Yaşam Büfesinde “Hire And Fire (HAF)”

“… Seksenli yıllarda, eleman seçiminde kabul edilmiş test yöntemleriyle nesnel sonuçlar elde etmenin öneminin anlatıldığı bir toplantıda tanınmış bir şirketin tanınmış bir personel müdürü “Ben adaya bakarım ve işe yarayıp yaramayacağını bir dakikada gözünden anlarım.” dedi. Deneyimin yöneticiye kazandırdığı beceriye saygı duymamak elde değil. Ancak günümüzde artık nesnel sistemler kurmak hedeflenmektedir. Toplantıyı yürüten hocanın bu kişiye verdiği yanıt da aynen şöyle olmuştur: “Sizin bu yeteneğinize saygı duyuyorum. Fakat sahip olduğunuz bu göz çok pahalı. Çünkü onu alıp başkasına monte edemiyoruz. Ayrıca her istediğimiz zamanda ya da yerde de kullanamıyoruz.” Eğer gelişmiş ülkelerle aynı platformda rekabet edeceksek…”

Merhaba

Yazımın girişindeki anekdot Prof.Dr.Nursel Telman‘ın İlknur hanımla birlikte kaleme aldığı “Eleman Seçimi” isimli kitabın son sözünden bir ödünç alıntıdır. Yedi yıl önce yayımlanmış olan bu kitap daha çok yüksek öğretimin öğretim gündemine uygun bir çerçeveye sahip gibi görünse de ben bugünlerde onu “entelechy” kavramı etkisi altında bir kez daha okuyorum. Daha çok sayfaları rastgele çeviriyor ve aklımdakine uyan yerlere odaklanarak okuyorum. Ayrıca bu kitap bugün bana iki farklı kaynağa ulaşmada köprü görevi yapıyor. Bu kendiliğinden oluşuyor. Birincisi Prof.Telman ismi beni kendi geçmişimde bir yerlere bağlıyor. Nerelere ve neden bu bağlantı oluşuyor diye aklımdaki karmaşayı çözebilmek için Çeşme-Çatı-Çeyizlerime gidiyorum. Tavan arasının yüksekliğinin pek fazla olmadığı diplerde aramaya geçtiğimde kaçınılmaz bir boyun ağrısı oluşuyor. Sonunda buluyorum  ve bunca emeğe değdiğini anlıyorum.

Meğer Telman hoca 02.02.2000 tarihinde bana 33 soru sormuş ve yanıtlarımı 16 PF Kişilik Testine göre değerlendirmiş. Elde ettiği sonuçlarla bana beni anlatmış ve iki sayfalık analiz ve yorumlarının altına imzasını atmış. Kadere bak. Uzmanlık alanlarımızdan bihaber bir araya gelmişiz ve bilgi ve becerilerin çerçevesinde nesnel sonuçlarla beni en kritik süreçte profesyonel yönetimin karar sürecine sokmuş. Yeni milenyumun ilk yılları CINOS (CibaNovartisSyngenta)‘un değişim, gelişim ve dönüşüm yolculuğunun üçüncü evresinde yani “S” periyodunda daha sonra farkına vardığımız iki aşama yaşamısız. Ne zaman ki, “S”in ikinci aşama karar dönemi sonucunda aynı kurumda öğrenme yolculuğumu sürdürüp bir de 2005 Mayısında Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki tarihi şatonun ormanında “sezgi yürüyüşü“ne çıkınca resmin bütününü görebildim. Hocanın benimkine benzer değer yargılarıyla sistem içinde kalacakları seleksiyonla “Looking for the best people/Yüksek Performanslı Ekipler“inde buluşturma evresi (2000-2005) tamamlanmıştı. Çerçeve ve omurga çalışmalarıyla kuruma özgün liderlik modeli ve GROW Koçluğu ile CINOS’un “S” nin ikinci periyodu olan “Looking for the best in the people/Yüksek performanslı ekiplerde potansiyeli tam kullanma” seçimleri de başarıyla tamamlanıyordu. Buna dayalı yapı ve sistem geliştirmeleri de bugün CINOS’luları “S” sürecinin yeni bir aşamasına eriştiriyor. Hayırlısı olsun.

Hoca bana sormuş : “Gerekli yetkiye sahip olmadan harekete geçmeyen insan olabilmek senin için ne kadar kolay ne kadar zor ?” Ben de çok net olarak : “Harekete geçmeden duramam; yetki verilmese de beklemek ve durmak benim için çok ama çok zor” demişim. Otuzüç sorunun bir başkasında da hoca bana “Sistemli ve düzenli çalışan bir insan olmak zor mu ?” diye sorunca yanıtım yine “aksine çok kolay” demişim. Çok zor, zor, kolay ve çok kolay seçenekleriyle yanıtlanan tüm sorular sonunda hocanın benim için yönetime yazdıklarından bir kısmını burada paylaşıyorum:

“…Çizilen kişilik profilinden de anlaşılacağı gibi, davranışını baskın olarak etkileyen birinci dereceden faktörler mevcut değildir…” İlginç. Altı yıl sonra İrfan’la birlikte İsviçre’de katılacağımız bir haftalık “SSTC Tazeleme Eğitimi” kapanışında Bay R.Davis’in kişilik testlerinde de beni karakterize eden standart bir test formatı yargısına varılamamıştı. Her neyse ben yine Prof.Telman’ın benim için ilettiği yorumlarına devam edeyim: “… Çok daha az etkili ikinci dereceden olarak “E” faktörünün içeriğine göre iddialı, hakkını arayan, rekabete giren, bağımsız hareket etmeyi yeğleyen ve bildiğinden şaşmayan bir kişilik yapısına sahiptir. Bu kişilik yapısındakiler kendilerine güvenen, düşünce ve fikir yapıları itibariyle bağımsız insanlardır. ..

İyi, güzel de otorite olarak karar verici kişi ve onun yönlendirmesinde kurumsal yol haritası bu tür kişilik yapılarına ne kadar tahammüllü ? İşte kırmızı ince çizgi burada. Kimi zaman ortalık toz duman (1994 krizi ya da 2000 de ülkesel krizin öncüsü yanında CINOS’un son evresinin hengamesi gibi) ve herkes kendi derdine düşünce benim gibi yapılara gün doğuyor. Sınırları aşıyorum. Kabıma sığmıyorum. Adına devşirme güçler diyorum. İstanbul’un serin boğaz sularına bakıp ellerindeki kadehle efkarlanıp “Of ulan of !” diye yakınırken bembeyaz yakalılar ben Malatya’lıyı alıp Mersin’li ile eşleştirip bir ay Nevşehir’e patatese, bir ay da Bursa’lı ile birlikte Giresun fındıklarına götürüyorum. Ya da mesleki seferberlik ilan edip iki haftada Fethiye seralarından girip Mersin’den çıkarıyorum. İşte tüm bu girişimler hep Telman hocanın baktığı falda kanıtlanıyor. Hoca devam ediyor : “… Yeni data ve olayları mevcut durum ve hareket tarzına en iyi şekilde uydurur. Bir projeden diğerine kolaylıkla geçebilir veya değişikliklerden birinden diğerine kolaylıkla kayabilir…” Çok doğru demiş. Hem geçtim hem de kaydım. Hocanın söyledikleri daha pek çok. Şimdilik bu kadar yetsin.

Şimdi hocanın “Eleman Seçimi” isimli kitabının bu kez girişinden bir anekdot alıp yazımın başlığı olan “Hire And Fire” sözcükleri ile ilişkilendireyim. “… Seksenli yılların sonunda, büyük bir holdingin personel müdürüne verilen seminerde, işe uygun eleman seçmenin yararlarından bahsediliyordu. Büyük bir şirketin personel müdürünün anlatılanlara karşı yorumu şu oldu: Hocam bunlar lüks. Kapıda bekleyen yüzlerce insan var. Alırım, denerim, uygun değilse atar başkasını alırım. Bu tip sınavlar bence gereksiz…”Kendine aşırı güvenmek ya da görev verdiklerine güvenmemek, bildiğinden şaşmamak son yirmisekiz ayda gördüğüm en yaygın davranıştı. Çok yazık. Bu yaklaşım bana ellili yıllarda ilk okul birinci sınıftaki okuma kitabında küçük çocukları okutmaya çalışırken kullanılan ilk üç cümleye götürdü. Şöyle yazıyordu “Ali top at. Al sana top. At Ali at”. Tıpkı bunun gibi “işe adam al ve at” ki onun da İngilizce’si “Hire And Fire“. Kolaycılığın bedeli yüksek. Zorun üst sınırlarına dayanmadan kolaylık beklemek yanlış. Hem “bu kez valla dediğinizi yapıcam” deyip yine bildiğini okuyorsan önce kendine dön ve bak. Sonra neden “güven” tesis edemediğini anla. Bu nedenle bugünlerde yeni bir danışmanlık ilişkisine girince ilk prensibimin “medicine cura te ipsum/doktor önce kendini iyileştir” olacağını açıkca söyledim. İnanıp yapmak istediklerinizi geçekleştirmeye çalışırken güven gösterip sabırlı olmayacaksanız; hemen by-pass’lara geçecekseniz eğer bunca emeğe, masrafa ve paraya yazık etmeyin ve deyin ki “bırak böyle kalalım; bir dargın bir barışık, nasıl olsa dünyada bütün işler karışık“. Şaka bir yana. Başarı formülümdeki “2P/Patient and Persistent” e inanın ve uygulayın. Güç sizde. Çözüm sizin ellerinizde.

Son olarak da yazımda yer alan “entelechy” sözcüğüne değinmek istiyorum. Dokuz yıl önce soğuk bir sonbahar günü Hollanda’nın kuzeyindeki Nordwijck‘te SPIN Selling kitabının yazarı Borneo’lu Neil Rackham‘ın yönetimindeki bir toplantıdaydım. Bir haftalık toplantının adı ve kapsamı “GTM Strategy & FF Effectiveness / Hangi yolları kullanalım ve etkili olalım” idi. Hayran kaldığım bir öğrenme yolculuğu yaşamıştım. Toplantıdan sonraki birkaç günde çeşitli ülkeler inançlarını yansıtan projelerini sergiliyorlardı. İngiltere Üçgeni’ni de o sırada öğrendim. Biz de ülkemizden üç kişiydik. Toplantının akşamında da bir yemek fabrikasında gruplara ayrılıp verilen reçetelere göre kendi yemeğimizi kendimiz yapıp yedik. Böylece “emeksiz yemek olmaz“ı yaşayarak benliğimize kazıdık. Böylece ekip olarak grup özgünlüğümüzü yarattık. Asıl önemlisi canımızı ortaya koyup ekibin yaptıklarına güvenmenin önemini öğrendik. Benim grubumda toplantının en üst patronu olan Bay Piet vardı. Sakin adamdı. Baktım ki salatayı o ahestelikle bir saatte yapamayacak “ver bana abicim” deyip aldım bıçağı ve marulu elinden ve “bak böyle yapılır salata” diye hızlıca göbek marulu doğrarken parmağımı kestim. İlginç bir durumdu. Aldığımız ders “becerilerimizin bize tuzak olabileceği” idi ya da “hızın bedelinin yavaşlık” olduğunu gördük. Her neyse. O toplantının bir günlük onur konuğu ve aynı zamanda moderatörü olan Borneo’lu Neil’in kitabından aldım “entelechy” sözcüğü ve anlamı şu:

“Bir şeyin potansiyel varlığının gerçekleşmesi. Teoriyi uygulamaya dökebilmek. Teorik modelleri uygulamaya dönük becerilere dönüştürebilmek”. Çok güzel bir sözcükmüş. Neil tüm anlamları yaşama aktarabilmek için “alıştırma yapın, alıştırma yapın ve alıştırma yapın” diyor. Alıştırma yapıp da öğrenilenlerin alışkanlık haline gelmesi için de dört altın kural sıralıyor:

1.Aynı anda birden fazla davranışa yönelik alıştırma yapmayın: Ben de şimdi öyle yapıyorum. Bu günlerde odağımda “medicine cura te ipsum” için sadece görevleri tanımlamak var.

2.Yeni davranışı en az üç kere deneyin: Ben son yirmisekiz ayda ikinciye bile tahammül olmadığını görsem de adına “follow-up/takip” deyip özellikle SSTC öğretilerim için değil üç kere otuz kere bile alıştırmayı günlük iş yaşamının potasında sürdürüyorum. Sabır gerek sabır.

3.Nitelikten çok niceliğe bakın: Biz de bütüncül SSTC nin her gününde sayı veririz, hedef veririz, “beş tane açık dört tane fayda ekli soru soracaksınız” ve sadece sayıya bakarız. Dört yerine on soru olursa seviniriz. Soruların geleceğe yönelik, olumlu, bizi adım adım hedefe taşıyan olması gibi niteliklerine daha sonra bakarız.

4.Risk taşımayan durumlarda alıştırma yapın: Tıpkı “Züğürt Ağa” filminde Ş.Şen’in ara sokaklarda kimse yokken ” domates, domates” diye çığırtkanlık alıştırması yaptığı gibi. Ya da MDM (Pazar Geliştirme Müdürü) olduğumda ilk programlarımı en düşük potansiyele sahip bölgelerden başlamam gibi.

İşte böyle. “Hire And Fire” ile “Entelechy” sözcüklerini de bir araya getirdim. Bu Borneo’lu Neil’in ülkesinde yerleşim yerleri arasındaki ulaşım hep sazlıkların arasından giden küçük tekneler, kayıklar, kanolarla yapılırmış ve Neil kayıkçıya ne kadar yol kaldığını sorduğunda da kayıkçı hep ” satu tanjong lagi /bir dönemeç kaldı” dermiş. Bu yıl sevgili Arman hocayı ardından idolum olan Bay Jobs’ı ve ablamı kaybedince beden ölçülerimi hep düşündüğümde kendim için kaç dönemeç kaldığını bilmiyorum. Ancak gerek CINOS ve gerekse ABG süreçlerinden sonra şimdi de Polen beraberliğinde beni mutlu eden olgular pekçok. Bunların üstüne COPCUs Plus yaşam biçimi, Sevgili Nezuş’la Çeşme ve Mavişehir gelgitlerindeki yaşam bana bu günüm son günüm olsaydı daha farklısını bekletmezdi. Binlerce şükür. Daha ne ister insan.

Yaşam büfesinde self servis olan başarılara ulaşırken SSTC ya da seçeceğiniz herhangi bir öğrenme yolculuğundaki her dönemeçin sizi gönlünüzce erişmek istediklerinize kavuşturması dileklerimle dönemeçleriniz hep aydınlık olsun.

Öykücü