Yaşam Büfesinde “Zerduş Palan”

“… Öğrenme ve gelişme isteği ve niyeti olduktan sonra bireylerin ve kurumların gelişim potansiyelinin sonsuzluğuna yürekten inanıyorum… Çalışmalarımızı ve çabalarımızı etkin biçimde yoğunlaştırabilmek için öncelikle hayatta bir amacımız olması gerekir. Başarıya giden yolda odağınızı, seçtiğiniz hedeften ayırmayın. Asla taviz vermeyin, Asla yılmayın…”

Merhaba

Adana’dan selam ve sevgilerimle. İlginç bir gündü; bugün. Geçen hafta Fuar sırasında sağlanan ayrıcalıklı bir fırsatın eyleme dönüşmesinin hemen ardında yine sahneye fırlayan “O”kişi, tıpkı Nevşehir’deki lansman toplantısında yaptığını yaptı. Bugünden birkaç sahneyi alıp biraz Nevşehir’deki onbir yıl önceki anıya biraz da onbeş yıl öncesindeki Dr.DK örneklerine bağlayacağım hissettiklerimi. Bugün aferin bana ki gerçekten SSTC uygulamasını en iyi şekilde yaptım.

SIM’in el emeği, göz nuru öğle yemeğindeki leziz yemeklerinden sonra “strike while the iron is hot/ demir tavında döğülür” ya da daha Türkçe’siyle sıcağı sıcağına gecikmeden, zamanın erozyona uğratmasına izin vermeden yazma isteği ile resmi raporumu yazdım. “One Sheet Strategy (OSS)/Tek sayfada anlat” yaklaşımıyla olguyu ve algıyı yazılı kılıp şirketimde paylaştım. İlk anda ruhum incinmedi mi ? İncindi. Ancak; madem ki kırküç yılı bir soruda topladım ve

  • GAT (Give And Take / Ver ki; alasın) Dengesine inanıyorum; o halde önce öğrettiğim kurallar çerçevesinde neleri vermem gerektiğine odaklandım. Ve hemen ardından madem ki kırküç yılın imbiğinden damıttığım inançla;
  • MAS (More And Smarter / Daha çok ve daha akıllı) laşmayı öneriyorum; o halde iyi yaptığım şeyleri daha fazla yapmanın yolllarını bulmaya çalıştım. Kapasite kullanımımı artırmalıydım dedim ve gerçekleştirmeye çalıştım. Bunun için de SSTC öğrenme yolculuklarının ikinci adımının omurgasını oluşturan “ignore negatives pick-up positives / olumsuzları duymazdan gel, olumları al ve kullan” kuralını uyguladım. Kolay oldu mu ? Hayır. Başarabildim mi ? Evet. Peki işe yaradı mı ? Zaman gösterecek. Bunun için önce kendime döndüm ve
  • RAW (Ready Able Willingness / Hazır, Yetkin ve İstekli olmak) mıyım ? diye öz eleştiri yaptım “O”nu dikkatle dinlerken.

Yazımın girişini Vodafone’nun Türkiye İcra Komitesi Başkanı Sayın Serpil Timuray’ın bir derginin ek sayısında, Aralık 2010 da yayınlanan “Her zaman daha iyisi mümkün !” başlıklı yazısından ödünç aldım. O kısa paragrafta şuan ki ruh halimle ilgimi çeken, “istek ve niyet” ile “yoğunlaşmak, odak ve hedef” sözcükleri oldu.

CINOS’un son evresi için global birleşme 1999 un son günlerinde ilan edilmişti. İkibin yılı birleşmenin ön hazırlıkları içinde geçti. “O” teknik müdürken, ben “Pazar Geliştirme Müdürü” olarak pazarlama çatısı altındaydım ve yurt dışı destekli sekiz projem ve yedi proje liderim vardı. Proje liderleriyle birlikte bir dönem Fethiye’den Mersin’e Beyazsinek mücadelesi odağında gece-gündüz aralıksız sera sebzelerinde çalışıyorduk. Ardından Malatya ve Bursa’dan Giresun’a devşirme güçler taşıyıp fındık tepelerinde tarla günleri becerilerinin gelişmesine destek oluyordum. Aman boş kalmasınlar ve birleşmede “ne gelir başımıza diye endişe yaşayacak rahatsızlıkları ve hatta rahatlıkları olmasın” diye Adana ve Malatya’dan Niğde-Nevşehir patateslerinde pratik ustalaşma gayretleri içinde hepsinle birlikte oluyordum. Üstelik sürpriz bir by-pass’ın tehditleri altında. Bugün bana öğretemediğini söyleyip komik duruma düşen sözde dostum “O” kişi” nin neleri görüp yapmadığı için CINOS’un son sürecini yaşayamadığını ve son on yılda bu hınçla davrandığını kolaylıkla anlıyorum. Anlıyamadığım o sözleri söylemesinin esbab-ı mucibezi. Bu hezeyan niye ? Neden bu kıskançlık ? Toplantıdan hemen sonra sunumuma konu olan ilaç için bana gelip de “Şimdi ben Bakanlığa gitsem; bu ilacın benzeri için izin istesem verir mi ?” diye sormasının ardında yatan sadece erişemediğini kötüleme güdüsü yatıyor ki; adama demezler mi “Behey gafil onyıldır önemli bir soruna çözüm olduğunu her türlü çiftçi koşulunda kanıtlamış olan böylesi bir “4E” e olabildiğince uygun bir aktif için görüşlerini neden bugüne ve bu ortama bıraktın ?”. Halbuki birazcık aklı olsaydı son yıllardaki ekolojik koşullarda değişim gözlenen zararlıyla ilaçlı savaşımda “Pypi/Bupr İkilisi” ile entegre korumayı geliştirmeye çalışırdı. Bulunmaz bir fırsat çıkmıştı. Göremedi. Demek ki bırakın aramızda yaratmaya çalıştığı kişisel çekişmeyi (!) en azından CINOS’un ilk iki aşamasındaki öğrenme yolculuklarında SSTC nin zerresinden nasibini almamış olduğunu sergiledi. Ne diyeyim, Allah kurtarsın. Herneyse ! Bu durum bana açıkca densizlik geliyor ! Anlamsız geliyor. Gülünç geliyor ve gülüp geçebiliyorum. Gülerken de “İnsanın böyle dostları (ya da dost bildikleri) oldukça düşmana ihtiyacı olmaz” özdeyişini anımsıyorum. Şimdilik bunu anlamakta, kabullenip özümsemekte güçlük çeken iş arkadaşlarımı “aman ha; sakin olun ha !” diye ikna etmek için zaman harcamam gerektiğine üzülüyorum. Hani o çok sevdiğim söz var ya “Akılsızlar dünyanın en zararlı hırsızlarıdır; onlar zamanımızı, sağlığımızı ve aklımızı çalarlar“. İşte bundan sakınma gayreti içindeyim.

Bugün bu oluşumu hemen bir başka dostumla, geribildirim alabilmek için telefon edip paylaştığımda; önce güldü ve sonra “Ucuz kurtarmışsın. “O” bunu hep yapıyor; biz alıştık. ” demekle yetindi. CINOS’un “S”nin ilk evresinde (2001 Ocak-Temmuz) “O”nunla pazarlama bölümündeki onaltı kişinin arasında yine aynı ekipteydik. Bugün bana öğrenmekten söz eden “O” kişi daha o günlerde öğrenme yolculuklarına son vermiş olmalı ki ne bölgenin haftalık toplantılarına katıldı ne de Adana’dan Urfa’ya gidip sıkıntı yaşayan grubundaki satışçılara yardımcı oldu. Hatta “kırk yıllık dostsunuz neden toplantılarına katılmıyorsun ?” dediğimde sözleri aynen şöyle oldu “… kaç paralık adam ki onunla toplanacağım ?”. Bu yanıt daha o zamanlar beni ürpertmişti. Hepimizin parasal değeri üzerimizdeki kırkparalık çuldan başka ne ola ki ? O gün birlikte çalıştığı, aile dostu iş arkadaşları için bunu söyleyen kişinin bugün “ben onu işe aldım” şeklindeki palavradan sözleri bana sadece yazımın başlığındaki “zerduş palan“ı anımsatıyor.  Hani bir diğer deyişteki “sirkatin beyan eden kıpti” örneğini de anımsamıyorum değil aşağıdaki örnekleri dile getirirken. Değer mi ? Değmez. Bu nedenle bir kez daha “herneyse” deyip bu kısmı kapatayım.

Madem ki kutu açıldı; o zaman ben de üsturuplu bir biçimde birkaç şey söyleyeyim. Bu açıklamalarım daha çok iş arkadaşlarıma dönüktür. Ben 1985 yılında Enstitü’den istifa edip Ciba-Geigy’e geçtiğimde; “O” kişiyi tanımıyordum; Ege Bölgesine, Sevgili Alev’in teklifi ile “teknik danışmanlık” görevini kabullendiğimde “O” da benim gibi Adana’da bir garip teknik danışmandı. Teknik müdürümüz de İstanbul’da Hikmet Beydi. Dolayısıyla “O”nun beni işe almış olması sözü külliyen yalandır. Anlamakta zorluk çektiğim şey böylesi anlamsız bir yalana neden ihtiyaç hissettiği; neden böylesi bir yalandan medet umduğudur. Her söz sahibine aittir. Böyle bir yalana değseydi bari ! Öncelikle “imaj” sözcüğünü kullanan kişi kendine dönüp bir bakmalı ve “Ben bugün ne yaptım ? Şimdi neler söylüyorum ? Bunları neden söylüyorum ? Bu sözlerin kime ve bana ne faydası var ?” diye kendini sorgulamalı öncelikle. Neden öyle bir hezeyan sergilediğini anlamaya çalışmalı.

Hani derler ya “dinime dahleden bari moselman olsa !”; ben bunu da demeyeceğim. Çünkü bu sözün anlamından medet ummamı gerektirecek bir durum görmüyorum. Yine de Nevşehir’den, CINOS’un “NO” sunun son günlerinden bir görüntüyü paylaşayım. Evet gerçekten çok güzel çalışmalar yapılmış ve rakibin hemen ardından tohum ilaçlaması pazarına mükemmel bir ilaç verilmişti. “Her koşulda çalışan” ve “Hasada kadar koruyan” sözlerinin arkasını dolduran “O” nun duyarlı çalışmalarıydı. Bu çalışmaların bir başka versiyonunu da Fransa’nın Toulose kentinde tüm Avrupa ekibine ve üst düzey yöneticelere poster şov olarak sunmak da yine bana nasip olmuştu. Emekle yoğurduğu ve yüz kilo tohuma 15 g dozunda ruhsat almasını sağlayarak uygulamaya verilen ilacın lansman sunumunu da yine ben yapıyordum. Nevşehir Dedeman Oteli toplantı salonu her kesimden seçilmiş müşterilerle tıklım tıklımdı. Benim ve proje liderlerimin hepsinin üzerlerinde yandaki fotoğrafta görülen kırmızı yelekler vardı. Sunumumu yaparken “O” birden sahneye fırladı ve katılımcılara dönüp “100 kilo tohuma 15 g değil 5 g lık doz da yeterli olur” deyiverdi. Ben idare etmeye çalıştıkça bu konudaki ısrarını sürdürdü. Adama demezler mi “abicim bu denemeleri sen yaptın; bu raporu sen yazdın; bu etkiket ona göre hazırlandı; tüm yayım çalışmaları, promosyon malzemeleri ve demolar bu  doza göre yapıldı ve biz bu doza göre sahneye çıktık. Şimdi nerden çıktı bu 5 g demezler mi adama; adam olan adama… Yandı gülüm keten helva. Bu ve benzer densizliklerinden dolayı o günden sonra seçilmiş hedef kitle gruplarına yapılan hiç bir sunumda yer alamadı ve sahneye çıkamadı. Bugün bana imajdan söz eden ve haddi olmadığı halde imajı ölçmeye kalkıp nicelleştiren “O” kişinin kendisi için, kendi kurumu için ve kendi iş arkadaşları için yarattığı felaketi bir gözünüzde canlandırın. Tüm o anların video kayıtları hâlâ elimdedir. İşte o çıkıştır “O”nun CINOS’taki iş yaşamını sonlandıran. Yine de şükretmelidir ki şirket yıllarca verdiği emeğinin karşılığını en yüksek düzeyde ödemiştir. Ne var ki bu ayrılışı hazmedemeyen “O” kişi o günden sonra, her fırsatta yıllarca çalıştığı kuruma ve o kurumda bizzat kendisinin geliştirdiği çözümlere karşı da dostça olmayan, dürüst olmayan tutum sergilemiştir. Bugün bir ölçüde rakip olduğumuz koşullarda yaşadığım durum sanırım daha doğal bir olgu ve diğer dostumun telefondaki sözüne inanıp belki de ucuz kurtulduğuma şükretmeliyim. Ne diyelim; Allah selamet versin, Allah akıl fikir versin !

Biraz daha geriye gidelim. Hani öykülerimde yazdığım ve bana “You don’t get money from government /Sen paranı devletten almıyorsun” diye eleştiren Dr.D.K.isimli İsviçre’li pazarlama uzmanı var ya ! İşte o yine ülkemize gelmişti. Bugün benimle çatışmaya çalışan “O” kişi bu uzmanı iyi tanır. O tarihlerde bugünki “O”kişi Teknik Müdürdü ve ben de onun kadrosunda Teknik Danışman olarak ilaç denemeleri yapıyordum. Dr.K. in o günlerde bizden bir isteği vardı. Sistemik ve güçlü bir aktif maddenin granül formülasyonunun serada, hıyarlarda topraktan kullanılmasının Yalancı mildiyö (Pseudoperonospora cubensis) hastalığına karşı etkisini denemelerle saptamamızı istiyordu. “Aman Allahım !” dememek elde değildi. Çünkü bu hastalık etmeni hava ile yayılıyordu ve Dr.K. in uzmanlığı fitopatoloji değil pazarlamaydı. Bence böyle bir deneme anlamsızdı; abesle iştigal etmekti. Çünkü GIFAP/FRAC/PWG (Phenilamidler Çalışma Grubu) nun başkanı Prof.Gisi‘nin ortaya koyduğu dört temel kuraldan biri netti. Bilimin isteği netti. Prof.Gisi diyordu ki “hava ile yayılan hastalık etmenlerine karşı kesinlikle toprak ilaçlaması yapmayınız; hem etki bulamazsınız ve hem de dilution effect nedeniyle aktifinize yazık edersiniz“. Ben amirime karşı çıkıp “böyle bir denemeyi yapmam” dedim ve paramın nereden ödendiği uyarısını aldığım yukarıdaki sözü bir kez daha işittim. “O” ise amirini kıramadı ve deneme kurdu. Sonuç sürpriz değildi; beklendiği gibi etkisizlikti. İşte bugün bana öğretemediğini söylediği şeylerden birisi de bu tür boşuna kürek çekmeler de olsa gerek. Bugün toplantıda da söyledim “Önce niyet ve zihniyet ve niyetin safiyeti” önemli. Sonrası bilgi ve becerilerinizle sergilediğiniz duruş !

Ne diyelim; rekabetin getirdiği çekişmelerde, mesleğimiz ve dürüstlüğümüz tartışılmaz olsun ve doğruları, daha iyileri bulma çabalarımız hep aydınlık yollarda geçsin.

Öykücü