Yaşam Büfesinde “Hapsedilmiş Niyet”

“…Onbeş yıl önceydi. Bay Tiller, Kaliforniya’da bir şirketin elektromanyetik kirliliği giderecek bir ürün geliştirmesine yardımcı oluyordu. Fizikçi ve Stanford Üniversitesi’nde madde bilimi profesörü olan Tiller kitapları ve makaleleriyle alanında saygın bir yer edinmişti. İçinde kuartz kristali ve bir takım devreler içeren el kadar küçük siyah kutu gelen elektromanyetik enerjiyi perdeliyor ve yönünü değiştirip kuantum bilgiyi modüle ediyordu. Profesör Tiller elindeki aleti incelerken aklına parlak bir fikir geldi.”Yaşayan Sistemler“deki “Siptül Enerji” üzerinde yürütmekte olduğu deneylerden yepyeni bir teori oluşturdu. Bu teori ile “niyet”i en zor sınavdan geçirmeye karar verdi. Eğer düşünceler sadece bir enerji formuysa, o zaman bu basit makineyi “niyet” kullanarak “şarj” edip bir kimyasal süreci etkilemeye çalışabilirdi…”

Merhaba

Bugün Haziranın son pazartesisi. Düne kadar geçen 24 günde mükemmel bir yaz geçirdik tüm COPCULAR ve geçen hafta tam kadroyla Çeşme’deydi. Kariyer yolculuğunun profesyonel kulvarında yaz sıcaklarına aldırmadan İstanbul’daki mesleki bir öğrenme yolculuğunu zenginleştirme gayretinde terleyen genç profesörümüzün de aramıza katılmasıyla hafta sonu doruğa erişti mutluluğumuz. Bursa’dan aramıza katılan büyük abinin aklı çoğu kez işinde olsa da küçük kardeşinin adaşıyla telefon trafiği artsa da hafta sonuna kattığı ekstralarla güzeldi günlerimiz.Niyetlerimiz saftı; hep saftı zaten…

İklim koşullarından ençok etkilenen küçük kardeşin yeni yatrımında kışın su baskını, yazın soğutma derdi biz izlemede kalanların yüreklerini hoplatsa da; bu da yetmezmiş gibi sanal ortamın yaşamdaki yeri ve önemi arttıkça sürekli yatırım yapmak kaçınılmaz olsa da beşi bir arada üçüncü kuşak COPCULARın idolu olarak karada ve denizde kanatlarını hep açık tutarak yüreklerimize su serpti hafta sonunda her zaman yaptığı gibi… Urla-Altınköy’de büyük ve küçük tekneye bir de jetsky eklenince haftanın yorgunluğunu yine yorularak hafta sonunda atmanın keyfi sanırım daha da arttı.

Üçüncü kuşağa ben ABİDE diyorum ve özellikle “İD” bölümünde genç kızlarımız daha bir “aile tutkalı” bu günlerde. En küçüğü Dr.Özgen’in kollarından inmedi. Ortancası hepimizle didişti durdu. Kimi zaman “eşeği kaybettirip” buldurarark sevindirse de “kelebek etkisi” ile hangi bilinmezlerin koruycu şemsiyesi altında yüreklerin gelgitleri anılarımızı süsledi hafta sonunda. Bu kez bahçede müziğin sesi yükselmedi ve jandarma misafirmiz olmadı ama daha nice olasılıklardan korudu (özellikle Nezuş’un) yardımlarımız. Ben bu oluşuma “glück und unglück/şanssızlık içinde şans” diyorum ve hep anımsayacağım hafta sonunun öğretilerini tutum ve tavırlarıma yansıtacağıma söz veriyorum. İşte bu kararım yazımın girişindeki “niyet”in elektromanyetik etkisini çağrıştırdı ve çatıdaki çeyizlerimden Lynne McTaggart’ın “Niyetleri Gerçekleştirmek” isimli kitabını (Intention experiment/http://www.youtube.com/watch?v=QciaPhtYw90). yeniden okumama neden oldu. Bu kitabı 18.09.2008 de Çanakkale’de stın almışım ve 138 nic sayfasına atfen ilk sayfasına kırmızı kalemle şu notu düşmüşüm : “ Niyet, dua ve şifa: Tanrı niyeti eyleme dönüştürür“. İnanıyorum ve bun inançla yola devam ediyorum.

Bugün hava Çeşme’de bile sıcak. Yuvarlak cam masamız ancak bize (MEB) ve yeni laptoplarımıza (Benim ve Barış’ın birer haftalık ASUS’larımızla Eren’in henüz birgünlük MSI’ı) ve Kerem’in sınırsızlaştırdığı inernetle gönlümüz rahat yürüyoruz aydınlık yolumuzda. Yazımın ana fikri “niyet” ve tıpkı 2007 sonlarında Bayan Aker’le Antalya’da çıktığımız ustalık yolculuğunun ikinci etabında odaklandığımız “niyetin safiyeti” konusunda olduğu gibi ve esas olarak SSTC i güncellerken ele aldığım “niyet ve zihniyet” gibi iki gün öncesinin gecesinde yaşanan olaydaki ne düşünüp ne yaptığımızın etkisinde özümü sorgulamayı sürdürüyorum. Yine de SSTC nin temel öğretisi olan “pick up positives/Olumluları yakalamak” tan medet umuyorum; ya da bu kez avunuyorum. Ancak 67 de bile ders alarak daha aydınlık yollarda yürümeye çalışıyorum. Binlerce şükrün yoldaşlığında herşeye rağmen keyifli bir yolculuk yapıyorum. Ara sıra Kanada’lı Milton’un beygirinin su ve yeşil otlar için yoldan çıkması ve binicisinin hafif üzengi darbeleriyle hemen, yeniden yola girip kimi zaman dörtnalla ve esas olarak tırısla yürüyorum.

Bu düşüncelerle Haziran ayımın bu ilk yazısını derlemeye çalışırken Nisan sonunda Paris’in; Mayıs içinde zenginleştirilmiş “Babalar Günü” hediyelerinin mutluluğu içinde dün (24.06.2012) sevgili Kerem’in otuzikiye adım ettiği sıcak bir Haziran pazarının öğretileriyle bugün yine dualarla sürdü adadaki sabah yürüyüşüm. İrem’in Altınköy’den seslenişinde “gel beni al” vardı ve aklım da onda kaldı ama birkaç gün geçmeli ki…Daha ne ister insan. Şimdi Bayan Lynne’in yukarıda sözünü ettiği kitaptan bitraz daha alıntı ile “SSTC ve Niyet” bağlamında bir mesajla yazımı tamamlayayım.

“… Muhammed Ali’nin 1974 yılında Foreman’la kapışmasından yedi hafta önce hiç umursamıyormuş gibi antrenmanda ortağına birkaç gelişigüzel yumruk atıyordu. Çoklukla iplere yaslanıp ortağının kendisine yumruk atmasına izin veriyordu. Dövüş kariyerinin son yıllarında Ali, antrenmanlarda yumrukları nasıl alması gerektiğine vakit harcadı. Başını bir vuruş almadan bir mikro saniye önce çevirmesi gerketiğini ya da canının acımaması için bedeninin neresine gelen yumruğun yönünü zihinsel olarak nasıl değiştirebileceğini öğrendi…”

Peki ben, biz neler yapıyorduk dünden önce ve neler öğrendik dünden ve hatta dün öğrendiklerimizle neleri nasıl yapacağız yarınlarda ?

Sivrisineğin bize saz olduğu dün sabahın alacakaranlık kuşağı bana oğullarımın önerisi ve Nezuş’un ısrarıyla izlediğim “3 Idıots” filmini anımsattı. Belki de sadece sayısal benzerlikle etkilendim. Bu da yetmedi ve hemen ardından “ebeveynlerin etki düzeyleri” ölçülseydi hangi kriterlerle kimle kaçar puan alırdı ? ya takıldı aklım ve uçuşan fikirler aldı götürdü “mea culpa/hata bende; suçlu benim, bu benim hatam”  derken ruhum rahmetli Profesör R.Pausch‘un “son ders”i yerleşti zihnime.

Kendime sordum: Bugün son günüm olsa ne yapardın ? diye ve yanıt ararken önce düne ve dünden bugüne sarkanlara baktım. Şu an Çeşme’de benden daha ciddi internetten yararlanırken Nezuş’la izlediğim Eren ve Barış’a baktım “Oh be ” dedim. Ardından İrem’in yarım kalan telefonunu düşündüm ve “hadi be” dedim. Birkaç gün sonraya ertelenen ve “hele biraz da Urla’da Duru ile yaşasın da..” demenin dayanılmaz özlemien takıldım. Yaşam kavgası sürerken İstanbul’lu Kerem, Bursa’lı Ümit ve Medikal’li Eray’ın da hep yanımda olduğunu hissedip son kararımı verdim. “Bugün son günüm olsaydı bundan daha fazlasını istemezdim. Binlerce şükür”.

Sevdiklerinizle birlikte nice mutlu anlarınızın hep aydınlık yollarda keyifle geçmesi dileklerimle.

Öykücü