Yaşam Büfesinde “Kriz & Keriz”

“…Gemi Hindistan’a yanaştığında, Bruce, Si Baba adındaki bir guruyla zaman geçirmek için hızla gemiyi terk etti. Geri geldiğinde bana mucizelerle dolu hikayeler anlattı. Bana Tibet’in “Ölüm Kitabı”ndan pasajlar okudu. Beni “Mucizelerin Yolu” isimli yaşam değiştiren bir çalışmayla tanıştırdı. Biraz garip biri olduğunu düşünmüştüm, ama gemi yolculuğundan sonra bağlantımızı hiç koparmadık…”

Merhaba

Yukarıdaki girişi James J.Mapes’in “Kuantum Düşünce Yöntemi” isimli kitabının “Ateşte Yürümek” isimli bölümünden ödünç aldım (http://www.tulumba.com/storeItem.asp?ic=zBK334034CF186).

Neden bu giriş ve hangi sözcükler anahtar bugün, “Kriz ve Keriz” başlığı altında vermeye çalışacağım mesaj için ?

Notlarıma baktığımda 2005 yılındaki “6.Mükemmeli Arayış Sempozyumu” günlerinde “Kaizen“e odaklandığımı görüyorum. “Kai/Sürekli” ve “Zen/Değişim” sözcüklerini birleştiren çekik gözlülerin aynı zamanda “kriz=Fırsat” eşlemesini de yaptıklarını anlıyorum. İşte ta uzaklarda krizi fırsat görenlerin yanı başımda, krizi kerizle özdeşleştirdiklerine tanık olmakla kalmıyor; yaşıyorum. Bu da ruhumun canını acıtıyor. Brütüs’ün darbeyi indirdikten sonra itiraf etmekten çekinmediği gerçeklik suratıma vuruyor: “Hiçbir dost göründüğü kadar gerçek dost değildir Sezar !” derken yüzünün ne hal aldığını merak ediyorum; dudaklarının kenarında ince bir küçümseme gülücüğü var mıydı acep ? diye aklım takılıyor. Girişte kızarttığım gibi;

  • Bağlantıyı koparmamak” adına yirmi yıla yakın süren “alıcı-satıcı” ilişkisi içinde dost bildiklerimin kriz yılındaki “hoyratlıkları”nı,
  • Hikayelerin gücü” adına bu dostlarla (!) bu hafta yaşadığım “akılsızlıkları”,
  • Canına tak edince insanın geçen yirmi yıla nasıl bir çizik atabildiğine; müşterinin neden “terk ettiği“ne örnek verebilmek ve bunu paylaşmak için dayanılmaz bir istek duyduğuma kısa öykülerimle değinmek istiyorum.

Yıllardır pazarlama konularında kazanılmış müşterinin değerini anlatmaya çalışırız. Bu nedenle alıcı-satıcı ilişkisinideki duyarlılığı hep evliliğin rutinleşen duyarsızlığı gibi değil de hep flört döneminin güzelliği içinde sürekli gelişmesinie benzetmeye çalışırız. Şimdilerde de pazar payından çok, cüzdan payı ile seçilmiş müşterinin potansiyel değerlerinden olabildiğince çok pay kapmayı istiyoruz. İşte bu düşüncelerin bende yarattığı etkilerle Çeşme ve İzmir’deki sezon sonu ev yenileme işlemlerimde hep yıllardır dost olduklarıma yöneldim. Bunlarla “karşılıklı kazanma” durumunu koruyarak iş yapmak istedim. Bunlar,

  • Çeşme’de yirmi yıllık genç dostumuz Boyacı Ali,
  • Çeşme’de kanıtladığı iyi niyetle İzmir’e transfer etmek istediğimiz yeni genç dostumuz Boyacı Bülent,
  • Onbeş yıl önce askerden yeni geldiğinde Karşıyaka’da bir parkta buluşarak Ata’larımızla ilk işini bizde yapması için destek olduğumuz Mobilyacı Hal..,
  • Onyılı aşkın süredir bizim ve çevremizin (en son NetDirekt’li Semih’in) Perdecisi Murat

ve bakın geçen hafta bu dörtlüyle neler yaşadım.

Önce hep yinelediğim bir söze yer vereyim : “Akılsızlar dünyanın en zararlı hırsızlarıdır. Onlar aklımızı, zamanımızı ve sağlımızı çalarlar“. Tıpkı böyle oldu bu dördüyle yaşadıklarım.

Önce Ali; yirmi yıl önce Kerem (dokuz yaşlarında) Çeşme’de akşam üzeri eve dönerken biraz üzgün olurdu.”Ne oldu ?” diye sorduğumuzda “Ali meşelerimi aldı” derdi. Ali kurnazdır. İyi çocuktur. Belli ki meşe oyununda Kerem’i yine yutmuş. Oyundur; normaldir. Haftaya bir torba meşe daha alırdım Paşabahçe’den. Böylece Kerem bugün yutulmamayı öğrendi. Çeşme’de badana işlerimiz bitince hesap ödemeye gittiğimde 10 lt.lik boyaya 52.5 TL; galona ise 18.5TL hesap yazdığını gördüm. Hem de bunlar bana yapılmış özel iskonto sonucunda oluşan özel fiyatlarmış. İş bittikten sonra hesap gördüğüm için itirazlarım cılız kaldı ve beynimi etkileyen algım da “… davası olmaz” idi. Anlatmaya çalıştım ve dedim ki “Bak abicim, Bostanlı’da Erman Ticaret’te hem de Alpina’nın en iyi kalitesinin galonu 12.5 TL; 20lt.iği ise 65 TL. Bu fiyatların yüksek…” sözlerim işe yaramadı. Kriz yılında herkes müşterilerini korumak için takla atarken, Ali beni keriz gördü. Kendimi avuttum ve “bir kereyle bir şey olmaz” dedim ( hoş bugüne kadar bilmeden yediklerimle kimbilir kaçıncı kez de akıllandım; benimkisi avuntu) ve yolumu değiştirdim. Önerim her kim boya alacaksa Bostanlı Erman Ticaret’e gitsin. Hem müşteri güveni nasıl kazanılır ve hem de “karşılıklı kazanma“nın ne olduğunu görür, yaşar ve mutlu olur. Ali beni keriz gördü; kriz yılında. Yazık oldu ticari dostluğumuza.

Gelelim Bülent’e; genç arkadaşımız iyi bir boyacı. Yanında laptop, müzik dinlerken boya yapıyor ve iyi yapıyor. Çeşme’de test ettik. Fiyatı de kalitesi de güzeldi. İzmir’deki evimiz için çağırdık. Geldi; baktı; dedi ki “850 TL işçilik isterim ve bir haftada boyarım“. Hangisine yanayım ? Rayiç fiyatların çok üstünde ve süre çok uzun. Değil Bülent’e, hiçkimseye badana için evde bir hafta katlanamam. Buna rağmen süreye razı olup fiyatta yapmaya çalıştığımız pazarlık da işe yaramadı. İyi ki yaramadı. Kerem’in iş yerini boyayan Adem Usta ve oğulları,  beş kişi geldiler. Sabah 9 da başlayıp saat 16 da bitirdiler. Tam profesyoneldiler. Bülent’in yarı fiyatına yaptılar. Hiç kirletmediler. İki ve gereğinde üç kat boya ile pırıl pırıl boyadılar. İş bittiğinde arkalarında tek leke, tek çöp bırakmadılar. Hiç üzmediler. Saat gibi çalıştılar. Aklımız ve ruhumuz dinlendi onlar arı gibi çalışırken. Kriz yılında işsizlikten inleyen, birgün çalışıp bir hafta boş kalan Bülent gibiler de beni keriz gördü; kriz yılında. Merak ediyorum Bülent mi yoksa Adem usta ve oğullarımı “ateşte yürüme“ye çalışıyorlar, insanlar yaşam büfesinde sıraya girmeye çalışırken. Her kim boya-badana işi yaptıracaksa beni arasın ona Adem Usta ve oğullarının telefonunu vereyim ve başları ağrımasın.

Ya Murat’a ne demeli ? Her sezon temizliğinde bizde perdeler çıkarılır ve yıkama sonrası takma işi için Murat gelir ve çoklukla da bu işin cüz’i ücreti yanında yeni bir perde siparişi de alır gider. Bu kez Adem usta dedi ki “tavanı badana yaparken, balkon perdelerinin kornişlerini de çıkaralım ki hem kirlenmesinler hem de tavan boyası daha düzgün olsun“. Helal olsun Adem ustaya. Çıkardık. Balkonumuz hareketli camlarla kaplı ve özel perdelerinin de birer metrelik sekiz kornişi var. Takarken Murat’ın sadece on dakikasını alacak. Boya ve temizlik işleri bitince telefon ettik ve Murat akşam üzeri geldi. “Ooooo ! ” dedi “Bu uzun iş; şimdi yapamam. Ancak bir hafta sonra“. Aman Allahım. Bir hafta perdesiz durmak bizi göre değil, balkon bile olsa. “Aman etme eyleme” dediysek de sözlerimiz kâr etmedi. Yalvarmalarımıza ek yanıtı “sizi birine yönlendireyim” oldu ve yönlendirdi. Ama ne yönlendirme !… Tam dostlar başına. Hani biz keriziz ya kriz yılında; tam yolunacak kaz misali. Telefondaki dostun arkadaşı korniş başına 30TL istedi yani 240 TL… Hadi diyelim ki biz derdimizi anlatamadık; Murat’ta mı ona anlatmadı. Nezuş’un bir telefonu kapatışı var ki görmek gerek. Tam abandone olmuş durumda. Sinirden ağladı. Çünkü on paralık iş ve ya 240 TL vericez ya da … Ben yaparım aslında. Tek sıkıntım merdivene çıktığımda multifokal gözlüğümün uzak kısmından bakmam gerekiyor ve flu olan manzarada vida-dubel ikilisini eşleştirmede işkence çekiyorum. Murat da arkadaşı da kriz yılında bizi keriz görmüştü. Sonuçta zorla da olsa sekiz kornişin onaltı vidasını, önceden açılmış olan dubellere bir saatde taktım ve perde işi gönlümce çözülmüş oldu. Ertesi gün Klise Sokağı’nda arabamı durdurup camı açtım ve bağırdım “Mur… ve Dil.. Beyler…” diye avazım çıktığınca. Birisi yola çıktı, bana doğru geldi ve kızgınlığımdan olsa gerek şaşkınlıkla duraksadı ve devam ettim “Beni öyle bir arkadaşa yönlendirmişşiniz ki helal olsun. Benim bir saatte yaptığımı o on dakikada yapacaktı ve on dakika için 240 TL kazanılan bir iş varsa bana da bulun…“. Donuk, asık, mutsuz bir yüz bu sözlerimi alık alık dinledi; belki de ne olduğunu bile anlamadı. Arabamı sürüp gittim. Arkada ne izler kaldı bilmiyorum. Yarın iş yerleri kapanınca, böylesi kriz yılında müşteriyi keriz görenler için yüreğim “beter olsunlar” diyor sadece. Herkes yaptıklarının ya da yapması gerektiği halde yapmadıklarının bedelini ödeyecek mutlaka. Onlar inançsızca ateşte yürümeye çalışırken yanan tabanları için bar bar bağıracaklar birgün. Tek avuntum “iyi ki işi on paralık görüp de peşinen bedelini öğrenmemek gibi bir ahmaklık yapmamışım” oldu ki böylece Boyacı Ali’deki durumu yaşamadım. Demek ki ders almışım.

Mobilyacı Hal…’in yaptığını kabullenmekte hâlâ zorlanıyorum: Altı ay kadar önce Çeşme üst katta kapılar değişti; dolaplar yapıldı. Her zamanki gibi sadece Halit’le görüşüldü. Başkasından fiyat almadık. Biliyoruz ki biraz pahalıdır; Halit’in fiyatı tartışılabilir ama; kalitesi asla. Bizimle başlayan iş ilişkisinde kimler yer almadı ki… Nazım abi, Prof.Dr.ND; Doç.Dr.RA ve daha pekçok kişiden hep övgü aldı kalitesi. Biz ona hep güvendik ve hep inandık. Geçtiğimiz ay Çeşme’de alt kat kapılarıyla banyo dolabı vardı Halit’le ilişkilerimizde. Kapıların fiyatı 20şer TL artmıştı. Önemli değil; kabul. Küçüçük bir banyo dolabı için 350TL yazmıştı listeye ve lavabosu dahil değil. Halbuki Koçtaş’ta daha da büyüğü ve yine mdf kalitesiyle 180TL idi. Bu kez fiyatının çok yüksek olduğu netti. Belli ki kriz yılında bizi keriz görmesinin ilk işaretleri belirmişti. Uyardımsa da değişmedi ve biz de bu fiyatı herşeye rağmen kabullendik. Ancak dolap gelince durum tam bir felaketti. Ne nitel ne de nicel olarak iler tutar yanı yoktu yapılan yarım yamalak işin. Algılarımı şöyle özetleyeyim : “20TL lık tahta, 10TL lik boya, 10TL lik ayna ve 10TL lik sap ve menteşe kullanacaksın ve 350 TL alacaksın“. Böyle bir para kazanma yolu varsa bana da haber verin. Fiyat kadar kalite de berbattı. Dayanamadım ve aşağıda bir kısmını verdiğim elektronik posta yazdım:

Merhaba Hal….

Bugün biraz sakin kafayla bakınca görebildiğim aksaklıklar şunlar:

…Banyo dolabı için bir şey yazmak istemiyorum. Yeterince tartışma konusu oldu; tansiyon yükseldi. Umuyorum ki düzeltilecektir. Tek bir sorum var: “Sen o aynayı ve yanındaki uyduruk dolapçığı o haliyle evinin banyosuna takar mısın ?”……Baktım ki ardında telefon konuşmasında yaklaşımlar küstahlaşıyor ikinci bir iletiyle ilişkimi kestirip atmayı yeğledim. Bu kez de dedim ki…

Merhaba Halit

  • Yapılan işten bir takdir beklediğini anladım. Ben bunun için bir neden göremedim.
  • Yükselen sesin haklılık sağlayacağı algısına tanık oldum. Telefondaki sesini ve tavrını yadırgadım; sevmedim. Sevmek zorunda da değilim.
  • Bu gelişmelerin ışığında bozulan ilişkinin kolay düzeleceğini sanmıyorum. Bu benim cephemden görünen durum. Önerim sakin kafayla bu oluşumu düşünmem. Keyf senin.
  • Bundan ötesi beni ilgilendirmiyor. Nezahat ablanla gerekenleri yaparsınız ya da yapmazsınız. Bundan böyle bu konuya aklımı takacak kadar önemsemiyorum. Muhatap da değilim. Sağlık olsun.

Başarı dileklerimle.

Mustafa …..

Ardından hataları düzeltmek için çabaları sürdü. “Ehven-i şer” olarak kerhen kabullendik. Bize dokunan “niyet ve zihniyet“ti ve doğruca “kriz yılında keriz görüyordu müşteriyi”. Yılların dostluğu gitmişti. Kriz yılında keriz olarak görülmekti bize koyan hem de oğlumuz gibi gördüğümüz Halit’ten. Bunda bir hata olmalıydı.

Başta Halit olmak üzere bence dördünün de bana birer özür borcu var. Ancak rahmetli (!) profesör Randy Pausch’un “son ders”inde verdiği (  http://blog.immortalance.net/son-konusma-randy-pausch/ ) gerçek özrün üç aşamasını içeren bir özür benim beklentim.

Umarım akıllarını başlarına almasalar da başlarını ellerinin arasına alırlar ve “biz ne yapıyoruz ?” diye kendilerini irdelerler.

Allah dördünün da yollarını aydınlık etsin.

Öykücü