arzusunu belirledikten sonra ürün ya da hizmetimizin bunu karşılayan faydalarını sunmaya başlarız. Üstelik bu faydaları dile getirirken her adımda “So, what..?” ya da “Ne farkeder ?” sorusunu defalarca kendimize sorup faydayı müşteriye özel kılmaya gayret gösteririz. Şimdi gelelim 10 Ağustosa…

“SER”den hangisi ve neden ?

Selahattin, Ekmeleddin, Recep (SER/BAŞ) den hangisini seçmeliyim ve neden seçmeliyim ? Temel’in fıkrasında olduğu gibi aklımı yorup entel olmaya çalışmaktansa bildiğim, tanıdığım ve laf aramızda sevmeye bile başladığım Selahatin mi; Mısırlı Ekmeleddin hoca karşısında ? Böylece acaba Selahatin’e mi ikinci tur şansı versem ve seçilse bile Tokatçı Tekmelettin Efendi bundan ders alıp da SER (baş) olunca takkeyi önüne alıp düşünür mü ? Yoksa Saddam’dan sonra Irak’ın haline bakıp da Saddam’a bile mi razı olsam “Fear of Lost/Kaybetme korkusu“ndan dolayı..

Hep aynı hikaye… Daha şimdiden yetmişyedimilyonun efendisi olucam valla billa söz diyor. Sanırım o yetmişyedimilyonu ayakkabı kutularındaki yeşiller sanıyor. Geçen basının bir köşesinde gözüme çarptı o cümle, sanırım Müjdat Gezen’e aitti: “Paranın herşeyi yapacağına inanan, para için herşeyi yapar” diyordu. Doymayan açgözlülük ve yokedilen, yağmalanan kaynaklar…Soma’da acılı vatandaşa tokat atıp tekmelettirebilen birisine nasıl güveneyim ki ? Can çıkar huy çıkmaz. O değişmez. O yerinde duramaz. O eline ve diline hakim olamaz. İstese de yapamaz; çünkü onun fıtratında (!) kibir var, şehvet var, hırs var… Onu seçmek bana gerçekten  korku veriyor. Onu düşününce SSTC yolculuklarımızın ilk adımlarında Dr.Strong’un altı temel kabul dürtüsüne yeniden dönüyorum. Bunlar,

1.Kazanç sağlamak (to make a gain): Onu (veya kimi) bana/bize/ülkeme sağlayacağı hangi kazançlardan (maddi, manevi, sağlık, çevre, ekonomi, itibar, vb) dolayı seçmeliyim ?

2.Kaybetme korkusu (Fear of the lost): Onu (veya hangisini) seçmezsem neleri kaybederim ? Bugünü yarını çocuklarımın, torunlarımın neleri riske girer; barış, sağlık, gelişme, ilerleme neler elimizden uçar gider onu seçmezsem ?

3.Zevk (Pleasure) için olsa bile, keyfi almak için, konfor için, daha güzel günler için SERden hangisini seçmeliyim ?

4.Dertten sakınmak (to avoid a pain): Başım ağrımasın diye, aklım takılmasın diye, ruhum sıkılmasın diye, başım dinç olsun diye, aklım geride kalmasın diye, yarınlardan endişe etmemek için hangisini seçmeliyim ?

5.Gurur (Pride): Hangisini seçmek bana aynanın karşısına geçtiğim zaman “helal olsun bana doğru adamı seçmişim” diyebilecek gururu verecektir. Urfalı Selahattin bey mi ? Mısırlı Ekmeleddin hoca mı ? yoksa tokatçı tekmelettin efendi mi ? Eğer benim karar vermede kabul dürtüm sadece “gurur” olabilseydi belki soruların yanıtı ve seçmek çok kolaydı…

6.Toplum beğenisini kazanmak (social approval): SERden hangisi bize toplum beğenisi sağlayacaktır ? Belki de bu açıdan en avantajlı olanı Mısırlı Ekmeleddin Hocadır. Ne varki böylesine ciddi, sıkıntılı, ivedi “kaos eşiği”nde yaşayan ülkem için bu altıncı dürtü mü yoksa 2 ve 4 nolu dürtüler mi daha önemlidir en azından benim için ?

Ayının bildiği kırk öykü; kırkı da bal üstüne” deyiminde olduğu gibi ben de dönüp dolaşıp sözü SSTC e getiriyorum. Neden mi ? Otuzyıl önce başlayan öğretirken öğrenme yolculuklarım aslında satışın değil “yaşamın becerileri”ni anlatıyor. Kuşkusuz bunu anlayabilene… Böyle olunca günlük yaşamında daha bir dinginlik, daha bir hazırlıklı dönem, daha iyi dinleyici olabilmek, geribildirim verme ve alma, sabır, tutku, gayret daha etkinleşiyor. Önce dikleşen yolculuk daha sonra tatlı bir eğimle sürekli yükseliyor; haz alıyorsun yolculuktan. Amaç bir hedefe ulaşmak olmuyor; amaç yolculuktan keyif almaya dönüşüyor. Beş yıl önce birden gelişen bir beraberliğin içine yepyeni yolcularla Alanya, Mersin ve Afyon’da yaşanan süreçlerden arta kalan ne oldu ? diye baktığımda sevgili Muammer’i görüyorum en ön sırada. Sesinde hep aynı heyecan sürüyor. Son telefon konuşmamızda büyüme, gelişme, değişme ve dönüşme evriminde bugünlerde o da feleğin ya da BAS üçlüsünün eleğinden geçecek ve bu deneyimi yaşayacak gibi görünüyor. Hayırlısı olsun.

Geçen gün Rusya’dan telefon ediyor bir meslektaşım. Büyümesi organikleşmiş (!) bir firmaya pazarlama müdürü olmuş ve benimle geçmişten gelen anıların heyecanıyla eğitim konusuna odaklanıyor. Ben de yetmişe bir kala Yaşam Büfesinde sıraya geçmek için SSTC; sırada kalmak için SSFW ve sırada öne geçmek için de LCWS den söz ediyorum. Çerçeve belirlenmiş gibi oluyor. Çeşme’de yeni beraberliklerimizle fiziksel olarak da yakınlaşan COPCULARın mutlu telaşları içinde ne İzmir’e gelecek zamanın ne de Çeşme’de böylesi bir görüşmeye ayıracak hevesim olmadığı için, gönlüm “seyir terasları”nı bırakıp gitmeye razı olmadığı için işin uzmanı, profesyonel dostumuz Utku’yu konuyu geliştirmek amacıyla devreye sokuyorum. Sonuç, “sessizlik”. Sürpriz mi ? Hayır. Belki yirmibeş yıl önceydi. İzmir’de “Balkan Ülkeleri Konferansı” vardı. Sahneye çıkan Prof.Dr.İ.Yokaş ( o zamanlar CC salça fabrikasında tarım müdürüydü) şu sözleri şöylemişti : “Ne yazık ki ülkemizde eğitim, üretimin stratejik bir girdisi olamamıştır”. Haklıydı. Bunca zaman sonra bu algı değişmiyor. Patron, genel müdür ya da orta yönetici eğitim istiyor ama bir yanda bunu stratejik görmüyor öte yandan da “eğitime katılmak için gösterilen hevesi öğrendiklerini uygulamak için göstermiyor”. Acı ama gerçek.

Nereden nereye geldik ? SERden yola çıktık ve bala geldik.. O ya da bu, sonucun ülkem için hayırlı olmasını ve gelecek günlerin gençlere hep aydınlık yarınlar sunmasını diliyorum.

Öykücü