Yaşam Büfesinde “TAN/SEA/SAM”

“… Uzun yıllar önce Çin’de Lili adlı bir kız evlenir ve kayınvalidesi de bu yeni çiftle beraber yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra Lili, kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır. Bu da onların sıkı sık kavga edip tartışmalarına yol açar. Bu Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır. Birkaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından dolayı ev, kocası için çekilmez hale gelmiştir. Artık bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç kadın, doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir öz hazırlar ve bunu üç ay boyunca her gün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir, az az verilecek, böylece onu gelinin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kadına kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını, ona en güzel yemekleri yapmasını söyler. Sevinç içinde evine dönen Lili,…”

 

Merhaba

İlginç bir gün ! Yürüyüşe çıkmadan posta kutuma baktım ve “SEA” ile ilgili bir mesaj gördüm. Bir dostum kısacak bir cümlenin kahreden yakıcılığında kendini yatıştıracak, iç dalgalarının etkisinden koruyacak bir liman arıyordu. “Amca” lıkla başlayan seslenişinde, dert ortağı arayışında, içinde oluşan öfkeyi bastırmaya çalışıyordu. Yine de altı ay önceki benzer olaya göre bu kez “SEA” e açılmada biraz daha ustalık ve sabır gösteriyordu. Aferin. Demek ki emekler boşa gitmiyor; er ya da geç bir şeyler olumlu yönde gelişip, kalıcı olabiliyor. O halde “Yola Devam“. Biraz önce “Yola Devam“ı neden tırnak içine aldım; çünkü bu bir şarkının ismi ve ben gerçekten o şarkıyı bu “Kurumsallaşma Yolculuğu” nda çok seviyorum; çok anlamlı buluyorum ve filmlerimde  hep kullanıyorum. İşte dostumu “Sabır Sınavı”na sokan o basit, o yıpratıcı tek cümlenin bana yansıyan etkisiyle başladı günüm ve Bostanlı’da yol boyunca “... ne yapayım, nasıl yapayım da hem “ignore negative/olumsuzu duymazdan gel” ve hem de “be ready/hazır ol”  ikileminin gel-gitleriyle baş edebileyim ?” sorularının yanıtlarıyla meşgul sürdü yürüyüşüm. Bu düşüncelerle bir saati aşkın yürüyüşümün nasıl geçtiğini anlamadım. Bu düşüncelerle yazımın başlığındaki üç ilgisiz gibi görünen sözcükten ortadaki “SEA” olan üç harfli sözcük oluştu zihnimde denizden çürümüş yosunları toplayan emek işçilerinin verimsizliğine ve laf olsun diye sallanan tırmıklara baktıkça…

TAN” nereden çıktı şimdi ve ne işi var bu üçlünün başında ?

Hani ormanda yangın çıktığında yaşanan kaosu önlemek için hemen bir toplantı yapan aslanın “herkes alfabetik sırayla çıksın” emir ve önerisine rağmen, arı, aslan, at ve ayıdan önce yola koyulan “bit”in kendini savunurken “ben sizin bildiğiniz bitlerden değilim” dediği gibi; bu sizin bildiğiniz “TAN” lardan değil. Bugün camlı bölmede mükemmel bir disiplin içinde okul inşaatının temel çalışmalarını dantel gibi çalışarak adım adım geliştiren ekibe bakarken keyifle yaptığımız kahvaltı sırasında televizyonda Tan Sağtürk vardı. Türkiye’de baleyi sevdirme, baleden para kazanma, para kazınırken vakıf çalışmalarıyla iyilik yapabilme, yirmiyi aşan ve adına “akademi” sözcüğünü eklediği zincir okullarla baleyi ülkenin her yönüne, her kesimine yayma ve kabullendirme çalışmalarına bir kez daha imrenirken yazımın başlığını o anda “Yaşam Büfesinde Görünen Yüzümüz” koymayı ve arka tarafta kalan kulislere değinmeyi istemiştim. Sonra vazgeçtim ve üç harfli “TAN“ı da bu üçlünün arasına katıverdim. Beklentim “TAN” la “SAM“i bir potada buluşturabilmek.

“TAN” ve “SAM” hangi zaman ve mekanda bir araya gelebilirler ?

Yanıtı geciktirip evirip kıvırmayayım; şu kavramla “Mücadele Ruhu” ya da “Zorlukların Üstesinden Gelme” becerisini nerelerde ve nasıl kazanıldığının öyküsünün ortak platformunda buluşabilirler. Ben “TAN”ı hiç tanımadan, hakkında hiçbir şey bilmeden yaklaşık on yıl önceki bir televizyon dizisinde sıradan yakışıklı bir delikanlı olarak görmüştüm. “İkinci Bahar” ismi altında öylesine ünlü oyuncular arasında ben ona çok fazla dikkat etmemiştim. Ta ki dizinin ön sıralara çıktığı yılın ertesindeki yılbaşında bir gazetenin ünlülerin yaşam öykülerini topladığı kapsamlı bir ek yayınında onun adını ve öyküsünü okuyunca gözlerimi yaşartan, çok zor kazanılan bir başarı öyküsü anılarımda yerini almıştı. “TAN”ın Fransızca bilmeden Fransa’da başlayan başarı öyküsünün maliyeti ona ne denli yüksek olmuşsa (ki bu yönde sadece okuduklarıma göre varsayımlarım var); “SAM” in yine Fransa’da Fransızca bilerek  Dijon’da başlayıp Kanada’da süren zorlu yolculuğunun kırk bir yıl önceki öyküsündeki ustalıklarına erişirken benzer sıkıntıları yaşadığını özdeşletiverdi aklımın güzergahı. Başlangıç mekanları farklıydı; kabul ediyorum. Hızlı kazanımları da çok farklı olmuş; bunu anlıyorum. “TAN” sadece Fransızların kabul edildiği bir sanat grubuna becerilerinden ülkesel (Fransa) yararlar sağlayabilmek için özel yasa çıkarılan ayrıcalıklı bir Türk olarak yer alabilmiştir. “SAM” e de Kanada, yabancı dilini geliştirsin için parasal destek verecek şekilde yardımcı olmaya çalışarak benzer bir giriş jesti yapmış gibi algılıyorum ben bugünlerde sıklaşan mektuplarımızın satır aralarından. “TAN” için dünyanın her ülkesine vizesiz girişine izin veren, “…aman bu sanatçı hiçbir yerde hiçbir engelle karşılaşmasın ha !”  diyerek ana vatanından bile daha fazla destek olan Fransa ve Fransız pasaportunun hızlı kazanımı yanında SAM‘in beş yıl bekleyerek Kanada pasaportuna sahip olması da benzer bir sonuçtur benim algılarımda. Kuşkusuz bu sonucu oluşturan sürecin ne denli dikenli yollarda geçtiğini “TAN” ve “SAM” çok daha iyi bilirler. İşte tam bu noktada yine hiç bilmediğim Latince dilinden seçme sözcükleri oradan buradan aşırıp kullandıklarımdan biri olan “quae nocent docent/yaralayan şeyler öğreticidir” deyişine inanarak “TAN” ve “SAM“in bugünlerine bakıyorum.

SEA/TAN/SAM” Üçlüsü güncel etkileriyle beni “Funky Business” te nerelere götürür ?

Sadece “Öykü” konusuna, “Öykü Anlatmanın Önemi”ne, “Öykülerle Öğrenme“ye; “Öykülerle Etkili olma“ya, “Öykülerin Gücü“ne götürür bu üçlü beraberliği aynı potaya koyduğumda. İki İsveçli akademisyenin 2007 yılında yayınladıkları üçüncü kitapları olan “Funky Business Forever /Sonuna Kadar Delifişeklik” kitabının 235 nci sayfasında “Gerçek lider baş öykücüdür. Şiddetle ihtiyaç duyulan odaklanmayı, esini ve anlamı o sunar. Metaforlar ve dil inanılmaz güçlü bir etkiye sahiptir...” der. Onlar haklı. Nitekim aynı yıllarda (2005) Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun gün ışığı gören salonundaki “konuşma halkası“nda paylaşılan öykülerle; “pairing/çift oluşturma” seanslarındaki “Johari Penceresi“ndeki ısınma turlarında dillendirilen öykülerde; yüksek ağaçların kuş sesleri ve börtü böceğin cirit attığı ormanda “sezgi yürüyüşü“ne çıkıp da “Benim varlığımın nedeni ne ? Bu dünyada işim ne ? Ne yarar sağlıyorum ? Yüklendiğim misyon ne ola ki ?” benzeri sorulardan yapılandırdığım öykümle etkili olabilmek, verimli olabilmek, öğrenmek ve grupça öğrenme yolculuklarına katkı sağlayabilmek için katıldığım ustalık yolculuğuna yapılan çağrıların ilk koşulu “Good to Great” i okuyup da gelin olmuştu. Jim Collins o kitabında bize dört metafordan bahseder ve öykülerin gücünü vurgular. Bunlar Yumurta, Volan, Otobüs ve Kirpidir. Birgün “SEA/TAN/SAM” üçlüsünün öykülerini bu dört metaforun ana mesajlarıyla bütünleştirebilirse aklım ve ruhum bu yazımın bir başka versiyonunu kaleme alır ve paylaşırım.

Şimdi yazımın girişindeki kısa öyküyü tamamlayıp bugün beni etkileyen “SEA” ile “TAN/SAM” e uzanan akıl oyunlarımı sonlandırayım.

“… Uzun yıllar önce Çin’de Lili adlı bir kız evlenir ve kayınvalidesi de bu yeni çiftle beraber yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra Lili, kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır. Bu da onların sıkı sık kavga edip tartışmalarına yol açar. Bu Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır. Birkaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından dolayı ev, kocası için çekilmez hale gelmiştir. Artık bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç kadın, doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir öz hazırlar ve bunu üç ay boyunca her gün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir, az az verilecek, böylece onu gelinin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kadına kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını, ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.

Sevinç içinde evine dönen Lili, yaşlı adamın dediklerini aynen uygular. Hergün en güzel yemekler yapıyor kaynanasının tabağına azar azar zehir katıyordu. Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranıyordu. Bir süre sonra kayınvalidesi çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgarları esiyordu. Genç kadın kendisini ağır bir yük altında hissetti. Yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı dükkanının yolunu tuttu ve yaşlı adama şu ana kadar kayınvalidesine verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir yapması için yalvardı; çünkü yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu.

Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Lili’ye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı. “Sevgili Lili” dedi “Sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin, hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkça o da dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı. Böylece siz gerçek bir ana kız oldunuz” dedi… “

Şimdi bu öykü beni yeniden “TAN/SAM”den önce gelen “SEA” ile bugün dostumun yaşadığı sıkıntıya götürdü. Sabır önerdim. Sessizlik önerdim. Gandhi misali pasif direnişin gücünü önerdim. Bu arada tartışmalardan kaçınmasını önerdim. Gerekirse dolaylı bir yoldan, biraz daha kapsamlı bir öğrenme yolculuğu seansı önerdim. Böylece hem yukarıdaki öykünün finalindeki anahtar sözcük, hem “SEA” ile kurulacak diyalogta beklediğim etki ve hem de Funky Business‘in arka kapağındaki seçmece tanıtım ifadelerindeki anahtar sözcük tek bir sözcük olarak buluştu benim değer yargılarımda: SEVGİ

Bunu “Akıllı Büyüyerek Gelişin” üçlüsüyle açılımlı olarak göstermeye çalıştığım 03.2009-08.20111 aralığındaki “ustalık yolculuğu“nda çatışan iç güçlerin işini kolaylaştırmak için “sevmek şart değil ama severseniz işiniz kolaylaşır; sevin kolaylaşsın” mesajıyla ilgili üç birimin temsilcilerine gönderdiğimde birisi “bu mesaj bana yanlış gelmiş olmalı; ben bunun adresi değilim” diyerek geri iade etmişti. Adeta sevmeyi kendine yük görmüştü. “…O sevgisizlik ortamında daha sonra neler nasıl gelişti; ortak hedeflere bütünleşik eylemlerle gidebildiler mi; asıl önemlisi zaten patronun söz vermesine karşın vermeye hiç gönüllü olmadığı pastanın paylaşımında mutlu olabildiler mi ?…”  bilmiyorum. İşlerinin kolaylaşmadığı bir gerçek; yaprak dökümlerine baktığımda mutlu olmadıkları da açık ! Ne diyelim Allah yardımcıları olsun !

Nice sevgi dolu öğrenme ve ustalık yolculuklarını hep aydınlık yollarda yaşamanız dileklerimle.

Öykücü