Yaşam Büfesinde “Kan Almak”

“…Ortaçağda batılılar hastaları iyileştirmenin en iyi yöntemlerinden birinin kan almak olduğunu düşünürlerdi. Hekimler hastalıkların “kötü kan” da bulunduğuna inandıklarından, tedavi için insanlardan sistemli olarak kan alırlardı. Hastanın durumu iyiye gitmezse, kan alma yöntemiyle tedavinin mantığı daha fazla-bu kez daha iyi bir şekilde-kan almalarını gerektirirdi. Bu düşünce tarzı yirminci yüzyıla kadar sürdü.

Peki, bugünün iş yönetimindeki en güncel ve güçlü fikirleri, kan alma pratiğini daha etkili hale getirmek için uygulamaya kalksaydık ne olurdu ? Örneğin, kan alma tekniklerine kalite kontrolu ve istatistiksel analiz uygulasaydık ? Ya da kan alan hekim ya da teknisyenler için ekip kurmanın öğretildiği çalıştaylar düzenleseydik ? Kan alma birimindeki eğitimli tıp personelini tepeler çıkarıp, güvenmeyi öğrenmeleri için gözlerini kapatarak kendilerini uçurumun kenarında birbirlerinin kollarına bırakma alıştırmaları yaptırsaydık ?  Birimin elemanları kan almakta kullanılacak yenilikçi araçlar ve yöntemler geliştirmekte daha fazla hareket alanına sahip olsunlar diye bir yetkilendirme programı uygulansaydı ? Hatta daha da iyisi, hem hastalara hem de tıbbi personele pozitif zihinsel tutum eğitimi vererek hastayla doktor arasında daha güçlü ortak yaşam ilişkileri kurulmasını, böylece tedavi sürecinde her iki tarafın daha güçlü pozitif enerji yaymasını sağlayabilseydik ? Sonuç ? Gülünecek bir durum çıkardı ortaya; doğal olarak Kan Alma Birimi (KAB)nin kan alma verimliliği en üst düzeye çıkarır ve herkes mutlu olurdu-yani ölen hastalar ve geride kalanlar dışında !…”

Merhaba

Yukarıdaki girişi Dave, Steve ve Mahan’ın kitapları (2004: businessThink:Rules for Getting it Right-Now and No Matter what) dan ödünç aldım. Belki on kez okuduğum çok sevdiğim bir kitap. Sayın Osman Denizcan’ın akıcı çevirisiyle Türkçe’ye “İşGüdü” ismiyle çevrilmiş. En son bu sabah Çeşme’de deniz kenarında bir saatlik sabah okumasında, bir başından bir de sonunda aklımın aradığı mesaj için hızla taradım. Kitabı beş sene önce sadece kapağında “Stephen Covey’in önsözüyle” açıklamasını gördüğüm için tereddütsüz aldığımı anımsıyorum. Sevgili Covey benim favorim; hem ilk okuduğum “önemli işlere öncelik/First Thing First” kitabıyla hem de defalarca dile getirdiğim “Etkili İnsanların Sekizinci Alışkanlığı isimli son kitabı ve ekindeki on filmle hayran olduğum birisi. İşGüdü’nün önsözünde Bay Covey’in dokuz sayfalık anlatımı kitabın tümü kadar anlamlı ve öğretiye sahip benim için. İşte yukarıdaki giriş o bölümün ilk satırları.

Siz (özellikle genç nesil) kan almanın elli yıl önce yaşamımızda, özellikle taşra yaşamındai kırsal yaşamda ne denli yeri olduğunu bilemezsiniz. Sondan başa doğru biraz zaman yolculuğu yaparsak birkaç ay önce bir genç kızımızın Avrupa’ya sülük ihracatıyla yakaladığı çok bin dolarlık (milyon olabilir mi ?) pazarı basında okuduğumda da kan almaya ve rahmetli anneme gitmişti aklım. Kan almayı düşündüğümde gözümün önüne “kiraz, boynuz,çakmak taşı” gelir. Lütfen bu üçlüyü “elma, ayna ve tosbağ” ile karıştırmayın. Şimdi bu son üçlünün ne bu yazıda ne de sizin aklınızda yeri yok; olmamalı; olmasın lütfen (bu araya sıkıştırmanın anlamı “sigara içmeyin” ya da “lütfen pembe fil düşünmeyin” örneklerindeki mesajı anımsatmak için). İlk üçlünün anlamı şuydu:

  • Rahmetli annem her yıl sırtından kan aldırmadan kiraz yemezdi. Çünkü kirazın kanı sulandıracağına inanır ve pis kanının bedenden uzaklaşması için önce kan aldırır daha sonra kiraz yerdi (bu da sanki “lokumunu hemen yeme” örneğindeki mesajla bütünleşti).
  • Annem kan alıcıya giderken kendi boynuzunu ve çakmak taşını da götürürdü (veya ben uyduruyorum). Bunun da anlamı tıpkı şimdi manikür-pedikür setiyle kuaföre gitmek gibi birşey; daha hijyenik olabilmenin kırsalcası.

Her neyse ! Stephen amca demek istiyor ki, “çok şükür ki Fransa’da Mösyö Pasteur mikrop kuramıyla bilimin gelişmesine katkıda bulundu ve böylece Tosun’ların kanlarını almak yerine Kerim’ler yeni bir paradigma (bakış açısı)ya kavuştular; inandılar ve uyguluyorlar (!). Hepsi mi ? Çoğu. Kimler hariç ? Ülkemi Patagonya sanma ahmaklığı ile yerleşik kurumsal kültüre bilinçsizce zarar veren yabancı Kerim’ler. Ne diyelim ? Allah ıslah etsin ve yolcu yolunda gerek. Yukarıdaki öykülendirmenin işaret ettiği basit ilke şudur:

“Gelişmenin anahtarı, yalnızca davranışların değişmesi değildir. Tavrınızı değiştirmeniz yeterli olmaz. Dünyaya bakış şeklinizin, paradigmanızın, varsaymlarınızın değişmesi gerekir. Gerçek ve kütlesel bir değişim istiyorsanız, paradigmalarınız üzerinde durun. Kendi düşüncesinin dokusunu değiştiremeyen kişi, gerçekliği hiçbir zaman değiştiremeyecek ve dolayısıyla ilerleme kaydedemeyecektir. Ancak riskli bir iştir bu !…”

Risk deyince de hep aklıma 1992 sonlarına doğru Antalya’da gerçekleştirdiğimiz görkemli bir lansman toplantısı gelir. Ben ve Tümay sunucu idik ve açılışta pazarlama müdürümüz Dr.VA konuşmasına tam bir AIDA formuluyle başlamıştı. Katılımcılara şu soruyu sordu: “Formula 1 sürücüsü Schumaer’ e sormuşlar: Saattte 270 km hızla giderken önündeki onlarca göstergeyi nasıl kontrol ediyorsun ? ” Yanıt çok ilginç ve burada yazmayacağım öykülerimde anlatacağım ya da soranlara yani merkalısına ). Böylesi güzel bir önsözle İşGüdü’ye ayrı bir değer katan Bay Covey’e bu alıntılarımla teşekkür ediyorum. Şimdi kitabın sonlarına doğru olan bir diyalogu yazıma Tosun vs Kerim kavramımla alacağım.

Neden bundan , bu öykülendirmeden yarar umdum ?

Dün akşam üzeri Sevgili Mine ve İsmail’in oğlu Sevgili Arda’nın nikah kokteylinde eski dostlar bir araya gelince özlenen bir sohbet gelişti. Bir saatlik sürenin nasıl geçtiğini anlayamadım. Eskimeyen dostlukların çerçevesi içinde kurumsal gizliliklere özen göstererek mesleğimiz adına ve bireyler olarak oluşan durumlara açıklama getirmeye çalıştık. Sohbetin bir yerinde öyle bir olgu ortak odağa yerleşti ki aşağıdaki diyalogun “7/24 açık olan yaşam büfesinde self servis olan başarılara ulaşmak için SSTC öğretileriyle sıraya geçmiş olanların sırada ustalaşıp öne doğru ilerlerken” önlerine çıkacak benzer fırsatları daha iyi değerlendirmelerine katkılar sağlamayı amaçladım. Biraz uzun olacak. Umarım işe yarar.

Tosun’un birkaç ay önce başvuruda bulunduğu bir kurum Tosun’u görüşmeye çağırmaktadır. Tosun, randevusuna doğru araba kullanırken çok heyecanlıdır. Tosun olarak herşeyi doğru yapmak için baskı altındadır. Çünkü başarısızlığı bu fırsatın yitirilmesidir; kendisi için önemi büyüktür. Görüşmedeki performansı gelirini, kariyerini, kişisel gelişimini, hatta kendine özgüvenini etkileyecektir.

İşveren (Kerim) ise boş yer için doğru kişiyi bulma ihtiyacının baskısı altındadır. Yapacağı seçim, yetenekli Tosun’u tanımak ve cezbetmek konusunda yeterliliğini gösterecektir (o da sonuçta birileri için bir Tosun’dur). Şirketteki diğer Tosun’lar (ve hatta Kerim’ler) ne tür bir Tosun’la çalışacaklarını görmek için merak ve tedirginlik içinde beklemektedirler. Dolayısıyla Kerim’ler görüşmeye her zaman, Tosun’un ne kadar parlak bir aday olduğunu göstermeye hazırlıklı olarak geleceğini ve Tosun’un kendisini en iyi aday olarak kanıtlayacağını bekleyerek girerler. Tosun en küçük bir zayıflık belirtisi gösterirse işinin biteceğini bilir.

O halde, her iki taraf da işini doğru yapsa iyi olur- hemen şimdi ve ne olursa olsun ! Şimdi tekrar Tosun’un görüşmeye gitmekte olduğu ruh haline geri dönelim.

Tosun, Kerim’in doldurmak istediği kritik pozisyonu düşündükçe strese giriyordu. Şirketin satıştan sorumlu kıdemli başkan yardımcısı düşük performansı nedeniyle işten atılmıştı. Şu an ki CEO iki yıl sonra emekliye ayrılacak ve yeni alınacak kişi CEO nun yerine aday olabilecekti. Bunun anlamı açıktı; bizim Tosun satışları yükseltirken, şirkette bir aksama olmaması ve yönetim kurulunun güvenini kazanması için birkaç yıl içinde güçlü bir liderlik sergilemesi gerekiyor demekti.

Tosun’la görüşme yapacak olan Kerim de yönetim kurulu başkanıydı.

Bir yönetim kurulu başkanıyla görüşüyor olsaydınız kendiniz için ne anlatırdınız ?

Arabayla görüşmeye gitmekte olan Tosun’un içini “ne yapacağım ben şimdi ?” kaygısı kaplamış; avuçları terlemeye başlamış; tedirginliği tavana vurmuştu. Bir yandan direksiyonu yumrukluyor, diğer yandan da kendi kendine konuşurken motivasyonun yükseltmeye çalışıyordu. Lobide beklerken kendine gelen Tosun, bu görüşmede İşGüdü’nün tüm prensiplerini uygulamaya karar verdi ve… önce egosunu kapıda bıraktı (1).

Önce şöyle düşündü: Satıştan sorumlu bir başkan yardımcısı aramaları, bir çözüm gibi görünüyordu. Tosun’un bilmediği tek şey, bu çözümün neyi amaçladığı ve şirketin hangi fırsatları yakalamasına yardım edeceğiydi. Tosun’un elinde deliller ya da çözümün nihai katkıları konusunda bilgi yoktu. Dolayısıyla önce çözümü öteleme (2) ye karar verdi (Bunun çok zor bir karar olduğunu anlayın. Çünkü burada çözüm, Tosun’un kendisi ve insanın kendisini ötelemeye kalkması her babayiğitin harcı değil).

Şimdi gelelim diyalogun gelişmesine ve lütfen bu diyalogtaki aşamaları “7/24 açık olan yaşam büfesindeki self servis başarılara erişmek için sıraya geçmeye çabalayan SSTC öğrenme yolculuğuna çıkmış Tosun ve Kerim’lerin” dört yoğun gündeki adım adım gelişmelerine göre bakın ve özellikle “soruların gücü“nü hep anımsayın.

Kerim: Geldiğin için teşekkür ederim. Tosun, iş geçmişine baktım ve etkilendim. Biraz daha kendinden bahseder misin ? (Lütfen dikkat: Rahmetli Aziz Nesin’in resmedildiği bir kare karikatür anımsarım. Hani bizim milli işaretimiz vardır; baş parmak, işaret parmağı ile orta parmak arasına girer ya işte orada başpamak yerine bir hıyar yerleştirilmiş ve altında da şu sözler vardı: “Her uzatılan hıyara tuzu bendedir diye atlama“. Bizim Tosun da bunu çok iyi biliyor ve SSTC e göre görüşmede yönetimi ele almaya girişiyor).

Tosun: Peki, bilmek isteyeceğiniz herşeyi anlatacağım. Ancak kendi hakkımda ayrıntılara girmeden, söyleyeceklerim konumuzla ilgili olması bakımından, birkaç soru sormama izin verir misiniz ? (Bravo Tosun’a; SSTC nin birinci prensibi için hiç beklemedi; doğrudan dalıyor).

Kerim: Lütfen buyurun sorun.

Tosun: Satıştan sorumlu başkan yardımcılığı, şirketinizde hayli önemli bir mevki. Bu mevkideki son kişi kovulmuş. Başarılı olmamı ve satışla ilgili bazı sorunları çözmemi bekliyorsanız bu sorunlar hakkında biraz bilgilenmem yararlı olur. Örneğin şunu merak ediyorum: gereksiz ayrıntıya girmeden, düşük performans dolayısıyla gündeme giren konuların tam olarak neler olduğunu söyleyebilir misiniz ? (Bravo Tosun’a; merak yaratıyor (3) çözümü ötlemeyi elinden gelidğince incelikli biçimde yapmaya çalışıyor ve Kerim hayli mantıklı görünen üç-dört önemli konuyu açıklıyor).

Kerim: Satış kadrosu yaptığı işlerin hesabını vermekte zorlanıyordu. Önceki başkan yardımcısı satış fırsatlarını gözden kaçırıyordu. Satıcılık yeteneği genelde zayıftı ( Bunlar ilk akla gelenler -ki biz buna “top of mind” diyoruz- olsa gerekti ve Tosun, başka sorunlar olup olmadığını da sordu. Kerim, kısa bir duraksamadan sonra birkaç madde daha ekledi). Satış elemanlarının işten ayrılması artmıştı. Çalışanlar mutsuz ve moralleri düşüktü. Satış bölümü üretim bölümüyle işbirliği yapamıyordu.

Tosun: Bu konuların içinde en önemli olanı sizce hangisiydi ?

Kerim: Bence en büyük mesele, satıştan sorumlu başkan yardımcısının satışçıların üzerinde çalıştıkları fırsattan kopuk olmasıydı ( Wooooow ! Şimdi Tosun, eski Tosun’un fırsatlardan kopuk olduğunu kanıtlayacak kimi kanıtlar-soyut (4) bulması gerekiyor).

Tosun: Olan bitenden habersiz kaldığını gösteren ne gibi şeyler yaşadınız ya da fark ettiniz ?

Kerim: Son yıl boyunca büyük satış fırsatları konusunda raporlar almaktaydım; ama hiçbirinden yararlanamadık. Ona bu fırsatları nasıl değerlendirdiğimizi sorduğumda, hiçbir açık yanıt alamadım. Her defasında bir sürü şey söylüyordu, ama işlerin denetiminde olduğu izlenimini hiç edinmedim.

Tosun: Bu anlamlı. İşe hakim olmadığını gösteren başka ne gibi şeyler vardı, sıkça gördüğünüz ? (Tosun, daha fazla kanıt toplamaya çalışırken Kerim’in gözlerini izliyordu. Bu konuşmadan Kerim’in büyük yarar sağladığını anlıyordu. Kerim, satışçılardan ve müşterilerden duyduklarıyla CEO nun gözlemlerini de aktardı.Ancak verilen kanıtların çoğu soyuttu. Tosun, biraz da somut kanıt bulmalıydı).

Tosun: Bu söyledikleriniz ne yapılmaması gerektiğini anlamama gerçekten yardımcı oluyor ve bazı beklentilerinizi açıklıyor. Merak ettiğim birşey daha var; satıştan sorumlu başkan yardımcısı fırsatları değerlendiremediğinde ne oluyor ? (Aferin Tosun’a somut kanıt arıyor).

Kerim: Yardıma ihtiyacı olan satış elemanları, destek bulamayacaklarını düşünüyorlar. Bazıları şirkette yeni olduklarından, yapabileceklerinin ayrıntıları hakkında bilgi sahibi değiller. Satışı gerçekleştirmek için yardıma ihtiyaçları var. Bu da fırsatları değerlendirmede hız kaybetmemize neden oluyor. İşimizde müşterilerin heveslerini yitirip ilgilerini kesmeleri çok kolay (eski başkan yardımcısının denetimsizliğinden kaynaklanan birkaç olay daha anlatan Kerim, yeni ve yine soyut kanıtlar veriyordu. Bu nedenle Tosun’un somut kanıtlara ulaşması için sorgulamayı sürdürmesi gerekiyordu).

Tosun: Peki, hızınız kesilip müşteriler sizden uzaklaştığında, sonuç ne oluyor ?

Kerim: Çok fazla fırsat kaçırıyor ve yeni müşteri kazanamıyoruz. Ayrıca satış elemanlarımız gereksindikleri desteği göremediklerini hissettiklerinden, işten ayrılanların sayısı artıyor (İşte beklenen an geldi; Tosun’un somut kanıtlara ulaşma olanağı gelişti. Kerim’in verileriyle yitirilen satışların ve elemanların etkisinin ~5mTL olduğunu  birlikte hesapladılar. Şimdi ikisi de kanıtlarıyla sıkıntının boyutlarını hesapladıklarına göre,işin kazanç getirecek yönlerini araştırmak için diyalogu sürdürmeli Tosun).

Tosun: Bu bilgiler bana çok yardımcı oldu. Bu kadar ayrıntıyı benimle paylaştığınız için teşekkür ediyorum (“teşekkür”ün daha önce açıkladığım anlamını bu vesileyle bir kez daha açıklıyorum: “Senden birşey aldım; değiştim; onu kullanacağım”). Şimdi konuyu biraz değiştirelim. Diyeleim ki bu işe tam uygun birini bulabildiniz. Herhangi bir konuyu gözden kaçırmamam için, bu kişiden şahsen beklediğiniz sonuçların ne olduğunu söyleyebilir misiniz ? (Tosun, Kerim’in söylediklerinden yeni bir liste hazırlar. Eksik kalan bir şey olup olmadığını birkez daha sorgulamak ister ve listeyi okuyup “eklemek istediğiniz birşey var mı ?” diye sorar. Aferin Tosun’a hem “adil süreç“i çalıştırıyor hem de adeta koçluk becerileri de sergileyip etkin dinlemenin pekiştirmesini kullanıyor. Bu işi biliyor abicim. Tosun bu özetleme ve odaklamayla sözlerini şöyle sürdürüyor ).

Tosun: İşe alacağınız kişi, saydığınız bütün bu beklentilerden sadece birini yerine getirebilse, sizin için hangisi olmazsa olmaz bir gerekliliktir ? (Bravo Tosun’a getirinin en vurucu olanında buluşmaya çabalıyor. Kerim bunun üzerine listedeki konulardan birini seçiyor ve Tosun da sorularıyla kanıtların derinliğine erişmeye çalışıyor).

Tosun: Bir yıl sonra, bu kişinin kendisinden beklediğiniz şeyi gerçekten size verip vermediğini hangi kriterlere göre belirleyeceksiniz ? (Hey Tosun ne oluyor ? Sanki şimdiden performans yönetiminin ASKlarına giriyorsun. Sakın Rubigon’u geçmeyesin ! Kerim biran duraksar. Kısa bir sessizlik olur. Bir dakika düşünür. Tosun’un bu sessizlik baskısına dayanması da SSTC nin bir diğer temel kuralını etkili kullandığını gösterir. Kerim kendi algısına göre göstergelerini sıralar. Tosun, yeni kanıtların peşindedir ve sorularına devam eder).

Tosun: Bu iyi bir göstergeye benziyor. Bu kişinin başarısını ölçmek için başka neye bakardınız ? (Tosun’un çabası yeterli kanıt topladıktan sonra, somut kanıtlara ulaşmak için soyutları aramak ve sorgulamak için ve devam ediyor).

Tosun: Bu bana gayet mantıklı geliyor. İşletmenizde bütün bu sonuçları elde ettiğiniz takdirde, bugün yapamadığınız neleri yapmanıza olanak sağlayacak ? Bunu anlamama yardım eder misiniz ? (Bu sorusuyla Tosun kanıt niteliğindeki birkaç şeyi betimler. Önce parasal görünmeyen verilerin karşılığını Kerim’le birlikte hesaplar. Gelirlerde ~10 mTL lik bir artış olacağını saptarlar etkiyi ve zincirleme etkileri hesaplar (5,6) İşte şimdi sarı ışıkta yavaşlama (7) anının geldiğini görür Tosun ve …).

Tosun: Merak ediyorum, bu sorunların üstüne gitmenizi daha önce engelleyen neydi ? (ben lisedeyken edebiyat hocamız rahmetli Zeki Baran bu yaklaşıma hüsn-ü ricat derdi. Şimdi  Tosun rolündeki Bay Dave Marcum bunun adını “sarı ışıkta yavaşlamak” demiş ki sen yeşile dönecek diye gaza yüklendiğinde kırmızıya dönüşüyle duvara toslamaman için sana öneride bulunuyor).

Kerim : Hımmm. İlginç bir soru (ve bir süre sessizliği yeğler Bay Kerim). daha önce ağzımız yandığı için, sanırım satış elemanlarına tüm yetkiyi vermekten çekindik. Bu satışların bazılarını onaylama yetkisini başkan ayrdımcısına vermiştik; ama o da işin uzağındaydı. Ayrıca şirketin başkanı operasyonal yaklaşıma odaklandığı için satıştan sorumlu başkan yardımcısının sorumluluğunu artırması gerekiyor (Tosun vs Kerim beraberliği bir saate yaklaşmaktaydı. Kerim saatine bakıp gülümsedi).

Kerim: Bu bizim şirketle ilgili ilginç bir görüşme oldu. Sizinle ilgili mülakata ne zaman geçeceğiz ? (Kerim’in aklı başına gelmeye başladı).

Tosun : Bana istediğiniz herşeyi sorabilirsiniz. Artık işletmenizin şimdiki ihtiyaçları ve uzun vadeli hesaplarınız açısından ençok hangi deneyimlerimin yararlı olacağı hakkında daha fazla şey söyleyebilirim (Tosun bir yarım saat daha konuşup oradan ayrılır).

Görüşmeden sonra Tosun, şöyle düşündü. Eğer zamanı boşa harcıyor olsaydı Kerim kendisine bir saat soru sormasına izin verir miydi ? Soruların çoğunda Kerim düşünmek zorunda kalmıştı. Bu sorgulama öncesinde kazançla kayıp arasındaki öykü üzerinde Kerim’in pek fazla düşünmediğini anlamıştı Tosun. Tosun bu kısa süreçte geçmişte ne olduğunu ve gelecekte neler olacağını umduklarını daha iyi kavramıştı. Bu fark yaklaşık 15 mTL li buluyordu. Tam bu noktada Tosun kendine bir değer biçmişti. Şu soruyu kendine sordu: “15 mTL kazandırabilecek birine kendisi Kerim olsa kaç para verirdi ?“. Ayda 80-90 bin TL mi diye düşündü. Tosun şu aşamada bile sorduğu sorularla Kerim’in işletmesine değer katmıştı. Sonunda iş Tosun’a teklif edildi; ama beklediği ücret olmayınca Tosun teklifi nazikçe geri çevirdi. Kerim’giller ısrarlarını sürdürdüler. Ancak Tosun’u ikna edemediler ve iki yıla varmadan Kerim’gillerin şirketi battı.

Ve Çeşme’de akşam oldu. Alaçatı’nın gecesine gitti pekçok kişi; Nezuş da  Bugün güzel konuklarımız da vardı Çeşme’de. Sevgili Aşiyan Baran gibi. Onunla sohbet güzeldi. Genç yaşta girişimciliğin güzelliğine hayran kaldım. İlişkilerine katkım olsun için Murat’ı, Hulusi’yi aradım; Harranova’ya uzandım; Mahir ve Bülent’le görüştüm. Murat ve Hulusi’i özlemişim; (kuşkusuz beni Söke’de pamuk tarlasında bırakıp da Çeşme’ye denize giden Eyüp ve sevgili Suat da özlediklerim arasında) ikisi de özlem ve sevgi dolu dostluklarıyla sıcak ilgi gösterdiler. Meğer Aşiyan, Murat’ın seralarını gezmişmiş. Kaya yününden hindistan cevizi yününe geçmesi Murat için pek kolay görünmese de bir de bakarsınız ki 1994 de olduğu gibi iki kat pahalı bir çözüme geçtiği sezonun sonlarında gecenin bir yarısında telefon edip “yaktın beni Mustafa abi” diyebilir. Çünkü yeni çözümle artan ikinci el pamuklarını toplamaya yetişememişti mevcut işçileri ve kendisine daha önce verim artışı konusunda uyarıp da daha çok toplama işçisi getirmesini önermediğim için sitem ediyordu bana. Ne günlerdi be ! Aynı günlerde Söke’nin HESgilleri (H: Hulusi) de nylon altına pamuk yetiştirme fantezisiyle ustalık yolculuklarında ilerliyorlardı. Ben ilk adım olarak bugün bu görüşmeleri çok olumlu buluyor ve sevgili Aşiyan’ın ABT (Aşiyan Baran Tarım; 0242 322 32 74; baran@ab-tarim.com ) olarak hızla gelişip tarıma katkılarının mükemmel olacağına inanıyorum.

Başarılarında yolunun hep aydınlık olmasını diliyorum.

Öykücü (mustafa@copcu.com)