Yaşam Büfesinde “Dert Ağacı”

“… Eski çiftlik evini restore etmek için tuttuğum marangoz, benim için çalıştığı ilk gününü zorlukla tamamlamıştı. Arabasının patlayan lastiği onun işe bir saat geç gelmesine neden olmuş, elektrikli desteresi iflas etmiş ve şimdi de eski püskü aracı çalışmayı reddetmişti. Onu eve götürürken yanımda adeta taş gibi oturuyordu. Evine ulaştığımızda beni ailesiyle tanışmam için davet etti. Eve doğru yürürken…”

Merhaba

Bugün Çeşme gerçekten yazdan kalma bir günü yaşıyor. Albayrak Otel’de son turist grubu hâlâ denize girmeyi sürdürüyor. Sabah yürüyüşü adada yazdan fazla terletiyor. Balıklar daha bir yüzeyden yüzüp güneşin ışığında gümüş gibi parlıyorlar. Yaşlı balıkçının kovası yine barbun dolu. Nezuş ısrar etse de satmıyor. Alaçatı Kooperatifinin mezatında satmak üzere motoruna atlayıp gidiyor. Ildırı’da sevimli Erol, Ahmet ve Mesut’tan aldığımız Levreğin tadı bir başka güzel. Hele bir de Kâmil’in domateslerinden yapılan salata mükemmel bir akşam yemeğimiz oluyor. Aklımızda takıntılar olmayınca, Bursa’da patlayan trafo sonrası uykusuz gecelerdeki yoğun emeklerle işler yoluna girince yemeğin lezzeti bir başka oluyor. Nedense son üç balık yemeğimizde ne Angora’nın kırmızısından ne de Yeni Seri’nin beyazından beklediğim keyfi alamadım. Her ikisinde de kadehi sona erdiremedim. Bu nedenle son üç balığımız salt balık, salata ve sonrasında fırınlanmış tahin helvasından oluşuyor ki beklentilerimizi aşıyor. Bayramın son gününde gecenin ilerleyen saatlerinde yedek enerji kaynaklarını artırıp doğru konuşlandırmakla ilgili alt yapı yatırımlarını geliştiren Netdirekt’lilerin korkulu rüyası bu kez hasarsız geçiyor. Şimdi kendilerine şu üç temel soruyu sormalılar:

1.Bu kez neyi daha iyi yaptılar da böylesi olumlu bir geçiş süreci yaşadılar ? Bunun temel nedenlerini biliyorlar mı ki aynı dönem bir daha yaşandığında benzer başarıyı yine gösterebilsinler; işleri kolaylaşsın ?

2.Bu kez her şeye rağmen neyi yaparken yine zorlandılar da bir daha aynı süreci yaşamak gerektiğinde bu zorluğu daha kolay aşsınlar ya da buna hazırlıklı olsunlar ? 

3.İyi yaptıkları ya da yaparken zorlandıkları ya da olası kimi durumları yaşamadıkları neleri düşünsünler de aynı süreci bir daha yaşadıklarında neleri bu kez daha farklı yapsınlar ?

veya daha kısa sözcüklerle aynı üç sorunun anahtar sözcüklerine bakıp,

1.Neyi “İYİ” yaptılar ?

2.Neyi yaparken “ZOR“landılar ?

3.Bir daha aynı işi yaparken neyi “FARKLI” yapacaklar ?

Şimdi önlerinde üç gün var ve Çarşamba günü NOV/MOTES beraberliğimde herkese bu soruları sorup “Kurumsal Akıl Arşivi“ne katkılarını isteyeceğim.

Yazıma neden “dert ağacı” kısa öyküsü ile başladım ?

İlk başlığım “Yaşam Büfesinde Akıl Takıntıları” ya da “Yaşam Büfesinde Kaybolan Eşek” idi. Son iki haftada yaşadıklarıma, daha doğrusu çevremdeki gelişmelerle bundan etkilenen ruh halime bakıp bir çerçeve içinde kalmıştım. Bayramdan önceki Cuma gecesiydi. Bu kez Behzat Ç” i izleyeceğim diye karar verdim. Sabah yürüyüşü, bahçe işleri ve Çeşme’nin bol oksijeniyle çarpan hava gecenin ilerleyen saatlerindeki dizileri pek izletmez oldu. Bu kez kararlıydım. Dizi başladı, on onbeş dakika geçti geçmedi ki duvardaki LCD TV kararıverdi. Ne yaptıysam tekrar açılmadı. Geçen sene yine bu günlerde de böyle olmuştu. Yaz sezonu bitince, elektrik kullanım yükleri azalınca voltajlar 270 leri aşıyordu. İşte o anlardan birinde yine benzer arıza ile elektronik devresinde bir kart yanmış. Duycom’lu Mehmet 160 TL mı aldı. Yine benzer bir arıza (gibi geldi bana). Bu defa bu parayı vermem ve yeni bir TV alırım geçti aklımdan. Bayramda trafo arızası nedeniyle Bursa’lı Copcular İzmir’e gelemeyince ikinci gün biz Bursa’ya gittik. Ümit’e anlattım durumu ve hemen en güzelinden bir TV i (LED, full HD, uydu alıcısı içinde, USB vb) internette satın alıverdi. Bu sürecin başı ve sonu arasında bir de Çeşme’den İzmir’e dönüşümüz var. Yazın sonuna doğru derin dondurucuyu doldurmak ve bir de İzmir’de kış yaşamına başlamak için günlük gereksinimlerle buzdolabını zenginleştirme gayretine girdik her zaman ki gibi. Üstelik Bayramda 13 Copcu bizde olacağımıza göre ikinci buzdolabını da devreye almak gerek düşüncesiyle Mavişehir’e geldik. Elimizdekilerin ancak market arabası ile iki seferde eve taşıdık. Baktık ki bizim ünlü markalı ankastre buzdolabımız 5 termostat devresinde çalışmasına karşı üç duvarı sıcak sadece arka duvar soğuk. “Zaten miadı dolmuştu. On senelik dolaptı. Üstelik TOKİ bu ünlü markanın en adisinden koymuştu. Komşumuzunki de bozulmuştu ve servis bu adam olmaz demişti. A5 deki arkadaş da bu dolabı kapatmış tabak-çanak koyuyordu vb” şartlanmışlıklarımız öne çıktı. Yeni bir dolap ayarışına seferber olduk. Hem de üç oğul ve kızlarımız kolundan da destek alarak. Bu arada ikinci buzdolabının da ne olduysa kapağı kapanmaz oluverdi. Aksiliğe bak sen ! Yan yatırdım. Menteşelerinden zorladım. Olmadı. Bak sen şu Allah’ın işine. TV, 2 buzdolabı, neden böyle oluyor acep ? derken yıllar önce Söke’li HES (Hulusi/ Eyüp / Suat) gillerden Suat’ın söyledikleri aklıma geldi. “When it rains it pours” demiş ve Türkçesini de “felaket tekil gelmez” olarak vurgulayıvermişti.

Bu şartlanmışlarıklarımın dışa yansıyan tepkileri(m) fazlaydı. Kapının girişindeki “dert ağacı“nı es geçiyordum. İşte tam o sırada ankastrenin termostatıyla oynadım. Ertesi sabah dolap gerektiği gibi çalıştı. İkinci dolabının kapağının neden kapanmadığını sakince inceleyen site teknik ekibinden bay Ahmet olayı hemencik olayı çözüverdi. Temizlikte raflar ters takılmıştı. Düzeltince kapandı. Böylece dolap işi çözümlendi. Kaybolan eşekleri bulunca sevincim iki kez arttı.

Yurt İçi Kargo TV i hemen getirdi. Kargocu bana güvenip kimlik bile sormadan verdi gitti. LG Çeşme servisi hemen geldi TV i kurdu. Pırıl pırıldı ama evvelsi gece Behzat Ç’i yine aynı nedenden dolayı seyredemedim. Gecenin yarısına geliyordu zaman ve Çeşme’nin bol oksijini yine çarpmıştı bizi. Balığımızın arkadaşı sadece salata olmasına rağmen gece yarısına uyanık varamadık. Olsun varsın. Herşey gönlümüzce gelişiyor. Binlerce şükür ve takıntı olmayınca akılda, yürekte, uykunun zamanını bedenin biyolojisi kendiliğinden otomatiğe bağlıyor. Buna itirazımız yok. Eski TV u aşağıya indirdim. Nezih abiye vermeye karar verdim. Tam kucağıma alıp gidiyordum ki son bir defa daha prize taktım. Çalıştı. Hiçbir şeyi yokmuş (!). Çatıdan sehpasını indirdim. Uydu alıcım hazır. Aslıhan’ın odasına kurdum. Böylece dört odada dört TV hazır ve nazır oldu. Böylece kaybolan üçüncü eşek de bulunmuş oldu. Yine Nezuş haklı çıktı. O sürekli olarak bu TV nin bozulduğuna inanmadı ve bana hep ısrarcı oldu bu konuda. Benim yine inadım tuttu ve eve girerken “dert ağacı“nı es geçtiğimden dolayı dışa vurumum sıkıntılıydı. Her neyse ! İşte böyle bir şey Çeşme ve Çeşme-İzmir hattında Yaşam Büfesindeki serüvenler. Binlerce şükür.

Şimdi yazımın girişindeki öyküyü tamamlayıp Bayan Işık Menderes’ten bir alıntıyla başka bir mesaj aktarıp sözlerimi tamamlayayım.

 “… Eski çiftlik evini restore etmek için tuttuğum marangoz, benim için çalıştığı ilk gününü zorlukla tamamlamıştı. Arabasının patlayan lastiği onun işe bir saat geç gelmesine neden olmuş, elektrikli desteresi iflas etmiş ve şimdi de eski püskü aracı çalışmayı reddetmişti. Onu eve götürürken yanımda adeta taş gibi oturuyordu. Evine ulaştığımızda beni ailesiyle tanışmam için davet etti. Eve doğru yürürken küçük bir ağacın önünde kısa bir süre durdu, dalların uçlarına her iki eliyle dokundu.

Kapı açıldığında, adam şaşırtıcı derecede değişmişti. Yanık yüzü tebessümle kaplandı. İki küçük çocuğunu kucakladı ve eşine kocaman bir öpücük kondurdu. Daha sonra beni arabaya yolcu etmeye geldiğinde; ağacın yanından geçerken merakım daha da arttı ve ona eve giderken gördüğüm olayı sordum. “O, benim dert ağacım” dedi. “Elimde olmadan işimde bazı sorunlar çıkıyor, ama şundan eminim ki o sorunlar evime, eşime ve çocuklarıma ait değiller. Bunun için bu sorunları her akşam eve girerken o ağaca asıyorum. Sabahları tekrar onları oradan alıyorum. Ama komik olan ne biliyor musunuz ? Ertesi sabah onları almaya gittiğimde, astığım kadar çok olmadıklarını görüyorum..”

Güzel bir yaklaşım. Tıpkı daha önceki yazılarımdan birinde değindiğim gibi rahibeyi sırtından indirmeye benzer bir bakış açısı. Kuşkusuz biz iş yaşamında, olaylara bir de işten eve doğru bakarken aynı dert ağacına evin dertlerini asarak işe gelmelerini istiyoruz tüm işgörenlerden . Yapabilene aferin ki herkes yapmalı; yapabilir.

Netdirekt’te neler görüyorum ve nasıl yardımcı olmaya çalışıyorum ?

Kimi zaman hızlı gidiyorum. Eda’nın paylaştığı öykülerden birinde olduğu gibi “imam/profesör ve seyis” benzetmesinin ana fikri olan “fazla yüklenme” mesajını hak ediyor muyum diye iki adımda bir geri baktığım oluyor. Ancak o genç beyinler, o parlayan gözler ve o herşeyi orada öğrenip şekillenen paradigmalar doğru yolda olduğumun müjdelerini veriyor küçük testlerde. İyileşmeleri ve iyileştirici önlemlerin etkilerini hemen görüyorum. Umutlarım artıyor. Kimi zaman duyarlı yüreklerden gözlere dökülen yaşlar olsa da bunların hepsinin 2013 içinde kutlanacak nice güzelliklerin öncüleri olduğunu kabulleniyorum. İşte bu düşüncelerle iki elimde iki kitap var. Bunlar,

1.Beş sene önce adına FoL2 dediğimiz bir SYNliderlik yolculuğu programları yaparken edindiğim ve daha sonra dört tane daha alıp SSTC 2008 Çanakkale ve Afyonkarahisar Ustalık Yolculuklarında sevgili Fatih’e hediye ettiğim Dr.Ken beyin “Liderlikte Çıtayı Yükseltmek” ve

2.Birkaç gün önce edindiğim “İmdat Üstad Aranıyor” isimli Bayan Işık Menderes’in yazdığı mistik bir kitap.

Nedenini kolay açıklayamayacağım bir etkileşimi var bu iki farklı kitabın bende. Birbirlerinden çok uzak gibiler; hatta zıttı gibiler. Ama yine de ben onları değişimli, ardışık okurken ortak bir zemin buluyorum algılarımda. İkincisinin yazarı Bayan Işık Menderes’i tanımıyorum. Kitabın havasında tıpkı Elif Şafak’ın “Aşk”ında olduğu gibi Amerika’da oturup Konya’yı yazmak gibi geldi bana ve önceleri kolay kabullenemedim anlatılanları. Daha sonra çocukluğum ve rahmetli annemin de katıldığı kimi sohbetlere benzettim. Şimdi de ondan bir pasaj alıp yazımı bitireceğim. Umarım uygun kimi fotoğraflar da bulurum.

Yapıcı bir pişmanlık hissetmenin önemi nedir ?

sorusuna yanııtını bir öykü ile veriyor Bayan Işık.

“…Zenginliğine rağmen aradığı huzuru bir türlü bulamayan adam üstada yakarmış “Lütfen bana yardım edin. Aydınlanmak için neler yapmalıyım ?”

Çok geç maalesef” demiş bilge, “keza ölümün hızla sana yaklaştığını görüyorum. Şunun şurasında on günlük ömrün kalmış“. Duyduklarına inanmakta güçlük çeken adamcağız perperişan evine dönmüş. Karısı “Ne oldu, niye böyle mutsuzsun ?” diye sorunca adam pişmanlığın ızdırabıyla cevap vermiş “On gün içinde öleceğimi öğrendim bugün. Yaptığım hataları, işlediğim günahları nasıl telafi edebileceğimi bilemiyorum“…

Hikaye bu ya … O sırada mali müşaviri kapıda belirmiş “Efendim parayı tahsil edemedim. Adam borcunu ödememekte direniyor. Galiba mahkemeye gitmek en doğru çözüm” dediğinde biraz düşünüp “Boş ver” demiş. “Bende fazlasıyla var. Yoksa ona nasıl borç verebilirdim ki  ! Ondan para mara istemiyorum“. Patronun bu konularda tavizsiz tavrına alışkın olan müşavir ne diyeceğini, ne düşüneceğini bilmez bir halde evden ayrılmış.

Öleceğini bilen adam yıllardır küskün olduğu bütün dostlarını ziyaret ederek hepsinin gönlünü almış. Düşmanları ile bile el sıkışarak, uzlaşmayı başarmış. Sonra da servetinin büyük bir kısmını hayır kurumlarına bağışlamış. Ve ölümüne birkaç gün kala tüm dinlerin temsilcilerini çağırıp kendisine kutsal kitaplardan pasajlar okumalarını istemiş. Onuncu gün gelip çattığında metidasyon yaparak tevekkülle ölümü beklemeye koyulmuş. Bu anda halk onun ne denli sevecen ve cömert biri olduğunu konuşuyor, adı tüm gazetelerde övgüyle anılıyormuş.

Onbirinci günün sabahında hâlâ yaşadığını gören adam bilgeye giderek ne olduğunu sormuş.

Sana aydınlanmanın sırrını öğretmemi istemiştin

Anlamadım. Bana birşey öğretmediniz ki !”

Söyle bakalım” demiş bilge gülerek “Son on günde neler yaptın ? Kime ne yalanlar söyledin ? Kaç düşman kazanıp kaç dostunu kaybettin ?”

Ancak harcanacak vaktim kalmadığını düşünüp, herkesle barıştım, servetimi de ihtiyacı olanlara dağıttım.”

Bundan önce insanlar senin hakkında ne düşünüyorlardı ?”

Bencil ve kaba biri olduğumu”

Ya şimdi ?”

Herkes beni övüyor ve ermiş bir adam olduğumu söylüyor

Bundan memnun musun ?”

Elbette”

Öyleyse evine dön oğlum. Bil ki her an bu dünyayı terk edebilirsin. Hayatının hergününü şu son on gün gibi yaşa…”

İşte öykü bu. Hep bildiğimiz ve çok azımızın yapabildiği. Bu kısa öykü bana toprağı bol olsun Prof. R.Pausch’un “son ders”ini anımsattı. O daha bir görsel anlatıyor internetteki video kaydında.

Çeşme’de bir pazar gününün solgun akşam üzeri güneşi laptopunun üstüne düşerken nice günlerinizi hep aydınlıklar içinde geçmesi dileklerimle.

Öykücü