Yaşam Büfesinde “AHA ve AIDA”

“…Doğuda küçük bir dağ ilçesine yeni bir kaymakam atanır. İlçenin on kilometre uzağında, sahip olduğu köylerin birindeki çiftliğinde oturmakta olan yörenin ağası (!), kaymakamı akşam yemeğine davet eder ve alıp getirmeleri için iki marabasını ilçeye gönderir. Mükellef bir sofra hazırlanmıştır. Yemek saat sekizde yenecektir. Saat sekiz olur; gelen giden yoktur. Saat sekizbuçuk olur (ki Azeriler buna “dokuz yarısı” söylemekteler) ses seda yoktur. Ağa meraklanır. Saat dokuz olduğunda karşıdan perişan durumda üç kişi görülür. Koşuşturup karşılarlar. Gelenler iki marabayla kaymakamdır. Kaymakamın üstü başı yırtılmıştır. Elde yüzde yara bere vardır. Ağa meraklanır ve sorar “Bu ne haldir ?”. Marabalardan birisi sakince yanıtlar “Ağam eşkiya yolu kesmiştir“. Ağa da sakindir “Ula hep kesiy !” der. Maraba devam eder “Ağam eşkiya bizi soymuştur“. Ağa şaşırmaz ve “Ula hep soyiy !” deyince maraba sözünü sürdürür “Ağam eşkiya bizi dikmiştir“. Ağa şaşkınlıkla gülümser “Ula hep dikiy !”. İkinci maraba dayanamaz ve söze karışır “Ama ağam kaymakam direnmiştir“…”

Merhaba

Neden bu fıkrayla başladım ?

Ben bu fıkrayı SSTC öğrenme yolculuklarının ikinci adımında neden hep kullanırım ?

Bu fıkrada öğrenme adına temel mesaj nedir ?

Ben bu fıkrayı Nordwijk’ten sonra, 2002 yılında öğrendiklerimizi Adana’da uygulamalı olarak paylaşırken ve İngiltere’nin poster sunumunda aklıma kazınan “upskilling field force to enable new roles / Yeni rollerin üstesinden gelmeleri için sahra gücünün yetkinliklerini geliştirme” söylemine eylem katmaya çalışırken neden bu fıkrayı kullanmıştım ?

İki yıl sonra Mısır’daki sunumumda, pazarlama müdürlüğünü devredip, “humanware/bravemen: Cesur adamlar” a odaklanan yeni sürecin tarihsel gelişme bağlarını  özel bir filmim desteğinde güçlendirmeye çalışırken bu fıkrayı tüm katılımcılara nasıl bir misyon yükleyerek eriştirmeye çalışıyordum ?

Tüm bu soruların basit ve tek bir yanıtı var: Alıcının (müşterinin) rolü bunu gerektiriyor. O, buna yapmasa biz SSTC nin öğretileriyle kendimizi geliştirmek için hangi gerçek ve zorlu engelleri aşıp da vardığımız noktada “Smell Of Success (SOS)/Başarının Hazzı“nı yaşayacağız ? Ne eski günler var ve ne de eski müşterilerimiz bugünün dikenli rekabetçi yollarında ! İşimiz hem çok kolay hem de çok zor. Kolay çünkü; her tür bilgiye, her ortamda, her zaman, her düzeyde erişme olanağımız var. Kuşkusuz alıcının da ! Bize düşen görev “Stratejik Üçgen /Maliyet+Kalite+Hız” içinde bu bilgiyi içselleştirip, katma değer katıp, Rio (2005) deki sunumumun ana mesajı olan “CCI /CoCreateInnovation:Birlikte Yeniden ve Sürekli Yenilikçi Olmanın Yolları“nı bulmada hep hazır, hep yetkin ve hep istekli olabilmek ki bu da kırk yıldan damıttığım “Şu GAT dünyada MASlaşmak için RAW mısınız ?” sorumun temelini oluşturuyor.

Bu sabah (231220091100), bu yazıma başlarken ruh halimi analiz etmeye çalıştığımda tanımlamakta zorluk çektiğim bir tat hissediyorum. Belki de biraz yorgunluğun etkisi var. Dün gece Azerbeycan’dan gelişimiz azıcık da olsa maceralıydı. Önce gelemeyeceğiz endişesi kapladı içimi ki sanırım hepimizde oldu ve ne olur ne olmaz diye saat 18.00 e kadar “12Inn” de yeniden rezervasyon yaptırdık. Çok şükür Bakü’nün rüzgarı, İstanbul’un sisi izin verdi gelişimize ve hatta valizler kapının dışında bile kalacak olsa eve iki saat erken gelmenin yollarını aradık ve bulduk dostların aracılığı ile. Çok şükür. Gece haberleri biraz hüzünlü de olsa günün getirdikleri içinde normaldi. “Gecenin karanlığını aydınlatan seher yıldızı”mız önemli bir operasyon geçirmiş; sağolsun Nezuş ihmal etmemiş, ertelememiş, beni beklememiş ve ilk ziyaret edenlerden olmuş. Aferin Nezuş’a; O herzaman benden birkaç adım önde olmuştur sosyal ilişkilerde.

Bakü’de hem ünlü “gelin ve kız etkileşimi” esprisini öykünlendiren not tutmalarım hem de “AHA/Attention Humor Action: Dikkati çek-Güldür-Eyleme Geçir” için test edip geribildirim istediğim “Abicim” sözlerimin algılarını not aldığım “12Inn” cep not defterimi kaybettiğimi anladığım anda neş’em kaçtı. Notların arasında dün veda yemeğinde bir tarafın beklentilerini, diğer tarafın “başarı öyküsü”nü satır satır kodlayarak yazdığım notları yitirdiğime üzüldüğüm kadar; bir başkasının eline geçmiş olması içimi bir başka burdu. Elden ne gelir ? dese de aklımın bir köşesi, havalimanına gidip arasam mı diyor diğer yarısı. Rahatsızlanan bir dosta yerdım etmeye çalışırken yaşadığım telaş, koşuştururken sağa sola attığım ceket ve yiten defter.

Sabah arabama gittiğimde sol ön camın sonuna kadar açık olduğunu gördüm. Nasıl oldu da unuttum ? Ben o camı ne zaman açtım ? Hayret bişe ! Mont, para, ruhsat hepsi ortalıkta. Alınan bir şey yok. Bereket dün gece yağmur yağmadı; yoksa göl olurdu arabamın içi !. Daha dikkatli olmalıyım. Bu hatadan daha çok şey öğrenmeliyim. Şükretmeliyim. Hangi iyiliklerimizin karşılığı oldu bu kurtuluş bilemem ! Birara Çeşme’ye gidip Mehmet Ali Amcaya uğramalı ve çetinleşen kış koşullarında hallerini bir sormalıyım yıl başı gelirken.

Hani hep mutluluğu tanımlarım ya, istatistikteki “khi-kare” metodunun temelinde benzetme yaparak ve Mendel amcanın bezelyelerini de işin içine katarak. Bu kez de mutluluk tanımına göre daha bir mutlu olmalıyım yine şükürlerimle. “Beklenen ile Elde Edilen Arasındaki Farkın Yarattığı Doyum” u düşünüp birşeylerden hissettiklerimi yine ve yeniden SSTC nin ikinci adımın odağında yer alan “ignore negative pick-up positive /Olumsuzu görmezden gel, olumlu yakala ve kullan” felsefesini inançla öz örneklerimde etkinleştirmeliyim. Söylemek kolay yapmak zor eğer kekeme değilseniz. Bu düşüncelerle, açık camı pek fazla kafama takmadan fırından yeni çıkmış on gevrekle iki kutu eritme peyniri alıp NETgillere geldim; hemen HOSgillere geçtim. Hava durgun. Patronlar uyumakta. Ne olacak bu yirmidört saatlik gece mesaileri; ne olacak bu aşırı yükün sağlık üzerine kuvvetle olası olumsuz etkileri ? Gel de “ignore et” bakalım yüreğinin bir yanı yanarken. Değer mi ? Hazır değilmiydiler ? Çaplarını mı aştı ? Çok onbin dolarlık ve kargoda kırılarak geldiği için kabulü yapılmayan kabinet kapı girişinde heyula gibi duruyor. Bankada kredinin faizi çalışıyor. Hâlâ elektrik faturası yüklü geliyor. İyileştirme gayretlerinin artan bedelleri (para, zaman, emek) ve bekleme sabrı ! Mendel amcama uymakta zorluk çekiyorum.Şöyle bir silkinmeliyim. Ve silkindim.

İlk günün akşamıydı. Lobiye indiğimde “low profile personal communication/kendi halinde sohbet” dikkatimi çekti. Defterimi açtım; masanın diğer ucunu seçtim ve hemen sordum “Bugünden ne anladınız ?” diye. Net ve basit bir soru ki yanıtları her zaman “algı” odaklı olmak durumunda. Sözü önce gözüme kestirdiğim en genç, yeni Bakü’lü, öğrenme hevesi en yüksek (kabul kapıları en açık) sevgili HG oldu ve temkinliydi “Görmek lazım” dedi. O anda gözümün önüne, Kırkiki yıl önce EÜZF nin Menemen Uygulama Çiftliği’nde altı aylık stajımda rahmetli Prof.Dr.Lâtif Çağlayan, Dr.Muhsin Abay ve sevgili dostum Yıldırım Gürkaynak ile beraber görev olarak üstlendiğimiz Prof.Dr.Seval Çöl’ün “yerfıstığı adaptasyon denemeleri” geldi. Biz rengi değişen ve “toz geldi” dediğimiz yaprakların kırmızı örümcek zararlısından etkilendiğini öğreninceye kadar denemenin bir tekrarı elden çıkmıştı. Bu duygularla alıcının “acemi nalbant gavur eşeğinde öğrenirmiş” in Azercesini berbere benzeterek uyardığına dikkat çekince sevgili HG “Hocam tohum ilaca benzemez” dedi. Mükemmel bir “ignor” örneği idi SSTC nin “gaydaları/kuralları“na göre. Aferin genç arkadaşım. Bu arada 20.06.2006 da şirketlerine gidip tanıdığım ve birkaç kare video görüntüsü de olan genç patronun söyleşime girişi de “toplantının formatını bilseydik; yol haritası çıkarır, eylem planı yapardık” oldu ki amacı, madem ki bir işe giriştik, bir etkinlik içindeyiz; o halde “etkili” olmanın da yollarını içinde bulunduğumuz imkan ve koşullara göre daha uyumlu kılmalıyız beklentisini aldım. Ne güzel bir yaklaşım ve ikinci gün bir adım daha ileride işe başlamaya çok önemli katkısı olduğuna inanıyorum.

Geçen hafta sunum hazırlıklarımı yaparken ve hatta hızla bir Çeşme ziyareti yapıp çatıdan 2006 yılı Urfa pamuk kasetlerimi alıp tam bir hafta sonu gününde dışarı hiç çıkmadan montajlamaya gayret ederken Azerbeycan’a nasıl hazırlıklarla gideceğimizi ve ne de nelerle karşılaşacağımızı tam bilmiyordum. Üstelik ben SSTC nin ilk adımında “hazırlık” konusuna onca önemi verirken nasıl olur da böyle bir açmaza düşerim. Bu gibi durumlarda yetersizlik yaşamamak için gereğinden fazla emek, zaman harcamak zorunda kalıyorum. Bir gece önce “Tüh Allah kahretsin, bimer projektör yokmuş, keşke Türkiye’den getirseydik” diye hayıflandık. Üç saatlik ve iki radar cezalı yolculuktan sonra Hazar’ın güneydoğusunda yeralan pamuk çiftliğine geldiğimizde anladık ki “ne elektrik var ve ne de bizim bu düzeyde hazırlandığımız sunumu izlemek isteyen bir alıcı yüreği…“. Onca emeğime üzülmedim desem yalan olur. Çiftlik binasının içi soğuk; ısıtma olanağı yok. Hava serin ama dışarıda güneş var. Ayaküstü bölük pörçük konuşmalar sürüyor. Koşullar ortada. Değiştiremeyeceklerimiz var. Tıpkı Amatemcilerin duasındaki durum. Değiştiremeyeceklerimize razı olup, hemen sandalyeler istedim ve on nefer konuşma halkasında buluştuk. Ne manzaraydı. Hazar’ın kenarında yılın en kısa gününde ilk sözü alıcı aldı. Onda öykü çok. Bizi deplasmana aldığı için daha da güçlü. Ben sormadan “kameraman profesör” rolünde çekimdeyim. Rehberimiz makinacı bir dost ve bence gerçek dost. Tohumcular da önemli. Paslaşma çok güzel. Tam bir sinerji ile başlangıç güzel. AIDA nın ilk “A” sı “dikkat” üst düzeyde. AIDA nın başındaki gizli “N/Need:İhtiyaç” çok net (tezlik). Yine AIDA nın sonundaki gizli “S/Satisfaction: tatmin” bunca emeğin yol-su-elektrik olarak geri dönüşü için çok önemli. Mükemmel bir üçlü oluşuma kader (BG) çok yardımcı olmuş. Şimdi gerçekten önemli olan bu sürecin devamında da,

  1. Ortak hedefler için
  2. Bütünleşik eylemler için ve
  3. Paylaşılan değerler için

Planlama, Uygulama ve Değerlendirme aşamalarında kopmadan; profesyonel güçlü alıcının parçalama tuzağına düşmeden adeta bir proje çalışmasının sınırları, kuralları, görev ve sorumluluklarıyla uzun nefesli olarak adım adım ilerleyebilmek. Olanaksız mı ? Hayır. Kolay mı ? Hayır. Olanaklı ve zor.

Küçük bir örnek ve şimdilik, başlangıçta, kimsenin “iyi niyetlerden” şüphesi ya da daha güzel ifadeyle “niyetin safiyeti“nden kuşku olmadığı kesin. Ama öylesine duyarlı anlar oluyor ki bazen farkındayız ve “tüh Allah kahretsin keşke dilim tutulsaydı” diyor insanın ağzı da yüreği de ve bunu itiraf etmekten çekinmiyor. Yarın, niyetlerin iyiliği de tartışılır olur hele bir de kaynaklar kıtlaşır, paylaşımda çatışmalar açık-gizli artarsa (ki doğaldır; sürpriz olmaz beklenmelidir). Şimdi şöyle bir enstantane düşünün. Ticari ilişkinin dostlukla bir araya getirdiği ve SSTC nin sonunda pekiştirdiğimiz “win-win/karşılıklı kazanmak” noktasında buluşan üç arkadaş (Bay X, Z ve C )  konuşuyorlar:

Bay X, Bay Y e diyor ki “Mısır fiyatları düşüyor; hadi gel 10.000 t bağlantı yapalım bana sat…

Bay Y, Bay X e dönüp diyor ki “Madem sen benim dostumsun niye fiyatlar düşerken mal almaya çalışıyorsun ?

Bay Z söze müdahil olup ortaya sesleniyor “Ocak ayından itibaren fiyatlar artacakmış” diyor.

Şimdi Bay Y neden mısırını satsın ki ? Belki konuşmanın seyrini kaçırdığı için veya yeni sezonda daha fazla mısır ekmesine bir destek olsun için bunu yapıyor. Bay X şimdilik gerçekten de dost ve sabırlı dost ve “duymazdan gelmeyi yeğliyor”. O anda yüreğinin neresinde hangi isyanların sahneye çıktığını merak ediyorum. Askerlik yaptığım için hem de Erzurum’da ve 24 ay yaptığım için üç zararlı şeyden biri olan “merakımı yenip” sormuyorum; sadece defterime yazmakla yetiniyorum. Bir başka örnek ve satır arasında kalan yürek buruklukları:

Bay X in amacı bu geniş alanlara p….. sistem satmak ve

Bay C daha iyi yetiştirme tekniklerini anlatırken mevcut koşullarda d….. sisteminin  daha iyi olabileceğini ve p…..un pek uygun olamayabileceğini ifade ediyor.

Bay X yine suskun ve benim ruhumdaki çok sesli koro “yandı gülüm keten helva” şarkısını söylüyor. Zor zenaat bizim işimiz. İşte bu koşullarda mükemmel bir üçlü olan bizler, daha bir duyarlı olmak zorundayız; uzun nefesli yolculukta kolkola hedefe ulaşmaya çalışırken (ve hatta ulaşmaktan çok bu yolculuğu, bu serüveni hep sürdürürken).

Buna benzer birkaç örnekle birlikte şimdilik bu hatalar hem dostluğu pekiştirirken dikkat ve duyarlılık sınırlarını belirliyor hem de kısa bir süre sonra geribildirimle Prof.R.Pausch‘un “gerçek özrün üç aşaması“na işlerlik kazandırıyor. Bu da bir şans; yaşamak gerek, ders almak gerek; dürüst ve açık sözlü olmak gerek. Bu nedenle veda yemeğinin sonlarında “suskun ve üzgün profesör” ün neşeli olması için vodkaya başlamasının “söz bende” bölümünde “İlk Şövalye” filmine, Kral Arthur‘un tarihsel önemine ve büyük, yuvarlak taş masanın üzerinde yazan “we serve each other we becoma free” sözüne dikkat çekip “ayna ve yüz; dostlar ve öz” özdeyişimle “bana beni anlat” mesajını paylaşıyorum. Masamda yan komşum da “dostluk” odağında beğenilen sözleriyle grubun lideri olurken soğuk ve hızlı giden çoşku ile dönüşte rahatsızlanıyor. Umarım şimdi iyidir ve tekrar geçmiş olsun.

Şimdi gelelim yeniden “AHA” ya ! Açılımının “Attention-Humor-Action“olduğunu demiştim. Türkçesi “müşterinin dikkatini çekersen, içine mizah katıp güldürebilirsen eyleme geçirmek için başarının yarısını garanti edersin” demek. İkinci müşterimize böyle çıkıyoruz. Daha bir dikkatliyiz. Rehberimiz hep suskun ve geri planda duruyor ama güvene dayalı olarak gelişmiş ilişkilerini biz yeni iki satıcı için açıkca ortaya koyarak kullanıyor. Biz iki şirket de gerçekten bu güvene halel getirecek en küçük bir tavır, tutum ve eylem içinde olamayız. O da bunu çok iyi biliyor. Çünkü “ortak hedefler” için oradayız. Alıcının net bir sözü var. Der ki effekt yok pul yok“. İşte her iki alıcıda da ortak olan bu tutum “kaymakamlaşmak” ki onların doğal rolleri bu.

Ben de uyarı almıştım ilk günün gecesinde rehberimizden sunumumda ve mesajlarımda “fazla ticari olmamak” yani “fazla reklam yapmamak” yönünde ki ertesi gün Hazar’ın kenarındaki konuşma halkamda güçlü alıcının da net söylediği sözlerde bunu yaşadım. “Ossun varsın”  dedi ruhum. Yirmi yıl önce Prof.Dr.E.E.Onoğur’a uğradım doçentlik sınav jürime yayınlarımla ilgili dosyamı hazırlarken. Kurallar koymuşlar ne tür yayınlar dosyaya konsun diye. Yine de sormadan edemedim “Ersin acaba gazetelerde çıkan yazılarımı da koysam ne olur, kurallara pek uymasa da ?“. Yanıtı netti sevgili dostumun ve “koy” dedi. “Çünkü jürinde onlara bakıp etkilenecek olanlar birer insan ve algıları mutlaka olumlu olacaktır; emeğe değer vereceklerdir“. Öyle de yaptım ve sınavlar, kararlar olumlu olup doçent oldum. Benzer durumu ilk gün Hazar kenarında test ettim. Birinci alıcıda yeterli olumlu respons almadım. Ossun varsın. İkinci gün, dün fırsatı yakaladım ve AIDA nın ve “AHA”nın bu kez ilk “A” sını etkinleştirirken alıcının anahtar sözüyle konuşmama başladım; ancak “yok”larla değil “var”larla. Çünkü alıcının aklına “pembe fil düşünme” diyerek pembe filin resmini düşürmekten sakınmaya çalıştım. Böylece,

Ben anladım ki “effek var pul var” ve hemen yanıt geldi “sen doğru anlamışsan“. Görselllerimi (ppt dosyam, 7 dakikalık montaj dvd) kullandım ve bir  yeşilkurt sahnesinde “hah işte bizde de bu yıl böyle oldu” sözüyle empatiyi yakaladım. Emeklerim boşa gitmemiş oldu. Sözlerimde test amaçla “abicim” i yineleyerek “AHA” nın “H” sini de kullanmış oldum. Şimdi “kaizenvari” akıllı adımlarla ortak hedeflere bütünleşik eylemlerle ulaşmayı sürekli bir öğrenme ve başarma serüvenine dönüştürme gücü yüksek olan bu seçilmiş üçlünün paylaşılan değerler için disiplinli gayretleri mutlaka yarınları daha güzel kılacaktır.

Ben onların tozu dumana katarak örnek bir sinerji yaratacaklarına inanıyorum ve yollarının hep aydınlık olmasını diliyorum.

Öykücü

Bana soruyorlar “bırakın kavga etmeyi sesleri bile yükselmeyen üç oğulu bu başarılı noktaya nasıl getirdiğimi ?”. İlk yanıtım “ben yapmadım onlar yaptı”. Nasıl mı ? Dün bana anlatılan bir başka öykünün satır arasında yer alan bir diğer dostumun örneğinin tam tersini düşünün lütfen. Tek oğlu var gözünden sakındığı, üstüne titrediği ergenlik çağını aşmakta olan… ve önemli bir operasyon geçirmişsin oğlun başında değil ve gel çağrılarına da “yarın nasıl olsa evde olacaksın o zaman görüşürüz” mantığıyla yanıt veriyor. İşte tam bunun tersi bir durumdayım on yıl önce; birden by-pass olma yatağına düşüverdim ve kaza yapma pahasına da olsa uygun kanı bulan, daha iki gün önce Kars’a gittiği askerlikten izin alıp başıma gelen, İspanya yolculuğunu erteleyen üç oğul Copcu farkı. Ben yapmadım onlar yaptılar. Üç nesil bir arada açık yüreklilikle, her türlü yetmezlik koşulunda şükürle, duayla, ritüellerle (tören); farklı doğrularımızın yanında tartışmasız dürüstlüklerimizle, açık sözlülüğümüzle ve Platon’a hak verip “oyun gibi yaşanan ortak hayatlar”la. Binlerce şükür daha ne ister insan. Allah herkese nasip etsin. Yeni yılınız şimdiden kutlu olsun.