Yaşam Büfesinde “Mayaları Beslemek”

“…Yaşlı adam kulübenin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli, o köpekler dedesinin kulübesinin önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri yarı köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken, niye ötekinin de var olduğunu; ve niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı dede bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. “Onlar” dedi “Benim için iki simgedir evlat“. “Neyin simgesi ?” diye sordu çocuk. “İyilik ve kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük sürekli içimizde mücadele eder durur...”

Merhaba

Birkaç gün önce sabah yürüyüşünden sonra camekanlı balkonda kahvaltı ederken “Doktorum” programında bir hanım konuk konuşmacıydı ((Defne Koryürek). Ekşi maya ekmek yapmayı anlatıyordu; yaparak gösteriyordu. Nedense o anda birkaç sözcük “dikkat“imi çekti (AIDA’nın ilk “A” sı etkinleşti). Kabul kapılarımı açan, beni duyduklarımın ötesinde etkileyen anahtar sözcükler (Key Words) oldu. Ekranın altındaki kısa yazıyı hemen önümdeki gazetenin bir yerine not ettim (Fikir Sahibi Damaklar Platform kurucusu;  http://www.fikirsahibidamaklar.org/ ). Böylece dikkatim “ilgi” ye dönüştü (AIDA’nın ikinci harfi “Interest” sıraya girdi). Aslında anlatımda kullanılan sözcükler sıradandı. Örneğin yazımın başlığındaki “Mayaları Beslemek” gibi.

Yine de ertesi gün beni üzerinde düşünmeye sevk etti. Sabah yürüyüşü boyunca ilgisiz parçalar birbirini çağrıştırdı. Önce “Mayalar” derken, beynimdeki oyunbozan “Ya Aztekler ! diye konuyu saptırmaya çalıştı. Halbuki ben Bayan Koryürek’in sözleri arasından cımbızladığım”Polikültür Yaşam Kuralları“ndan yola çıkmak istiyordum. Bu kapsamlı kural ifadesi nedense beni aldı götürdü altmışlı yılların ortalarındaki “Bahçe Mimarisi” dersinden aklımda kalmış olan bir kaç kavrama… Ahenk, Balans, Denge , Assosiasyon gibi sözcüklerdi bu yarım yamalak anımsadıklarım. Hangi bitkinin hangisiyle uyum içinde varlığını denge ile sürdürebileceğini; bahçeye koyacağın havuzun şekliyle çevresindeki diğer süslerin nasıl bir balans göstermesi gerektiği gibi başlangıç değerleriydi benim için o dersin ilk mesajlar.

Neden böyle bir ilgi kurmuştu aklım ?

Bunun yanıtından önce bir adım daha gelişen durumu açıklayayım. Kenarına “Yaşama Tutunma Bilgisi” notunu da eklediğim gazeteyi atmadım. Birkça gün sonra notları gazeteden ajandamsı defterimin bir sayfasına yazdım. Buna “Temize Çekmek” de diyebilirsiniz ki bu benim genel özelliğimdir. Ben bunu hep yaparım. Lise ve Fakülte yıllarından kalan bir alışkanlığımdır. Böylece AIDA’nın üçüncü harfi olan “İstek/Desire” da etkinleşmiş oldu. Ekşi maya ekmek için maya üretimini en basit şekliye açıklayan Defne hanım önce 1/1 olan ornalardan, dengeden söz etti. Bir ölçü un ve bir ölçü su. Daha sonra oda sıcaklığının yeterliliğine işaret etti. Demek ki cam fanusta yetişen çocuklarımız (ki bizimkiler değil) gibi aşırı özenli bir çevre koşulu gerekmiyordu bizim mayamıza. Ancak özen her gün yapılacak basit bir işlemi ihmal etmemeyi gerektiriyordu. Örneğin cam kavanozda başlattığı bu işin adım adım hedefe ulaşması için ağzını (senin değili kavanozun) bir bezle ört ki hava alsın. Demek ki aerobik (oksijinli) ortamda gelişip sürecek bizim maya elde etme, fermentasyon işimiz. Asıl önemli olan “mayayı beslemek” dedi bayan Koryürek. İşte aklım bu sözcükte takılı kaldı. Mayayı beslemek; güzel bir ifade. Bu nedenle ilgisi ilk anda düşük de görülse yazımın girişindeki kısa öyküyü bu nedenle seçtim.

Mayayı beslemek ne ister ?

Yanıtı çok basit. Bundan önce televizyonda anlatılanların ve anlatanların internette dolaşan bilgilerine erişmek istedim. Sayfalarına girdiğimde salyangozun “@” e çevrilmiş en basit görüntüsüne takıldı gözüm (belki de benim gözüm o logoyu böyle algıladı; ya da böyle algılamak istedim ben konuya olan ilgim ve şartlanmışlığımla). Sevdim bu logoyu. Manifestolarını okuduğumda ilk tırnak içindeki sözcük bir itiraftı; bir açıklamaydı. “Şehirli” bir grubuz demelerinin temel esprisi tıpkı 1993 de İspanya-Alicante‘ye hazırlanırken, ülkem adına IPM sunumu yaparken ortaya koyduğum ve anlamını pek bilmeyip sadece yorumlamaya çalıştığım “de-mystified” gibi anladım ben bunu. Yorumum da “bakmayın bizim böyle gerçek yoğurt, gerçek ekmek, dediğimize biz köy bakış açısıyla kimi otantik değerlerin korunmasını amaçlayan günümüz hızlı yaşamında bulutların üstünde uçan, ayakları yere basmayan birileri değiliz; tam tersine biz şehrin bu yarışmasında gerçek gıdalara kendi küçük gayretlerimizle erişilebileceğini göstermeye çalışan gerçekçi bir grubuz” demeye getiriyorlar bence. Böylece grubu daha iyi öğrenmeye çalışmak için AIDA‘nın son harfi olan ikinci “A” yı (Action/Eylem) da etkin kılmış oldum.

Mayayı beslemek için her gün aynı oranda un ve su koyup karıştırmak gerek ve yeter koşul. Bir hafta sonra mayanız ekmek yapmaya hazır hale gelecektir. İşte o anı bir eğlence haline getirin, bir şenlik olsun. Bu şenlik şehir yaşamındaki bir “imece“nin de müjdecisi olsun. Konu komşuyla, eş dostla bu mayayı paylaşın. Çünkü başta ne kadar küçük ölçek tutarsanız tutun her gün aynı miktarların eklenmesiyle mayanız bu süre sonunda bir dolu olacaktır. Paylaşın. Buzdolabında saklayın (bundan sonrasını dinlememiş olmalıyım ki sanırım artık uydurmaya başlıyorum). Ancak kalan mayadan ilk ekmeğinizi yaptığınızda pek düzgün olmazsa pek bozulmayın. Hangi iş ilk defasında mükemmel olur ki… Bu şekli çarpık çurpuk olacak ekmekle gurur duyun. Ustalaşacaksınız ve bu ustalık yolculuğunun keyfini çıkarın. Bu ustalık da sizinle “Yaşama Tutunma Bilgisi“ne sahip olarak dördüncü “L” nin sonuçlarında buluşturacaktır: “Leave a Legacy/Miras bırakmak“. Sadece senin ellerinde; yeter ki sen iste; yeter ki önündeki ve içindeki mayayı beslemek için biraz gayret göster.

Şimdi baştaki öykünün devamını getirip ana mesajı verelim ve bu yazıyı da noktalayalım:

“…Yaşlı adam kulübenin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli, o köpekler dedesinin kulübesinin önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri yarı köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken, niye ötekinin de var olduğunu; ve niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı dede bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. “Onlar” dedi “Benim için iki simgedir evlat“. “Neyin simgesi ?” diye sordu çocuk. “iyilik ve kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük sürekli içimizde mücadele eder durur.. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları“. Çocuk sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: “Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi ?” . Bilge dede derin bir gülümsemeyle baktı torununa “Hangisi mi evlat ? Ben hangisini daha iyi beslersem o !…”

Bugün 14 Mart Tıp Bayramı. Ailenizde bir doktor varsa (ki bizde var; Eray ve Özgen) bu bayram daha bir farklı anlam taşıyor. Biz, tüm doktorların bayramını yeni yasaların, yeni otoritelerin, hatalı uygulamaların “gerçek doğrular” için buluşması ve beklentilerini sağlayacak yeni düzenlemelerle gerçek bayramlara dönüşmesi, dileklerimizle kutluyoruz ve yollarının hep aydınlık olmasını diliyoruz.

Öykücü