Yaşam Büfesinde “Kravat ve Gömlek”

“… Bir adam çölde susuzluktan ölmek üzere yürüyor ve bir vaha arıyormuş. Birden bir ses duymuş gökten “Sana bir kravat vermemi ister misin ?” Adam bozulmuş, “Çölün ortasında kravatı ne yapayım ben ?” demiş. “Susuzluktan ölüyorum, bana su gerek”. Yürümeye devam etmiş ve bir süre sonra aynı ses tekrar duyulmuş: “Sana bir gömlek vermemi ister misin ?” Yine kızmış adam: “Susuzluktan kıvranırken gömleği ne yapacağım ?” demiş…”

Merhaba

İstanbul’un etkisiyle Temmuz’da adeta kışı yaşayan Çeşme-Germiyanyalısı’ndan sıcak bir Pazar sabahı, tekrar Merhaba. Bir hafta önce İstanbul’da Sürmeli’de Duygun ve Murat’ın düğünündeydik. Pırıl pırıl iki genç, gözlerindeki mutluluk özgün süslemelerine yansıyordu. Kendi sesleriyle doldurdukları görselin eşliğinde ilk dansları akıllardan uzun süre çıkmayacaktır. Bu vesileyle biz Copcu’ların ilk yarısı da Jetta ile İskele’de ve İstinye Park’ın salonlarında bir başka sevinci de yaşadık. Dönüşte Jetta’da sol ayağımı nereye koyacağımı bilemezken dualarım biraz daha fazlaydı ve yolculuk güzeldi.

Geçtiğimiz hafta Alaşehir-Sarıgöl bağ pazarındaki görev değişiminde “etkili olma“yı gözlemlemeye çalıştım. Hemen dönüşte yazdığım elektronik postayla algılarımı paylaşırken dikkat çektiğim ilk tümcemi buraya da almak istiyorum. Bir kez daha gönülden inandım ki “Her şerden bir hayır arayacaksın” sözü gerçekmiş. En potansiyel alt sahaya daha potansiyel bir satışçının gelmiş olması “Akıllı Büyüyerek Gelişmek” isteyen, bu yolda “Müşterilerinin İşini Kolaylaştıran” ve amacını “Bitkiler Korumamız Altında” diyerek somutlaştıran şirketimin yakın ve uzak geleceğe ilişkin umutlarım arttı. Bağ pazarının “doğru ile iğrinin ayrılacağı” ya da “emeklerin yemeğe dönüşeceği” ayrıcalıklı zor yıllardan birini yaşadığına bizzat tanık oldum. Bu zorlukların varlığımızın temel nedeni olduğunu bir kez daha anladım. Haziran’a kadar erkencilleşen Kurşuniküfle savaşım, Temmuz’da hâlâ süren Mildiyö, şirketler ve çözümleri için hem kısa vadeli “ayakta kalmak-hayatta kalmak” mücadelesi yaratıyor hem de uzun vadede “fark yaratıp kendi kulvarını oluşturmak” ya da E.D.Bono‘nun deyişiyle “rekabet üstü olmak” fırsatını sunuyor. Bu yaşadıklarım yazımın girişindeki kısa öyküyü seçmeme neden oldu.

Neden yukarıdaki öykü; susuzluktan kırılırken kravat ve gömlek ne işe yaracak ki ?

Bu sorunun yanıtından önce Nisan 1994 e gitmek istiyorum. Teknik’ten Satış’a transfer oldum. Bölge Müdürü oluşumun beşinci ayındayım. Sorumluluğum çok arttı; korkularım da. Ülkem krize girdi. Krizin ilk işaretleri bir yıl önce görülmeye başlamıştı. CNS in ilk kurumu gelişmelerin farkında değildi. Antalya’da yaptığımız toplantıda Pazarlama Müdürü, Formula 1 yarışcısı Schumaer’e sorulan soruyu konuşmasının ilk sözleri yapmış ve hemen ardından da “müteşebbis riskleri destekleriz” diyordu. Paralar battı. Müşteriler perişan oldu. Pazarlama Müdürü istifa edip gitti altıncı oldu. Bölge müdürü gitti kornişoncu oldu. Oturak’ı aldık Singapur’a götürdük ve batırdık. Öztürkmenler’e tahsilata gittiğimde “Ne borcu, ne faturası, biz ilaç almadık ki ?” oldu yanıtları. Şaşırmıştım. Sonradan o günün koşullarında açılımının sınırlarını gördüm ve ürperdim. Sistemi yanıltan, satış gösterip primini bile alan kaşarlanmış satışçıların neler yapabileceği kafama dank etti. Tüm bunların üstüne “kuyudan adam çıkarmak” için satışa bölge müdürü olmuştum Ekim 1993 ün son günlerinde. İstanbul MİM Otel’de gecenin ilerleyen saatlerinde durmadan kendime yazılar yazmıştım ve ana mesajında “Allahım beni haksızlık yapmaktan koru” idi. Kimi zor dayandığım satışçılara daha sonra akıl almaz fırsatlar sunuldu; ne yazık ki RAW eksikse emekler boşa gidiyordu. Çarşamba günü Sarıgöl’de karşılaştım bunlardan birine. Bir Cumartesi günü bana bir kilo kuş üzümünün çöplerini ayıklatmıştı sinirimden. Pişkindi. Ben de hoşgörülü. Meslektaşımdı. Üzülüyordum. Ailesi dağılmıştı; zayıflamıştı. Doğru yolu bulmuş gibiydi. Yanaklarından okşadım; içimden iyi dileklerde bulundum.

Dört Nisan kararlarıyla derinleşen ve yerleşen kriz günlerinde sevgili Alev’in yardımları ve Dr.HPH in çerçevesinde “Liderlik ve Koçluk Çalıştay“ına katılmıştık Seferihisar’da Teknikeller’li Reşat’ın tesislerinde. “Burada ne işimiz var ?” diyordu aklım, “Bu nasıl iştir, bu pazarda yarın olacak mıyız ki ?” kuşkuları kaplıyordu her yanımı. İşte o koşullarda kendimi yazımın girişindeki susuzluktan ölmek üzere olan adamın yerinde hissediyordum. “Abicim satış yapamadığımız, yarını göremediğimiz bu koşullarda bu liderlik ve koçluk da ne ola ki ?” diyordu ruhum isyanlarla. Tıpkı susuz adama kravat verme teklifi gibiydi yaşadıklarım.

Bu yıla başlarken de 2009 da tamamladığım SSTC İlk Adım Öğrenme Yolculuğunun İkinci Adımı için çok zorladım. Yazılar yazdım. Fırsatların arasına sıkıştırdım. Seçenekler sundum. Kimi yerlerden hiç ses çıkmadı; kimileri de ertelemeyi yeğledi. Onlar da bu yılın koşullarında çölde su ve vaha arıyorlardı. İkinci adım için teklifim susuz adama gömlek vermek gibiydi. Sadece Mayıs’ın bayram gününde üç kafadarın (BASgiller) tüm ekibiyle, dükkanlarını kapatarak Mersin’e gelmeleri ve inançla öğrenme çabaları tüm yorgunluklarımı unutturuyordu. Bu ay sonunda ilk yarıyı değerlendirmek için biraraya geldiğimizde bakalım bu kısa öyküden mesajları almış olacaklar mı ?

Yazımın girişindeki öyküyü tamamlayayım: “… Susuzluk, sıcak ve yorgunluktan perişan şekilde yürümeye çalışırken etrafı duvarlarla çevrili, içindeki ağaçlar ve güzellik dışarıdan bile görülen bir vaha görmüş. Duvarların bir yerinde bir kapı ve kapını önünde de iri yarı bir bekçi varmış. Hemen bekçiye yaklaşıp içeriye girmek istediğini söylemiş. Bekçi ” Gömleksiz ve kravatsız içeri alamam” demiş…”

İşte böyle dostlar, birgün çöl bitecek ve gördüğünüz vahaya girmek için kendinize ne tür yatırım yaptığını sorgulamak zorunda kalacaksınız; ya da karar vericilerden biri “karşılıklı kazanma” adına sahip olduklarınızı değerlendirecek. Hevesiniz varsa, kapılarınız açıksa öğrenme fırsatları hep gözünüzün önünde. Bu hafta Cuma vaazında (!) Çeşme Müftüsünün sözleri beni kafamdaki çerçeveyle etkiledi. Sözlerinde birkaç mesaj birden vardı. Anlaşılması kolaydı. Günü programlamaktan söz etti. Günü önce üçe böldü ve sekiz saati çalışmaya, sekiz saati de dinlenmeye ayırdı. Geri kalan sekiz saati de dörde böldü. İki saat için “ibadet”, iki saat için “okuma”, iki saat için de “dinleme”den söz etti. Son iki saati de “tefekkür/düşünme”ye ayırdı. Ben bu ayrımı sevdim. Aklınız “Ya yold ageçen zamanlar !”veya “ne zaman televizyon seyredeceğiz ?”  gibi konulara takılırsa sevmeyebilirsiniz.

Ben bu ayrımı neden sevdim ?

Bir defa işim ve mesleğim açısından “programlı olan kazanacak” deyişime çok uydu. İkincisi “okuma“ya dikkat çekti. Ya “dinleme “konusunda verdiği öneme ne demeli. Hemen arkasında bu beceriyi dinsel amaçlı dar çerçevede tutmaya çalışmayın. İş yaşamının, başarılı satışçının temel özelliği olarak dikkate alın dinlemeyi. Son çeyreğe ait “düşünme” ise başlı başına bir konu. En yakın zamanda Germiyanyalısı Camii hocasına bir kitap alıp hediye edeceğim. Vereceğim kitap da “Yrd.Doç.Dr.Kahraman Arslan” ın “Her şeye sahip olmak senin elinde” isimli kitabı olacak. Bu kitabın 166 ncı sayfasında “İhtiyaç” başlıklı kısa bir öykü var. Onu da aktarmak ve taşıdığı mesajı yine SSTC ile ilişkilendirmek istiyorum:

“… Bir gün genç bir adam, büyük düşünür Aristo’ya gider, yalvarır: “Lütfen Aristo, bana bildiğin her şeyi anlat” der. “Bildiğin her şeyi, ama her şeyi öğrenmek istiyorum”. Bu isteğini düşüneceyim. Ama önce birlikte nehre doğru şöyle bir yürüyelim, ne dersin? “der Aristo. Genç adam nehre doğru Aristo’nun yanından seğirtir. Nehre vardıklarında Aristo yerden bir taş alır, suya bırakır ve genç adama taşı sudan çıkarmasını söyler. Genç adam taşı sudan çıkarmak için eğilince Aristo onu ensesinden kavrayıp kafasını suya sokar ve genç adam canhıraş bir halde kollarını sallayana dek öylece tutar. Genç adam nefes alabilmek için debelenip durur. Aristo, genç adamın bu numaradan kendine bir ders çıkarmış olacağına kanaat getirdiğinde kafasını sudan çıkarır. Nihayet tekrar konuşabilecek hale gelinde şaşkınlık ve öfkeyle sorar genç adam: “Neden yaptın bunu, az kalsın boğuluyordum ?” Aristo yanıtlar : “Sana bildiğim her şeyi öğreteceğim. Ama öğreteceklerimi öğrenmen için, öğreteceklerime fena halde ihtiyaç duymak gerek. Yaşamak için nefes almaya duyduğun kadar ihtiyaç duymuyorsan, öğreneceklerinin sana bir faydası olmaz…”

Aristo’nun sözlerine kulak vermek gerek. Tıpkı A.Ş.İzgören‘in dediği gibi “Öğrenci hazır olduğunda öğretmen gelecektir“. Ötesi hikaye. Bu nedenle SSTC nin ilk adımındaki SMART‘a göre hazırlık yapmıyorsan, hedefin için “hesap verebilir” değerler ortaya koymaya niyetin ve cesaretin yoksa; ortak hedef için bütünleşik eylemlerle rahatlık zonundan çıkmayacaksan, hırslı ve gerçekçi hedeflerle kurumunun 2015 vizyonuna ekstra katkıların olmayacaksa İkinci Adımdaki yaklaşım tekniklerini, soru sorma becerilerini, satın alma sinyallerini yakalamayı, müşteri responslarını yanıtlamayı ve sipariş sorma yetkinliklerini geliştirsen ne olur; geliştirmesen ne olmaz ..

Temmuz ayı eki olarak Capital Dergisi, yine bir “Kariyer Kavşağı” kitapçığı verdi. İşe yeni başlayacaklar için çok güzel öneriler vardı kitapçığın ilk sayfalarında. Diyordu ki,

1.En güçlü ve iyi hissettiğin anda harekete geç: Fikirlerini yaz ve kendine şu soruları sor “Zamanımı nasıl kullanıyorum ? Hangi başarılarım başkalarından övgü aldı ? İşimin hangi kısmından daha çok zevk alıyorum ? Ne tür bir işle uğraşmak beni mutlu eder ?”

2.Cazip fırsatları araştır: Daha önce fark etmediklerini görmeye çalış. Tüm fikirlerini sırala; asla saçma olduklarını düşünme ve yargılamadan yine kendine şu soruları sor : “En meraklı olduğum konular neler ? Hangi güncel konular dikkatimi çekiyor ? Hangi bilgi kaynaklarını kullanıyorum ?”

3.Amaçlarını belirle: Var olan işinde devam mı etmek istiyorsun yoksa bir adım ileri gitmek mi ?

4.Cevaplarınla amaçlarını karşılaştır: Kendine sorduğun sorulara verdiğin cevaplardan neye eğilimli olduğun ortaya çıkacaktır. İlgi alanını netleştir.

5.Seçim yap: Listeni daralt ve seçimini yap. Başaracağına inandığın ve seni mutlu edecek alana yoğunlaş.

Ve… işe başladın. Karar vericilerin algılarında olumlu bir yer edinmek gerek. İşin şimdi daha zor. Trafik yoğunluğu, amcanın hastalığı, soru sormaktan korkman, arkadaşsız kalman, tanımlanmış sorumluluk alanın içinde yuvarlanman seni kurtarmaz. Fırtınalar hepimiz için ve senin gemiyi limana yanaştırman beklenen. Mazeret yok. Mesaj sensin ve lütfen dikkat:

1.Geç kalma: Profesyonelliğin ve güvenilirliğin en önemli göstergesi “dakiklik”tir.

2.İşe karşı isteğini belli et: RAW ın “W” sini “Willingness/İstekli olmak” yı hep anımsa. Enerjik ve öğrenmeye açık olduğunu sözlerin ve davranışlarınla göstermelisin.

3.Soru sormaktan çekinme: Sorduğun soruların yanıtlarını dikkatle dinle. İyi bir dinleyici ol. Ancak akıllı sorular sorabilmek için de önce bilgi ve becerilerini geliştir.

4.Arkadaş çevresi oluştur: Paris’in 90 km kuzeyindeki bir şatoda toplandığımızda Mayıs 2005 in son günlerinde, ilk işimiz “networking oluşturmak” idi. Öğle yemeklerini arkadaşlarınla yemeğe özen göster. Küçük sohbetlerde yerini al. Unutma iş arkadaşların en güvenli ağın.

5.İşlerin nasıl yürüdüğünü öğren: TSA (Tanımlanmış Sorumluluk Alanı)n içine hapsolma. İşinin öncül ve ardıllarını öğren. Unutmaki otorite istediği yerden sorar ve tuttuğunu öper. Mazeret yok.

Herşey senin ellerinde; sen yeter ki iste. Sen yürekten inandığında amacına ulaşmak için Allah da yardıma hazır olacaktır.Nice öğrenme yolculuklarınızın ve yarıyıldan geleceğe bakışlarınızın hep aydınlık olması dileklerimle.

Öykücü