Yaşam Büfesinde “Vicdansız Yalancı”

“…Roma’nın neden yıkıldığını soran birine Çiçero şu yanıtı verdi: “Çok güzel konuştular, fakat bilgisizdiler !…”

Merhaba

“Bilgisizlik” bile Roma’yı yıkmaya yettiyse vicdansız yalancının yatsıya kalmadan sönen mumuyla ülkem nerelere gidecek ? bilmiyorum ve korkuyorum. Soma’lıyım ve Nezuş’la birlikte dudaklarımızdan dua, gözlerimizden yaş eksilmedi iki gündür. Ya ruhum ! Ya yüreğim ! Kızgınlıklarım, öfkem üzüntümden fazla. Çünkü; ben (biz) onu bugüne kadar “Yalancı Hırsız” bilirdik. Şimdi vicdansızlığını da gördük. Gözümü(zü)n içine baka baka yalan söylemekten çekinmedi. Utanmadı. Markete sığınırken bile ruhsuz, duygusuz bir görüntü içindeydi. Yüreğimi dağladı bir madenci yakının şu sözleri “Kendini korumak için şu yaptıklarını madencileri korumak için yapsaydın…” Nasıl uyuyabildi ? Allah’a nasıl hesap verecek ? Yatacak yeri olmayacak. Allah onu bildiği gibi yapsın. Sevgili Özdil’in sözlerinde bile çaresizliği görünce daha bi kahroldum. “Ben ona hak veriyorum. Bize müstehak; onun gibi birini baştacı yapan bu halka müstehak” benzeri sözler acının içimizi yaktığı bu süreçte filtre edilmeden dışa vuran çaresizliklerimiz. Bana iki yüz yıl önceki kazalardan, bu oluşumu doğal kabul eden ruhsuz bakışından, nuru gitmiş yüzü karşımda görmekten gözlerim şişti. Onun gibi dini bütün görünen, beni Allah’la aldatmaktan çekinmeyen, bana göre asla müslüman olmayan, kâfir bile olmayan, insan olmayan, adam olmayanlar beni dinden imandan soğuttu. Bu acı günlerde şunu diyebilecek yürek olsaydı, o ve avanesi birazcık üzüntü duyuyor olsalardı; 29 Nisan’da verilen Soma madenleri için araştırma komisyonu kurulması önerisini ret etmekten dolayı azıcık vicdanları sızlasaydı ve diyebilselerdi “Evde sıfırlayamadığımız 30 m€ u ölen madencilerimize bağışladık” ya da “çikolata kutusu içinde gelen 1.5 m€ ve evde kasaya koyamadığımız diğer 1.5 m€ ve birkaç seferde aldığımız Rıza’nın 10 M€ nu ve hatta kolumdaki 700b€luk saati” madencilere yardım sandığına bağışladık deselerdi hırsızlıkları, yolsuzlukları affeder “helal olsun” bile derdim. Allah hepsinin cezasını verecektir. Mutlaka verecektir. Allah birse, biz de ona inanıp dualar edip gözyaşları döküyorsak bu hesap ahirete kalmaz. Allah mutlaka beter edecektir. Bunun başka yolu yok.

Öylesine bir ekonomik kıskaç içindeyiz ki günü yaşayabilmek için, yaşamı belirli bir düzeyde sürdürebilmek için öylesine acımasız yargılarımız var ki onlara bakınca bu “vicdansız yalancı” gerçekten de bize uygun duruyor. Şehit sayısı ikiyüzsekseniki iken madenden sağ çıkan birine soruyorlar “Ya bundan sonrası ?” diye ve yanıt ne kadar acı, çaresizlik ne kadar ağır “Kredim var. Yine madende çalışacağım. Başka seçeneğim yok.” Bunu gören, bunu bilen, otoritenin denetiminden korkmayan, ahbap dost ilişkisi içinde işi zorlaştıracak, maliyeti artıracak gerekli, yaşamsal önlemlerin alınmasını da sorumlulukla denetlemeyen, geliyorum diyen felaketi görüp de verilen soru önergesini mabatlarını kımıldatmadan, vicdansız yalancıya itiraz etmeden, ellerini kaldırıp hayır diyenlerin ruhları incinmiyorsa daha çok canlar yanacaktır. Döktüğümüz gözyaşlarının hürmetine, dualarımızın yanıtı olarak Allah’ım bu vicdansız yalancıya akıl fikir ver, Ona doğru yolu göster. Burnunun dikine gidişiyle ülkemi götürdüğü felaketi idrak etmesini sağla. Ya da; Allah’ım beni din kisvesi altında seninle aldatmaktan çekinmeyen bu vicdansız yalancı ve arkadaşlarını bildiğin gibi cezalandır. Ya da şeytana havale et Allah’ım. Bizleri yalancı vicdansızlardan koru Allah’ım.

Bugün Ilıca pazarında beklerken elimde “Su Terazisi (The Spirit Level)” kitabı vardı. Yaşadığımız acılarla şekillenen algılarımla seçiciliğim oluştu ve şu cümle aklıma kazındı : …Pratikte Tanrı ve Şeytan her toplumda bir aradadır ve her birinin alanı, yaşamın dokusuna, ekonomik sisteme ve bireysel farklılıklara bağlı olarak değişir…”. Bunu yazan R.Wilkinson ve K.Pickett isimli iki epiemiyoloji bilim insanı. Kariyer yolculuklarına baktığımda York Üniversitesi, Cambridge, Cornell, Berkeley ve Londra İktisat Okulu gibi ustalık aşamaları ve Nottingam Tıp Okulunda Profesörlük var.

Şimdi bir başka dala atlayıp yazımı sonlandırayım: …Güneşli bir cumartesi öğleden sonrasıydı. Arkadaşım Bob iki oğlunu golf oynamaya götürmüştü. Biletçiye yaklaşmış ve biletlerin kaç para olduğunu sormuş. Biletçi de “Altı yaşın üstündekiler üç dolar, altı yaşından küçük olanlar bedava. Çocuklarınız kaç yaşında ?” diye sormuş.”Avukat üç, doktor yedi yaşında sanırım size altı dolar vereceğim.” Biletçi “Bayım siz piyangodan para mı kazandınız ? Üç dolar az ödeyebilirdiniz. Ben yedi yaşında olduğunu nereden anlayacaktım !” Bob “Evet bu doğru olabilir ama çocuklar doğrunun ne olduğunu biliyorlar” demiş…”

Çocuklar doğrunun ne olduğunu biliyorlar ama çocukken bile çocuk olamamış, sözde dini bütün, ana babasının aldatmacalarıyla büyümüş (büyümemiş) vicdansız yalancı doğrunun ne olduğunu bilmiyor. Allah’tan aydınlık yollarda böylesi acıları bir daha yaşatmamak üzere doğruluktan ayrılmamayı ve tüm vicdansız yalancıları bizden ırak tutmasını diliyorum.

Ruhum izin vermedi. Bir gün daha beklemek istedim. Ve bugünün sabahında İrfan’ın aktarımlarında “tokat ve tekme” görünce yalancının vicdansızlığına bir de şerefsizliğini ekliyorum. Elleriniz, ayaklarınız kırılsın. Allah onların belasını vermiyorsa, selasını verir inşallah. Yeter artık…

“…Bektaşinin önüne iki şişe şarap koymuşlar. “Tat bakalım, hangisi daha iyi ?” demişler. Bektaşi birinciyi tatmış ve ikinciyi gösterip “O daha iyi ” demiş. Şaşırmışlar. “Tatmadın ki nasıl bildin ?” diye sorduklarında “Bundan daha kötüsü olamaz” demiş…” Bundan daha kötüsü olamaz. Ben Ege’li olarak, Soma’lı olarak şimdi anlıyorum ki (lütfen isimlerini verdiğim için beni bağışlasınlar) Hasip’i, Selahattin’i daha çok seviyorum. Allah beni (bizi) başımızdaki bu musibetten kurtarsın da…

İnsanlıktan uzaklaştınız; madene girin de insanlık görün” diyen Özdil’in kalemine dalıp giderken bir de ne göreyim vicdansız yalancıdan korktuğu kadar Allah’tan korkmayan Yusuf utanmadan bir haftalık rapor almış. Ayakların kırılsın Yusuf. Yüzünde kömür karası, yüreği akpak madencinin atılan tokatı affetmesindeki büyüklüğün zerresini taşımayan Yusuf defol git. Seni gözüm görmesin. Pınar’ın gönderdiği “Mine Kırıkkanat“ın yazısından bir pasajı aynen buraya aktarıyorum:

…Hava kurşun gibi ağır, sevgili okurlarım. Bu ülkede, azgın bir azınlığın sürekli tekmelediği mutsuz çoğunluğun öfkesi artıyor. Türkiye fokur fokur kaynayan bir kazan. Kapak henüz atmadı, çünkü itici gücüne henüz ulaşmadı. Bu çoğunluğa yön vermesi gereken muhalefet partileri, ne kaynayan öfkenin farkında, ne kendilerinden kesilen umutların… Sabır tenceresi ne zaman taşar, kapak nerede, nasıl bir gerekçeyle atar bilemem. Ama ufukta, hem iktidarın, hem de muhalefet partilerinin boyunu aşacak, atıllaşan siyasal arenayı basacak bir öfke selinin boğuk uğultusu büyüyor…” Sevgili Mine haklı. İş atılacak, önlenemeyen bir tek kurşuna bakıyor. Allah ülkemi korusun.
“Öykücü” olarak kendime soruyorum: “Hangi aydınlık yollar kaldı ki önümde beddua etmeden yürüyebileceğim…!!!***??? Allah beni  affetsin.

Öykücü