Yaşam Büfesi “Neredeyiz ?”

“… Tosun ve Kerim, Bodrum’dan Ege’ye açıldıkları tekneden cankurtaran botuna atlayarak kurtulmuşlardı. Kara, doğu istikametindeydi. Kerim’in kol saatinde bir pusula vardı. Pusulaya bakarak batının hangi yön olduğunu tesbit etti ve doğuya doğru kürek çekmesi için Tosun’a talimat verdi. Ancak açık denizde kürek çekerek ilerlemek çok zordu. Karanlık çöktüğünde Tosun ve Kerim yorgunluktan uyuyakaldılar. Sabah uyandıklarında hala açık denizde yapayalnızdılar. Kerim tekrar pusulasına bakarak Tosun’un bu kez kürek çekmesine yardımcı oldu. Aç ve susuz üç gün boyunca kürek çektiler. Ancak sonunda güçleri tükendi. Millerce doğuya gitmelerine rağmen karaya yaklaşamamışlardı bile. Birkaç gün sonra bir balıkçı teknesi Tosun ve Kerim’in cansız bedenlerini buldu…”

Merhaba

Yukarıdaki öyküyü 1 Nisan 2006 tarihli Zaman Gazetesi’ndeki Sevgili Melih Arat‘ın köşesinden aldım. O gazeteyi de nasıl okuduğumu dün gibi anımsıyorum. Alaşehir’e doğru  gidiyordum. Sart’ta mola verdim. Eski bayilerimizden Karadeniz’in kardeşi Hamdi’nin işlettiği benzinlikte gözleme yedim, hem de ısırganlı. İşte o gün orada duruyordu bu gazete ve ben Bay Arat’ı Power’daki köşe yazılarından çok sevdiğim için kesip almışım; sanırım Hamdi görmemiştir o zaman veya izin almışımdır. İlginç olanı o yazıyı ve beraberinde Sevgili Cansen’in 5 Haziran 1999 tarihli “Önder, önde yürüyen değildir” başlıklı köşe yazısını İsmet Hocanın kitabının seçilmiş sayfalarına yapıştırmışım. Bu ikilinin ortak anlamı “nerede olduğunu bil ve yürü; önde olmasan da önder olabilirsin”. gibi olmalı bence.

Şimdi sözü fazla uzatmadan yukarıdaki öyküde Tosun vs Kerim neden öldüler ? sorusunun yanıtını da yine Melih beyin satırlarıyla açıklayayım.

“… Tosun vs Kerim kurtulmak için, karaya erişmek için doğuya gitmelerini biliyorlardı. Doğuyu belirlemek için pusulaları da vardı. Doğuya doğru kürek çektiler ve aslında engeç iki gün içinde karaya varmaları gerekirdi. Varamadılar. Çünkü bilmedikleri şey “nerede oldukları” idi. Evet Bodrum’dan batıya doğu yola çıkmışlardı. Ancak akıntı onları güneye sürüklemişti. Ege’den Akdeniz’e inmişlerdi. Doğuya doğru kürek çekmede bir aylık ömürleri olsaydı belki İskenderun’a varabilirlerdi. Ancak onlar Akdeniz’de olduklarını bilselerdi doğuya değil kuzeye doğru kürek çekerek Kaş’a varabilirlerdi…”

Buna benzer üç öykü daha anlatan Bay Arat, öykülerin ortak noktasını açıklıyor. Dört öyküde de Tosun vs Kerim’ler nereye gittiklerini biliyorlardı ama nerede olduklarını bilmiyorlardı. Yaşamımızda bir pusulaya sahip olmak çok önemli. Dostlarım (!) anımsıyacaklardır 2002 Çeşme’de, kurumsal doğum günü toplantısındaki “Now Or Never (NON)” mesajlı sunumumumda “hız” üzerinde dururken ekranda görünen nesne bir saatti. Çünkü ayakta kalmak ve hayatta kalmak için Baş Kerim’lerin çizdiği çıtayı aşmak zorunluydu. Bir yıl içinde aşmıştık; hem de tahminlerin ötesinde ve 2003 de Antalya’da “BUS (Business Unusual /İşler eskisi gibi değil)” kavramlı sunumumda ise ekranda bu kez pusula duruyordu ve bir yıl sonraki devre hazırlık olsun için sahnede Tosun’lara kırmızı tulum giydiriyordum ki Kerim’leşirken biraz “eza-cefa” ya hazır olsunlar (Bu eza-cefa konusuna daha sonra değineceğim ve işte tam bu noktada rahmetli Hanife ablamın bir sözünü Tosun vs Kerim versiyonunda söyleyerek bir sonraki yazıma kapı aralayayım. O derdi ki “Tosun’lar Tosun kalıncaya kadar çok sefa sürer; Kerim’ler Kerim oluncaya kadar çok cefa çeker”. İşte bu nedenle baş Kerim’le ilişkimizin hafifçe naif olduğu bir süreçte oluşan Mısır-2004 sunumumda da “beE” i işlerken defalarca vurguladığım konu “tutku” olmuştur ki o günlerde vizyonda olan Passion isimli Hz.İsa’nın filmindeki eza-cefa ile ilişkilendirmeye çalışıyordum. Şimdi iki baş Kerim’e de o güne ait kısa dvd montajımı izletmeyi önerdim. Bakalım yanıtları ne olacak ?).

Eveeeeet. Tekrar yukarıdaki öykünün ana mesajına döneyim. Yaşamımızda bir pusulanın olması çok önemli; ancak nereye gittiğimizden önce nerede olduğumuzu bilmek daha önemli. Nerede olduğumuzu bilerek pusulamızla yönü belirleyerek, sonuçlarla yöneterek, üst sınırı oluşturup yaratıcı enerjiyi, potansiyeli açığa çıkararak beraberce çıkacağımız “Akıllı Büyüyerek Gelişme (ABG)” yolcuğu hazırlıklarımızda;

  • Kendimizi tanımanın ve
  • Güçlü ve zayıf yönlerimizi bilerek hedefe ulaşmayı güvenceye almanın çok önemli olduğunu belirtmek istiyorum. Ki bunu kısa kodu “performans yönetimi”.

İşte bu nedenle gelecek hafta yapacağım toplantının adını “odaklanma toplantısı (OT)” koydum ve yanda gördüğünüz slaytla “neredeyiz ?” sorusuyla başlamayı yeğledim. Bu net, kısa ve basit soruya yanıt arıyorum hem de tüm bölüm müdürlerinden. Biliyor musunuz ki en basit sorular yanıtlanması en zor olan sorulardır.

Sol alt köşedeki fotoğraf ikinci global birleşmenin sancılarıyla kıvranan merkezdeki Kerim’lerin odağından kaçan çiftçi destek projeleri için İzmir’de organize ettiğim toplantıdan bir görünüş ki hem yılın getirdiği ülkesel kriz ve hem de ikinci kez yaşanan kurumsal belirsizilikler açısından  bugüne beş basan bir sıkıntının ilk günlerini anlatıyordu projelriemdeki yedi Tosun için. Dört ay sonra ben by-pass olacağım. Sonbahar’da Nemrud’a tırmanacağım. Fırat kenarında gözyaşları akacak ve hatta o gece Galatasaray maçı bile izlenmeyecek. Ne günlerdi ama…

OT da beklentilerim;

  • Durum muhakemesi (“neredeyiz ?” in yanıtı)
  • Kimlerin işini kolaylaştıracağız  (otobüs yolcuları ve Dr.Drucker’ın ikinci sorusu olan “müşterilerimiz kim ?” in yanıtları)
  • Kolaylaştırmak bizi nereye götürecek; oraya vardığımızı nasıl anlayacağız (Hayali TOMBULlaştırmak ve hedefi SMARTik kılmak)
  • Yüksek performanslı ekipler ve üç temel sorumla “odaklanmayı nasıl sağlayacağız ?” sorusuna adil süreçle yanıt bulmak ve uygulamak olacak.

İşte bu noktada bireyden, ötekine, ekibe ve kuruma uzanan L(SOTO) öğrenme ve yaşam büfesindeki sırada öne geçme yolculuğunda (bağışlayın öncelikler çatışması nedeniyle bu gün de açıklamamı erteliyorum) bireysel performansı artırmanın odaklanmayı sağlamada ilk adım olduğunu İsmet hocanın kitabında net olarak görüyorum. İş yaşamında performansı başarı ile eş gören hoca, bunun şansla ilgisi olmadığını savunur. Doğru yerde, doğru zamanda olmak, doğru kişiyi tanımak gibi genel geçerliliği olan başarı yollarının olmadığını vurgular. Bunların yardımı olabileceğini de kabullenen hoca gerçek performansa ancak hazırlıkla ulaşılacağının altını çizer. İşte bu nedenle modüler uygulamakta olduğum SSTC ilk adım öğrenme yolculuğunda hazırlığa ve yola çıkarken SMARTik kılınan satış çağrısıyla yazılı olan taahhüt edilen başarıyı işlerim birbuçuk günde. Ardından da SSTC izleme mini çalıştaylarıyla yerinde değerlendiririm alınanların yaşama aktarılmasındaki adanmışlığı. Gereğinde baş Kerim kararını verir tıpkı Akıncılar şiirinde olduğu gibi: “Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle…

Ortada bir performans anlaşması varsa yüksek performanslı ekipler için doğru yola çıkıldığını görürüm. Çünkü bu anlaşmanın,

  1. İşi iki farklı bakış açısından, yani Kerim’in ve Tosun’un gözünden görebilmek ve bu bakış açılarını paylaşabilmek için bir fırsat olduğunu;
  2. İşin gerekleri üzerinde anlaşmak ve öncelikleri belirlemek için bir yöntem olduğunu;
  3. Tosun’un hedefler üzerinde dikkatini sürekli yoğunlaştırmasına olanak sağlayan bir araç olduğunu;
  4. İşin nasıl bitirilmesi gerektiği konusunda Kerim’in beklentilerini belirleyen bir belge olduğunu;
  5. Büyük resmi görebilmesi ve gerekli herhangi bir değişikliği daha iyi anlayabilmesi için Tosun’a sağlanan bir şans olduğunu;
  6. Çözüm gerektiren sorunlar ve olası engeller üzerinde Tosun vs Kerim için bir odaklanma uyarısı olduğunu;
  7. Eylem için sorumlulukların (kim, ne, ne zaman, nerede) belirlenmesinde kullanılan bir kanıt olduğunu;
  8. Tosun ve Kerim’in işle ilgili taahhütlerine bağlı kalmalarını sağlayan bir sözleşme olduğunu düşünürüm

ve etkili performans yönetiminde gerekli beş adımı uygulamada çok duyarlı davranırım. Bu amaçla;

  1. Analiz ederim(z)
  2. Amaçları tanımlarım (z)
  3. Eylem planları geliştiririm (z)
  4. Tosun’un kendisini işe adamasını sağlarım (z)
  5. Sürekli değerlendirmeler yaparım (z).

Hep anımsarım: Kekeme değilseniz söylemek kolay, yapmak zordur” sözünü ve baştan uyarıyorum ki bu iş “zor zenaat”. Rahmetli Churcill’in dediği gibi (ki yıllar önce D.Gökçe’nin köşesinde okumuştum): “After all has been said and done, much more said than done” a bakarak, yolda tökezlersem (ve hatta yoldan çıkarsam)  nelerin neden aksadığını bulmaya çalışırım. Böylece hatalarımdan daha çok öğrenir ve ikinci hata lüksüne düşmemeye çalışırım. Pekçok Tosun vs Kerim için yıllarca bu yöndeki açabalar ya göz boyama aşamasına erişti ya da laf olsun diye sene başında ve sonunda ele alınan “performans değerlendirmesi” ya da “havuzlardaki yüzme yarışları (veya yengeç sepetindeki görünüm) için skorlandırma”ya yaradı.

Görelim bakalım 4 Ağustos 2009 daki OT’ta Kerim’gillerin yakın ve uzak yarınlar için tüm Tosun’lar için çizecekleri öğrenme ve gelişme yolculuklarında neler ortaya çıkacak.

Aydınlık yollarda buluşmak umuduyla esenlikle içinde kalın Tosun vs Kerim‘ler.

Öykücü (mustafa@copcu.com)