Yaşam Büfesinde “Sembiyotik Beraberlik”

“… İkisi de aynı yaştaydı. İkisi de birer ekoldu. ikisinin de mesleklerine, rollerine ve görevlerine tam bağlı, inançları yüksek ekipleri vardı. ikisi de Ege’nin ikliminde hırslı ve hırçındılar. İkisi de konularında lider, birer tarımsal araştırma kurumunun yöneticileriydi. İki grup da birbirine saygı ve sevgili ve bir o kadar da çekişmeliydi. Kimi zaman bütünleştiler; çoğu zaman çatıştılar. İkisinden de çok şeyler öğrendim. İkisi de dostumdu.Yapılarındaki keskin sirke önce onlara dokundu. İkisi de genç yaşta kalp krizine yenik düştüler. Allah rahmet eylesin…”

Merhaba

Yukarıdaki kısa öykünün kahramanları Dr.Kâşif Temiz ve Dr.Coşkun Saydam‘dır. Onlarla ilgili anılarıma geçmeden önce yandaki fotoğrafla ilgili bir açıklama yapayım. Yirmibeş yıl önce Enstitümde bir seremoni. TÜBİTAK ödülü almıştım. Enstitü müdürüm Dr.K.Türkoğlu ile Dernek başkanım Prof.Dr.N.Delen görünüyor o fotoğrafta. Beni kutluyorlar ve teşekkürlerimi ifade ediyorum. Özellikle Dr.Türkoğlu bu oluşuma çok emek verdi. Ne kadar teşekkür etsem azdır. Allah sağlığını daim etsin.

Şimdi öyküme dönmek istiyorum. Dr.Temiz, Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nün; Dr.Saydam ise Bornova Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü’nün müdürüydü. Ben, sevgili Mustafa Öğüt‘le birlikte Dr.Saydam’ın grubundaydım. Dr.Temiz’in grubundan olan sevgili Dr.C.Dutlu, bugün Albatros 2 de kapı komşum. Dr.Temiz’in grubunun şansı bizden daha fazlaydı. Kurumu daha yeniydi ve yakın geçmişinden gelen mirasın finansal gücü daha fazlaydı. Hem FAO (Gıda ve Tarım Teşkilatı) hem de Rockefeller Fonu‘ndan kaynakları vardı. Yolumuz yetmişli yılların başlarında Ülkesel Buğday Projesi içinde kesişmişti. O tarihlerde kaynak sıkıntımız vardı. Benzin yok, harcırah yok seyahate çıkamıyoruz. Bu projeyle tarlaya inebilmek için kaynak bulduğumuza seviniyorduk. Sabah namazından önce Çivril’in bir köyünde başlayan günlük çalışma, gün boyu buğday tarlalarında sürüyor ve gece saat 23.00 de Dalaman DÜÇ nin pingpong masasında pas püstüllerinin reaksiyon tiplerini tanımlama çabalarımızla geçiyordu. Pas etmeni fungus (Puccinia spp) virulansını artırarak konukçuyu hastalandırmaya çalışırken, buğday bitkimiz de dayanıklılık genlerini harekete geçiriyordu. Biz araştırmacılar bu oluşuma tanık oluyorduk. Bu rekabet sürecinin konukçumuz lehine gelişmesi için kimi zaman müdahalelerde bulunuyorduk. Tarla yorgunluklarını paylaşmada bir sıkıntımız olmuyordu. Yaşam büfesinde self servis olan başarılara ulaşmak için bir Sembiyotik Yaşam sergiliyorduk. Birbirimizin destekçisiydik. Dışardan bakanlar “Islahçı-Patolog” ilişkisindeki bu güzelliğe imreniyorlardı. Ta ki yılın sonunda emeklerin karşılığı olarak yurt dışına gitme olanaklarını paylaşırken hep kaybeden biz oluyorduk. Pastadan pay alamıyorduk. Projenin has evladı onlardı. Kaynaklar onların yönetimindeydi. Ertesi yıl umutlanarak ve biraz daha fazla hırslanarak çalışmalara dalıyorduk. Yıllar böyle geçti. Sonuçların değerlendirmesi sadece projenin tozlu sayfalarında kalmıyordu. Bu kez bilimsel toplantılarda çatışmalarımız su yüzüne çıkıyordu. İşte bir anı…

Yetmişli yılların başlarındayız. Benim bir projem var. Aslında basit bir RİD (Ruhsat için İlaç Denemesi) projesi. İlk defa sistemik etkili, etki süresi uzun ve konusunda çok iddialı bir ilaç deneyeceğim. Literatür taramalarım umutlarımı yükseltiyor. Çalışmanın zorunlu sınırları etkilerin saptanması ve farklılıkların belirlenmesi ile bitiyor. Sonrası gerekli değil. Ben yine duramıyorum. Zirai Mücadele Konseyi’nin öngördüğü verim analizlerine dalıyorum. Verimdeki değişmeleri korelasyon ve regresyon analizleriyle irdeliyorum. Sanki büyük bir “A Projesi” yürütüyorum. Bununla da kalmıyorum. Sonuçları yayın haline getirdiğim gibi birinci Türkiye Fitopatoloji Kongresi’nde “Buğday pas hastalıklarıyla ekonomik düzeyde ilaçlı savaşım olanakları” başlıklı bir bildiri sunuyorum. İşte o kongrede Dr.Temiz’in ekibiyle yine bir çatışmanın içine giriyoruz. Onların da bir bildirisi var: “Gen by Gen Teorisi“. İkisi de kendi kulvarlarında çok iddialılar.

Dr.Temiz’giller diyor ki “buğday pas hastalıklarıyla savaşımda dayanıklı buğday çeşitleri yeter”. Dr.Saydam’giler diyor ki “dayanıklı çeşitlerin dayanıklılığını sürdürebilmek için bile ilaçlı savaşım önemli; gerekli”. Bütünleşemiyoruz. Hemen bu noktada İngiltere’de seksenli yıllarda Crute & McPherson isimli iki araştırıcının marul mildiyösü konusunda yaptığı çalışmanın ana teması olan “dayanıklılıkla ilaçlı savaşımı bütünleştirme“yi anımsıyorum. Benim doksanlı yıllarda Ödemiş’te yaptığım patates mildiyösü ile ilaçlı savaşımda tolerant çeşit olan Granola’daki sonuçları, duyarlı çeşit olan Sandra’daki bulgularla karşılaştıran raporumu ve bir başka kongredeki bildirimi düşünüyorum. Aklın yolu bir. Bütünleşmek gerek. Bütünleşemediğimiz için özellikle Dr.Saydam’gillerin kuruluşu sonraki yıllarda önemini yitirdi gitti. Dr.Temiz’giller tohuma, tohum gibi bakmasını bildiler. Önemlerini hep korudular. Dr.Saydam’giller ise ilaca, ilaç gibi bakmasını bilmediler. Önemsemediler. “Alt tarafı ilaç denemesi abicim” bakışını korudular. Küçümsediler. Hatta o tarihlerde ilaç denemelerini yük olarak gördüler. “Kaynaklarımız bunlara gidiyor. Başkanlıklardaki uzman arkadaşlara verelim. Biz bu yükten kurtulalım.” dediler. Halbuki varlıklarının nedeni ilaçtı. İlaç konusunda kendilerini dışa kapattılar. Gelişmelerden uzak kaldılar. İlaçla ilgili konuların öncül ve ardıllarına bakmadılar.

Sonunda ne oldu ? İlaç ruhsatlandırma denemeleri kamu kuruluşlarından özel sektöre geçti. Bir bakıma meslektaşlarımıza yeni iş kapıları açıldı. Güvenilir birimler oluştu. Bunun yanında kuşkular ve güven tartışmaları hep sürdü.

Peki neden çatışıyorlar ? Yanıtı çok basit: “Ben senden daha önemliyim“. Benzer görünüm bugün aynı kurum içindeki “pazarlama vs satış” ya da “satış vs teknik” gibi grup beraberliklerinde de var. Ne yapsan yok olmuyor…

Aslında gerçek anlamdaki sembiyotik yaşamla beraberce daha güçlü olacaklar. Kaynaklar daha iyi kullanılacak. Kayıplar en aza indirgenecek. Duplikasyonlar yok olacak; boşluklar kapanacak. Böylece yaşam büfesinde self servis olan başarılara ulaşmak kolaylaşacak. Daha çok başarı öyküleri yazılacak. Özellikle sahra gücünü etkinleştirmede, yeni rollerin üstesinden gelmede ve asıl önemlisi değişimi yönetmede “sembiyotik yaşam” çok önemli. Yürekten inanarak yapabilene ne mutlu. Tıpkı sevgili H.Lâtif’in “Fraktalist Yönetim: Yönetimde Kaos Görüşleri” isimli kitabında söz ettiği gibi “kaos eşiğinde dengede durabilmek” gerek. Teşekkürler Dr.Lâtif. Aynı şekilde “Çerçeve çalışmaları 2” de üzerinde ısrarla durduğumuz “roller-coaster” a binip dibe vurmayı göze almak ve sonrasında yenilikçi çözümlerle gelişmek gerek. Bu konuda örgütteki Kassandra‘lara çok iş düşüyor. İnandırabilme zorlukları olsa da… Daha önce Kassandra Sendromu’nu yazmıştım. O anlatımda tam doğru yazamamışım. Aceleye gelmiş. Öykünün kahramanlarını uydurmuşum. On üç yıl önceki yıllık toplantıda sunumumun ana mesajında “Kassandra” vardı. Ona ait notlarımı buldum. Bakın o gün konuyu nasıl dile getirmişim.

kassandra-sendromu-12-maymun-1996

kassandra-sendromu-mc-1996-yillik-toplanti

Burada eklemek istediğim bir not var. Unutmatın ki Kassandra Truva’nın düşeceğini haber veren kahindir. Kassandra’lar örgütün her yerinde bulunsa da daha çok orta kademe yönetiminde yer alırlar. Çünkü onlar hem çalışanla yöneten arasına sıkışmış roldedirler hem de dışarıda daha çok zaman geçirdiklerinden gerçek dünyanın rüzgarlarlarına daha çok maruz kalırlar.

Şimdi kurumunuzda kimler Kassandra’laşmakta ?

Siz ne kadar Kassandra’laşmaya isteklisiniz ?

Denemek ve sorgulayarak iyileştirmek, ancak öğrenen kurumların kültüründe vardır. O zaman kendilerine sürekli olarak şunu sorsunlar:

  1. Neyi iyi yapıyoruz ?
  2. Neyi yaparken zorlanıyoruz ?
  3. Neyi farklı yapabiliriz ?

ve kurumsal akıl arşivlerini zengileştirsinler. Arkadan gelenler sıfır noktasından başlamasınlar. Yeniler öğrenmeyi yüksek fiyattan satın almasınlar. Koçlar gerçek kolaylaştırıcılıklarını kullansınlar. Onca emek boşa gitmesin. Seçilmişlerin INSEAD ve CCL deki öğrenme emekleri paylaşılan başarı öyküleriyle kurum kültüründe yerini alsın. Ne mutlu yapabilene…

Yolunuz hep aydınlık olsun.

Öykücü (mustafa@copcu.com)