Yaşam Büfesinde “Keyif ve Gurur”

“… Ahmet beyin dördüncü sınıf öğrencileri, geçmişte gördüğüm sınıflardan farklı değilmiş gibi görünüyorlardı. Öğrenciler beşerli sırada dizilmiş altı sırada oturuyorlardı. Öğretmen masası en önde öğrencilere bakıyordu. Panoda öğrencileri çalışmaları asılıydı. Birçok açıdan geleneksel bir ilkokul havası hissediliyordu. Yine de sınıfa ilk girdiğimde bir şey bana farklı görünüştü. Belirli bir heyecan söz konusuydu.Ahmet bey emekliliğine sadece iki yıl kalmış küçük bir kasaba öğretmeniydi. Ayrıca bölge çağında düzenlenmiş personel geliştirme projesine gönüllü olarak katkıda bulunuyordu. Eğitim sürecinde öğrencilerin kendilerini iyi hissetmeleri ve yaşamlarının sorumluluğunu üstlenmeleri temel alınıyordu. Ahmet beyin işi eğitim sürecine katılmak ve sunulan kavramları uygulamaya koymaktı. Benim işim ise sınıf ziyaretleri yapıp, uygulamaya hız kazandırmaktı…”

Merhaba

Bu kısa öykünün bu ilk bölümü beni bugünlerde yaşadığım hızlı değişimlerdeki duygu ve düşüncelerimin gelgitlerinde fazlaca etkiledi. Bunların ilki “kavramları uygulamaya koymak”, ikincisi ise “uygulamaya hız kazandırmak“.

Bu hafta başında hızla gelişen değişim/dönüşüm sürecinde CC/UC nin Pa…… yolculuğu gelişiverdi. Sözde hazır gibiydik; yine de değilmişsiz ki yüreğimiz burkuldu. İlk ciddi ayrılık süreci oluşurken sevgili Barış’a yazdığım iletime yanıtındaki güzelliklere hayran kaldım. Ona da en yakın zamanda blogumda “Keyif ve Gurur” odaklı bir yazı yazacağıma söz verdim. Bu da o sözü gerçekleştirme gayretim. Bakalım yazımın odağında kalabilecek miyim ?

“Kavramları Uygulamaya Koymak” ne menem bir iştir ?

Doksanlı yılların başlarıydı. Antalya-Kemer-Marco Polo’da “astranot kılıklı” herif olarak sahneye çıkmıştım. Hem de ilk iki amirime bile izin verilmeyen katı bir hiyerarşik sunum gündeminde. Görselimde tulum, dağarcığımda elle yazılmış renkli asetatlar, aklımda bir yayında okuduğum Dr.Vorley’in “FST” leri ve yedeğimde de yirmi yıla aşkın süredir mesleğimin mutfağında pişirip kotardığım “IPM” kavramına pratiklik kazandırma deneyimlerim vardı.

Kavramlar güzeldi. Kavramlar anlamlıydı. Ancak kavramlar teorikti. Uygulamaya aktarmak zordu. Hele bir de özel sektörde olup da kavramların öngördüğü değerlere zıt gibi görünen yaşamsal eylemler içinde olunca bu tür kavramları dillendirmek dürüst görünmüyordu. “IPM” dendiğinde anlamı “Integrated Pest Management / Bütünleşik Zararlı Yönetimi” demek oluyordu. Dört “E” kavramına (Etkin/Ekonomik/Emin/Ekolojik) uygun tarımsal savaşımı bu kavrama oturttuğunda çoğunluğun anladığı ve beklediği ilaçsız savaşım oluyordu. Halbuki biz ilaç satmaya çalışıyorduk. Ne yaman bir çelişkidir bu durum…

Bu nedenle Dr.Vorley‘in “FST” kavramına biraz daha yakın hissettim kendimi. Prensiplerini daha iyi anlamaya çalıştım. Üç temel direği olduğunu gördüm. İlki “IPM” di; ikincisi “Sağlık“, üçüncüsü ise “Uygulama Teknikleri“ydi. Hiç de görevim değildi bu kavramlara odaklanmak; ben bir garip teknik danışmandım. Kurumsal çerçeve içinde yaptıklarım bile satış kanadında sıkıntı yaratıyor gibiydi. Bir de buna IPM li FST li ek disiplinler katmak satışı daha bir fazla kızdırıyordu. “Hızlı kazanımlar (quick wins)” peşinde olan, ayakta kalmak, hayatta kalmak için yıkıcı rekabetle baş edebilmek için bunu yaşamsal gören satış kanadının savunduğum IPM, FST lerle “rekabet üstü olmak, kendi kulvarını oluşturmak” gibi uzun vadeli beklentilere ayıracak zamanı da yoktu, aklı da… Yüreği de el vermiyordu. Belli ki Dr.Vorley de merkezde (İsviçre) benzer sıkıntıları yaşamış ve FST konusunda prensiplerini bir mesleki dergide yayınladıktan kısa bir süre sonra şirketten (CINOS’un “CI” sinden) ayrılmak zorunda kalmıştı.

Dr.Vorley’i tanıma şansını bulamadım. Yerine geçen ve daha pratik düşünen XL (ekstra large demek değil) ile beraberliğim hem uzun sürdü ve hem de gerek Çeşme’de ve gerekse Basel’dan Fransa sınırına geçip çok şirin bir köyde ailesiyle (eşi ve iki kızı) çok özel bir akşam yemeği yeme sevincim oldu. Bay XL ile birlikte Türkiye Projesinde görev alan Dr.T.H. de proje yönetiminde deneyimliydi. Onlardan çok şey öğrendim. Herşeyden önce FST (Farmer Support Team/Çiftçi Destek Ekipleri) ile yola çıkarken “demystfied IPM ” diye bir sözcük, bir kavramla tanıştım. “Ayakları yere basan” demekmiş.

İşte dünün CG/XL ile bugünün CC/UC ile arasında kurduğum benzerlik “kavramları uygulamaya koymak” ya da “ayakları yere basan projeler yönetmek”. Ya da her zaman yinelediğim ve temel mesajım olan “acta non verba/laf değil eylem“. Daha sonraları CG/XL ile Alaşehir’in bağlarında, ilk kez Tablorone (!)  ile tanışan bağcıların yabancılarla fotoğraf çektirmedeki mutluluğunu gördüm. Ne günlerdi ! Şimdi CC/UC için de Pa…. serüveni böylesi tebessüm ettiren anılarla süslenecek; bundan eminim.

“Uygulamaya hız kazandırmak” kolay mı ?

Yapmak veya yaptırmak. Balık vermek veya balık tutmayı öğretmek. Benimle CC/UC arasındaki en önemli fark burada. Benden çok daha ileride. Sistem disiplini adına benden daha becerikli. Dört yıl önceydi. Zaman ne kadar hızlı geçiyor. Yirmi dört yıllık CINOS okulundan mezun olmuş ve artık kendimi gerçekten MAS hissettiğim günler başlamıştı. “MAS / Mustafa Artık Serbest” diyordum. Mutlu mesut dinginliğe alışıyordum. Temsil Plaza’da Hostcini’ye konuktum. Yeni Fellini Edition ile sevinçliydim. Huzurluydum. Aklım selimdi. COPCULAR hızla ilerliyorlardı. İlk teklif SSTC için Afyon’dan geldi. Sevmiştim. İkinci ayda bir meslektaşımı ziyarete gitmiştim. Teklifim yine SSTC Öğrenme Yolculuğuna çıkmaktı. Teklifim genişledi. Danışmanlığa dönüştü.

İki kavrama birden etkinlik katacaktım. Hem kavramları uygulamaya aktaracak ve hem de uygulanmalarına hız kazandıracaktım. Kavramlarım netti. Rekabet edebilmek ve rekabet üstü olabilmek için Yaşam Büfesinde “Sıraya Girmek”, “Sırada Kalmak” ve “Sırada Öne Geçmek” için ilk adım olarak “SSTC / Sales Skills by Trained Competence/ Eğitilmiş Yetkinlikle Satış Becerileri” disiplinini öğreneceklerdi. CINOS ta iki düzine yılda bunun ustası ve uzmanı olmuştum. Daha sonra bu kavramların uygulanmasına hız kazandırmak için 2005 de başlayan “Çerçeve Çalışmaları” nı günlük iş yaşamının bütünleyici bir parçası kılacaktım. Öyle de yaptım. MAS’ın ikinci açılımı kendiliğinden şekillenmişti: “MAS / More And Smarter: Daha Çok ve Daha Akıllı“. Anlamı, iyi yaptığın şeyleri daha çok yapmak için potansiyelini açığa çıkar; yapmakta zorlandığın şeyleri daha farklı yapmak için de kapabiliteni, yetkinliğini geliştir. Bunun için de Kurbağa Fredy örneğinde olduğu gibi, meslektaşlarıma, sahrada, müşteri birlikteliğinde “çukurdan çıkma teknikleri”ni uygulamalı olarak öğretmeye çalışıyordum. Bu iş için kendime bir yıllık süre çizmiştim. Ta ki Temmuz 2011 de Kırıkhan pamuklarında 47 derecelik sıcağı gördüğümde ve arkama bakıp da yalnız kaldığımı anladığımda aradan geçen 28 ayın gereğinden çok uzun olduğunu anladım. Ertesi gün MAS ın ikinci açılımından vaz geçip tekrar “Mustafa Artık Serbest” demiştim. Çünkü o gün arkama baktığımda çukurdan çıkma tekniklerini öğretmeye çalışırken onlar adına çukura ben girip çıkıyordum. Bu saatten sonra yakışmıyordu. Ne günlerdi…

Yazımın başındaki “keyif ve gurur” da neyin nesidir ?

Daha önceki yazılarımdan birinde paylaşmıştım biz COPCULARın standart bir duası vardır. Biz duaların gücüne inanırız. O duanın bir bölümünde “... istediklerimizden hak ettiklerimizin ve bize hayırlı olacak olanların verilmesini…” nazlanarak, inanarak, heyecanla isteriz. Şimdi CC/UC le yetmişe doğru alışık olmadığımız gurbeti yaşayınca Skype’a sahip olsak bile, limitsiz ve görüntülü görüşmeyle her an beraberliğimizi sağlasak bile duamıza bir bölüm daha ekledim ben. Şimdi bu ekle diyoruz ki “… bizi başladıklarını keyifle başaranlardan, hedefine gururla erişenlerden eyle…” diyoruz Yüce Yaratana.  Bu nedenle “Keyif ve Gurur” şimdi iki anahtar sözcük bizim için. Başarıda keyif olması için sağlık olması, huzur olması, heyecan olması, sevgi olması gerek. Bunu istiyoruz. Hedefe ulaşırken gurur duymak önemli. Gurur duymak için erişilen hedefin kurumsal beklentiler kadar insanlığa, yine sağlığa, esenliğe, evrene, katkısı olmalı. Ölçülebilir başarılarımız bize sevinç kaynağı olmalı. Bunu istiyoruz. İşte bu keyif ve gurur için uzaklara gidenler kadar geride onu bekleyenlerin de katkısı olması, motive edici etkisi olmalı ki olduğunu görüp mutlu oluyoruz. Ne mutlu bize. Daha ne ister insan !

Yaşam büfesinde sıraya girme, sırada kalma ve sırada öne geçme mücadelesinde nice başarılarınızın keyifli olması ve hedefe gururla ulaşmanız dileklerimle aydınlık yollarda ustalaşmanızı diliyorum.

Öykücü

NOT: Yazımın girişindeki Ahmet beyin “yapamamlar  mezarı” konulu kısa öyküsünü inşallah gelecek sefere sonlandırırım.